Amishler, ABD, Kolombiya ve Ekvator Seyahati
Benim açımdan keşfedilmeyi bekleyen coğrafyalardan biri olan Latin Amerika’ya giderken yeni bir güne merhaba demenin merakıyla başladığımız yolculuğumuz sona erip, İstanbul’dan New York’a 11 saatlik bir uçuştan sonra indiğimizde, bizi buz gibi bir hava karşılamıştı...
New York’ta araç kiralayıp, Washington DC’ ye doğru hareket ettik. Saatler gece yarısına yaklaşıyor olsa da soğuk, uyku sersemi olmamıza fırsat vermedi. 1 gece DC’ de kalarak Washington’ın havasını soluduk. Planımda Amişlerin yaşadıkları yerlere gidip onların hayatını daha yakından gözlemlemek vardı. DC’ den ayrılarak Amişlerin yaşadığı topraklara doğru yola koyulduk, ulaşmamız yaklaşık 2 saat sürdü.
Amişler, Pensilvanya eyaletinin Lancaster kentinde yoğun olarak yaşayan, yaklaşık 230 bin nüfusa sahip ve temel geçim kaynakları tarım ve hayvancılık olan bir topluluk. Daha önce görmeme rağmen bu sefer fotoğraflarını çekmek arzusuyla bu planı seçtim, ne yazık ki yakından çekme olasılığım olmadı. Çünkü her türlü teknolojiyi reddetmiş olan Amişler fotoğraf çektirme konusunda da olumsuz tavırlarını devam ettiriyorlardı. Sadece “Amish Village” “Amişlerin Köyü” adı altında bir bölgeyi gezebilme şansına sahip oldum.
Amişler, İsviçre ve Almanya civarlarından 18-19. Yüzyıllarda göç etmişler. Göç ettikleri döneme ait yaşam tarzını olduğu gibi devam ettiriyorlar. Amiş köyünü ziyaret ettikten sonra büyük kentlerin yorgun ve yoğun insanları olarak onları mutlu oldukları kendi dünyalarında bırakıp tekrar New York’a döndük.
Bogota, Kolombiya
3 günlük bir seyahatten sonra New York’ tan ayrılarak, Kolombiya’nın başkenti, aynı zamanda dünyanın en büyük 36. şehri olan Bogota’ya 6 saatlik bir yolculuktan sonra ulaştık. Bogota’nın beklediğimin çok üzerinde bir düzene ve geniş caddelere sahip olduğunu gördüm. Bogota’da en ilgimi çeken şey ise metronun olmayıp metrobüs denilen, İstanbul’un da buradan alıp kullandığı sistemin olması. Bu konuda da çok başarılılar. Caddeler çok geniş, trafik buna rağmen çok fazla. Caddelerin, binaların düzeni gayet iyi görünüyor. Bogota’nın “Eski Şehir” dediğimiz kesiminde İspanyollardan kalan kiliseleri, parlemento binası, eski yapıları olduğu gibi koruma altına alınarak bugüne kadar devam ettirilmiş.
Bogota, tarihi olarak bilinen yapılarıyla kendinden söz ettiren asaletli bir şehir olarak kazındı hafızalarımıza. Rakım 2.640 metrede, ekvatora yakın olmasına rağmen sıcaklığı hissetmiyorsunuz. Tropikal bir kentin serin atmosferini yaşıyor sunuz Bogota’da. Pek fazla yabancı turist çekmeyen, daha doğrusu Avrupalı turisti çok çekemeyen bir yer burası. Nedeni insanlar tarafından güvenlikle ilgili sorunlar olduğunun bilinmesidir. Ben bu konuda bir sıkıntı yaşamadım ama güvenlikle ilgili bir problemin olduğunu duydum. Bogoto’da eski evlerin korunarak ve yenilenerek bugüne kadar gelmesi tarihe verilen değerin bir göstergesi olsa gerek. Biz yüz yıllık evlerimizi bile koruyamazken, (çünkü elimizde Safranbolu, Cumalıkızık ve Şirince evleri haricinde eski bir yaşam merkezi henüz yok) buna inat Bogota’da binalar tarihi dokusunu çok iyi koruyabilmiş.
Bu arada adını sıkça duyduğum ve mutlaka görmem gereken yer olarak anlatılan “Altın Müzesi” Kolombiyalıların deyişiyle “Museo del Oro” ya gidiyorum, altınla ilgili her şeyi aynı zamanda Kolombiya’nın dönemin altın merkezi olduğunu burada öğreniyorum. Şehrin görülmesi gereken yerleri arasında birçok müze var fakat ben fazla zamanım olmadığından sokakları arşınlamaya devam edeceğim. Merak edip görmek isteyenler için her gün açık, pazar günleri de ücretsiz. Meşhur Venezuelalı komutan Simon Bolivar’ın (Latin Amerika birliğini kurmak isteyen komutan) adının verildiği Bolivar meydanından geçtim. Meydanda bol miktarda lamalar ve güvercinler bulunuyor, şehrin tüm yabancıları burada sanki. Turistler ve onlara bir şeyler satmak isteyenler burada buluşuyor.
Meydandan yukarı doğru sokaklara gittiğimde kendimi renkli duvarların ve evlerin arasında buluyorum. Yapıların tek olarak bir şey ifade etmediği ama bir ahenk içerisinde dans eden figürleri duruyor karşımda. Şimdi daha iyi anlıyorum ki “düzen ve intizamdır şehri şehir yapan, münferit bir bina bir şehrin ve onun tarihinin asla devamı ve sanatsal bir yanı değildir”. Bütün bu bahsettiklerimin dışında heykelleri, kilise ve gösterişli binalarıyla umursamaz kalınamayacak bir kent Bogota. Bogota’da şehrin tamamını görmek için, fünikülerle And Dağları’nın eteklerine Cerro de Monserrate tepesine gidebiliyorsunuz. Ben de öyle yaptım. Fünikülerle yukarı çıktım ve şehre hakim bir noktadan Bogota’yı seyrettim. Bir nebze de olsa Bursa’yı andıran Bogota, dünyanın en uzun sıradağları olan And Dağları’nın eteklerine kurulmuş, yemyeşil, dünyanın güzel başkentlerinden bir tanesi. Bu tepeden bakarken İspanyolların kurmuş oldukları 16-17. Yüzyıl Bogota’sını hayal ettim, insanlara altın için zulmeden dünyanın hala devam ettiğini düşündüm.
Angel Falls
Bogota’daki seyahatimden sonra daha önceki planlarıma göre dünyanın en yüksek şelalesi olan, tek düşümde 1.000 metreyi bulan “Angel Falls” “Melek Şelalesi” ne gitmek istedim. Bu yüzden planlarımı ona göre yapmış biletimi almıştım. Fakat Venezuella’da yaşanan halk gösterilerinden dolayı, orada görüştüğüm insanlarla ve otellerle yeterli iletişim kuramadığım için biletimi iptal etmek zorunda kaldım. Ben de Bogota yakınlarında arabayla 2 saatlik bir seyahatten sonra ulaşabildiğim Tequendama Falls’a gittim. Orası da 40-50 metre yüksekliğinde güzel bir yer olarak karşıladı beni. Şelalenin hemen yanında terk edilmiş eski bir sosyal tesis bulunuyor.
Burada bulunduğum anların tadını çıkararak gönlümce fotoğraflarını çektim. Umarım bir dahaki seyahatimde Angel Falls’a gitme fırsatı yakalarım. Venezuella’nın başkenti Caracas’a gidemeyince 4 günlük kalan zamanımı Ekvador’un başkenti Quito’da (asıl adı San Fransisco de Quito) geçirmeye karar verdim. Ve Avianca Havayollarından aldığım biletle 2 saatlik bir uçuştan sonra Quito’ya ulaştım. Rakımı 2.850 metrede olan Quito, dünyadaki en yüksek rakımlı ikinci başkent aynı zamanda. Güzel ve bir o kadar da beyaz bir şehir Quito. Parkları, İspanyolların inşa ettiği kiliseleri, dar sokakları, küçük meydanları ve yerli halkın fötr şapkalı hayatı ile beraber eski şehir olduğu gibi korunmuş, aynı zamanda UNESCO dünya mirası listesine girmiş sakin bir şehir. Quito’da İspanyol tarzının devamı niteliğinde yaşam görüyorum. İspanyollar burayı inşa ettiği dönemde kendi kültürleriyle, kendi yapı sanatlarıyla beraber yaşadıkları kentlerin kültürünü ve mimarisini de buraya taşımış ve bunu en bariz şekilde yaptıkları kiliselerde, meydanlarda yaşatmaya devam etmişler. Şu anda da Ekvador’ un en güzel şehri olan Quito’da bunu görmek mümkün.
Aslında Quito iki günlük seyahatle gezilebilecek bir şehir. Şehrin etrafı dağlarla çevrili ve şehir Pichincha Dağı’ nın eteklerine kurulmuş. Şehrin içerisinden neredeyse her taraftan görülen Meryem Ana heykelinin şehri koruduğuna inanılıyor. Kurt Vonnegut’un romanı “Galapagos”u yazarken adından esinlendiği, Darwin’in etkilendiği ve bir müddet çalıştığı ünlü Galapagos Adası’nın Ekvador’da olduğunu öğrendiğimde hayli şaşırdım. Çünkü kitabı okurken böyle bir ihtimali aklımdan bile geçirememiştim. Oysa şimdi yakınındaydım, gitme arzum doğdu fakat seyahat acentalarından birkaç gün süren zaman diliminin gerektiğini duyunca dönüş biletim yakın tarihli olduğundan gidemedim. Buna mukabil Quito’ya yakın bir mesafede olan ekvator çizgisinde Mitad del Mundo’ ya gittim. Aynı anda güney ve kuzey yarım kürelere ayak basmak benim için farklı bir tecrübe oldu. Ekvator çizgisinde denge hadisesini test ettim. Burada ekvator çizgisinde turistlerin yaptıkları çeşitli denemeleri izlemek ayrıca keyif vericiydi.
Çektiğim fotoğraflar ve yazım bu tarihi şehri yeterince anlatabilir mi bilmiyorum ama Ouito’ da Plaza de San Fransisco Meydanı’nı, LA Catedral Primada Meydanı’nı, ekvator çizgisinde Mitad el Mundo nun fotoğraflarını çekerek anlatmaya gayret gösterdim. İlginç olan bir şeyi daha ilave etmek istiyorum. Ekvador’un para birimi Amerikan doları çünkü geçmiş dönemlerde enflasyon ile baş edemeyen yönetim böyle ciddi bir karar almış, bu da benim ilk defa karşılaştığım bir olaydı. Benim için yeni bir keşif olan bir ülkenin, yeni bir kentin heyecanını fotoğraflara yansıtmaya çalıştım.
İlk yorumu siz yazın!