Monet'nin Bahçesi'ne Buyurmaz Mısınız?
Sakıp Sabancı Müzesi bu sıralar İzlenimcilik akımının öncüsü Claude Monet’nin iç dünyasına, doğaya olan saplantısına ve ışığın renkler üzerindeki etkisine huzurlu bir yolculuk yapacağınız “Monet’nin Bahçesi” sergisine ev sahipliği yapıyor. Marmottan Müzesi’nden çıkan, bugüne kadar dünyada ilk kez İstanbul’u ziyaret eden ve müzenin Monet koleksiyonun yarısını içeren 40 eserlik sergide, Monet’nin yaşamının son 30 yılını içeren sanatsal üretiminin ana temasını oluşturan Giverny Bahçesi odağa alınıyor. Sergide sadece Monet’nin değil, yakın dostu Auguste Renoir’ın gözünden Claude Monet ve Monet’nin eşi Camille’in de portresi yer alıyor. Aynı zamanda Monet’nin paleti, çalışma gözlükleri ve piposu da bir camekan içinde sergileniyor.
1883 yılında Paris’in 80 km dışında Seine Nehri kıyısında bulunan Giverny köyüne kiracı olarak taşınan Monet, burada ailesiyle birlikte yaşayacağı mekanı muhteşem bir bahçeyle çevrelemiş. Daha sonra 1890’da satın aldığı bu evin 2.5 hektar büyüklüğündeki bahçesini aşkla, tutkuyla düzenlemiş. Nilüferler, zambaklar, söğüt ağaçları, bahçesine yaptırdığı Japon bahçesi ona ilham kaynağı olmuş. Eve uzanan yolu sarmaşık güllerle kaplayan Monet, maddi sıkıntılar yaşadığı zaman bile bahçesine özenle bakmış.
Sergi 1840’lardan başlayarak “Monet ve Fransa’daki Sanat Ortamı”, “Monet Giverny’de”, “Claude Monet’nin Aile Ağacı” gibi 1960’lara kadar uzanan kronolojik olayların detaylı anlatımıyla karşılıyor sizi.
İlk odada, Monet’nin sevdiklerini bir albümde belgelemek amacıyla yaptığı aile portrelerinden, oğulları Jean ve Michel Monet’nin portreleri yer alıyor. Aynı zamanda Auguste Renor’ın gözünden Monet ve Camille portrelerini de görmek mümkün. İkinci odada, 1875 tarihli ‘Argenteuil Yakınlarında Yürüyüş’le, Monet’nin doğasına ilk adımımızı atıyoruz. Eşi Camille ve oğlu Jean bu tablo için civardaki çiçek dolu çayırlarda ona modellik etmiş.
Monet’in 1880’lerde Normandiya’da keşfettiği yerlerden Pourville, ressamın deniz tutkusunu ve giderek yoğunluğunu hissettiren ışığın su üzerindeki etkisine yönelik ilgisini gözler önüne seriyor. ‘Pourville Kumsalı, Günbatımı’, ‘Yelkenli, Akşam Etkisi’, favori temalarından falezleri yansıtan ‘Batı Falezi ve Porte D’Amont’, ‘Porte Villez’de Seine Nehri, Pembe Etki’, ‘Porte-Villez…Akşam Etkisi’ tablolarını görmek mümkün. İsimlerdeki zaman vurgusundan da anlaşılacağı üzere gökyüzünün günün farklı saatlerinde değişen renkleri, bu tabloları şekillendiren unsurlardan.
Aynı zamanda Monet’yi heyecanlandıranın denizin değil de suyun kendisi olduğunu “Nilüferler” tablosuyla görüyoruz. Paris’teki Dünya Sergisine gittiği zaman, Eiffel Kulesinin karşısındaki nilüferlerden etkilenen Monet, “Nilüferler” serisini yapmaya başlar. Giverny’deki bahçesindeki nilüferli göletinin her şeklini yaptığı serinin devamını 3. odadaki iki tabloyla da görebiliyoruz. “Bu su manzaraları ve sudaki yansımaları bende bir saplantı oldu” diyen Monet’nin canlı fırça darbeleri yemyeşil bir dokuya dönüşür.
4. odaya girdiğinizde tabloların boyutları büyüyor. 1914’te su bahçesi Monet’in tek resim konusuyken, 75 yasına gelen ressam “Grande Decorations” adlı büyük duvar tablolarından oluşan yeni serisine başlar. I. Dünya Savaşı’nın sona erişini kutlamak amacıyla “Grande Decorations” tablolarından birkaçı Fransız Devleti’ne bağışlanır. Bir kısmı ressamın ölümünden sonra satılır, geri kalanlar ise bu odada sergileniyor.
Aynı odanın devamında ise Monet’nin çiçek tutkusunu görüyoruz. Nilüferli göletin kenarında, salkım söğütlerin gölgesi altındaki Japon şakayıkları, su süsenleri, nil zambakları ve sarı zambakların ‘portre’lerini yapmaya başlar Monet. Bahçesine ve çiçeklerine o kadar düşkündür ki, 1895 kışında ikinci eşi Alice’e yazdığı mektupta “Japon şakayıklarını örtmeyi unutmadın değil mi? Eğer unuttuysan bu bir cinayettir” der.
Son odaya girdiğiniz zaman ise, 1918 yılında başladığı “Salkımsöğüt” serisini görüyorsunuz. Bu ağacın Monet için önemi büyük. Fransızcada ağlayan söğüt (la saule pleureur) anlamına gelen salkımsöğüt Monet’in eşini ve oğlu Jean’ı kaybettikten sonraki hüznünü, kederini, yalnızlığını simgeliyor.
Aynı odada, Japon sanatına ilgisini yansıtarak Giverny Bahçesi’nde uzun uğraşlar sonucu hayata geçirdiği Japon Köprüsü’nün odakta olduğu tabloları da yer alıyor. Katarakt hastalığı sebebiyle renk algısı sürekli değişen ve algıladığını resmeden Monet, ameliyat olup iyileştikten sonra da renklerin birbirinin içine geçtiği bu tabloların otantik yönlerini önemseyip elinde tutar. Beğenmediği eserlerini yakmasıyla ünlü ressam için beklenmedik bu davranış, katarakt dönemi eserlerinin 20’nci yüzyılın ikinci yarısında tekrar keşfedilmesine ve dönemin avangart sanatçılarına ilham vermesine sebep olur.
Sadece huzurlu, doğayla baş başa birkaç saat geçirmek, Monet’yi yakından tanıyıp, o döneme ve Monet’in hayatına tanıklık etmek için gidilir bu sergiye. ‘Monet’nin Bahçesi’ 6 Ocak’a kadar Sakıp Sabancı Müzesi’nde.
İlk yorumu siz yazın!