Roma’da Parlak Yıldızın Peşinde: Bir Şair, Bir Film ve Bir Müze
Roma’nın en turistik bölgelerinden birinde, İspanyol Merdivenleri’nin hemen yanında, neredeyse kimsenin dikkatini çekmeyen görece mütevazi bir ev yer alır. Roma’nın turistler tarafından en fazla ziyaret edilen yerlerden biri olan ve her daim büyük bir kalabalığa ve çoşkuya evsahipliği yapan İspanyol Merdivenleri’nde bulunmasına rağmen tek tük ziyaretçinin kapısını çaldığı bu mekan mütevaziliği ve ziyaretçi sayısının azlığı ile ters orantılı olarak büyük bir edebi tarihe tanıklık eder: Bu mekan büyük bir trajik son ile sadece 25 yaşında yaşama veda eden romantik dönemin genç ve acı dolu dehası John Keats’in son nefesini verdiği evdir ve günümüzde edebiyat tarihi meraklılarının, öğrencilerin ve başta Keats ve Romantikler olmak üzere İngiliz Edebiyatı hayranlarının ziyaret ettiği müze olarak varlığını sürdürmektedir.
Bright star, would I were steadfast as thou art—
Not in lone splendour hung aloft the night
– John Keats, Bright Star
Thy rare gold ring of verse (the poet praised)
Linking our England to his Italy!
– Robert Browning, The Ring and the Book
‘Keats ile ilk karşılaşmam yaşamımdaki en dikkate değer edebi tecrübeydi.’
-Jorge Luis Borges
Yukarıda Robert Browning’in dizelerinin de ifade ettiği gibi İtalya’nın İngiliz Edebiyatı’nda çok önemli bir yeri vardır. Özellikle de Romantik İngiliz Şairleri’nin yaşamında ve dolayısıyla da şiirlerinde İtalya’nın etkisi çok yoğundur. Biraz iddialı olsa da denilebilir ki Romantik İngiliz Şiiri ana vatanının rüzgarlı, yağmurlu ve sisli yeşil düzlüklerinde veya kasvetli şehirlerinde değil Toskana’nın güneşli kırlarında, Akdeniz’in güneşle yıkanmış sahillerinde, Güney İtalya’nın vahşi, avare ama alabildiğine çekici yaşam tarzında, Floransa’nın, Siena’nın, Pisa’nın ve Roma’nın tarih ve sanat dolu meydalarında yazılmıştır. Romantik İngiliz Şiiri’nin izleklerinin oluşmasında İtalya’nın vahşi güneyinde yaşanan maceralar, doğal, kültürel ve tarihi güzellikler, Akdeniz Sahilleri, yemekler ve elbette trajediler çok etkili olmuşlardır.
İtalya’nın İngiliz Şiiri’ndeki bu etkisi gerek Romantik gerekse de Viktoryen olsun 19. Yüzyıl İngiliz Şiiri’nin en önemli isimleri arasında yer alan Percy Shelley, Mary Shelley, Lord Byron, Robert Browning, Elizabeth Barret Browning ve elbette John Keats’in İtalya ile kurdukları derin ilişkiler sayesinde gelişmiştir. Bu büyük şairlerin çoğu İtalya’da ölmüş ve oraya gömülmüşlerdir. Pecy Bysshe Shelley 29 yaşında, Ligurya Kıyıları yakınlarındaki Spazia Körfezi’nde Livorno’dan Lerici’ye dönerken yakın dostu Lord Byron’a bir saygı duruşu olarak ‘Don Juan’ adı verilmiş teknesiyle geçirdiği ve bugün hala üzerine pek çok speküslasyonun yapıldığı bir kaza sonu sonucu ölmüştür. Yakıldıktan sonra külleri Roma’daki Prostestan Mezarlığı’nda saklanmaktadır. Robert Browning Venedik’te, Elizabeth Barret Browning ise Floransa’da ölmüşlerdir. İngiliz Edebiyatı’nın en büyük, en aykırı, en sansasyonel ve en ‘bohem’ şairlerinden Lord Byron ise Don Juan’ın büyük bölümünü yazdığı ve uzun yıllar yaşadığı İtalya’dan ayrılıp hayatına bir anlam vermek amacıyla İtalya’daki La Dolce Vita’nın sıkıcı avareleğini ve hedonizmini geride bırakıp Yunan İsyanı’na katılmak üzere Yunanistan’a gitmiş ve orada ölmüştür. Yaşamları boyunca onlara ve sanatlarına sadece fiziki değil ruhani bir ev sahipliği de yapan bu ülke öldükten sonra da bu büyük edebiyatçılar için ilahi bir ev sahibi olmaya devam etmektedir. Onlar, İngiltere’nin olduğu kadar İtalya’nın, bu güzel ve büyüleyici ülkenin de değerleri haline gelmişlerdir.
İngiliz şairlerin İtalya ile kurdukları bu derin ilişki uzun bir makalenin değil; ciltler dolusu kitapların konusu olacak kadar kapsamlı analizleri hakediyor. Nitekim meraklısı için bu konuda okunabilecek pek çok değerli inceleme var. Dolayısıyla bu yazı bu tarihsel dönemin çok kısa ama kısa olduğu kadar özel bir bölümünü; sözü edilen şairler içinde İtalya ile en kısa ama belki de en trajik tecrübeyi yaşamış olan John Keats ve Keats’in Roma’da son günlerini geçirip son nefesini verdiği mütevazi ama mütevazi olduğu oranda da etkileyici Keats/Shelley House hakkında birkaç söz söylemeyi amaçlıyor.
Roma’nın en turistik bölgelerinden birinde, İspanyol Merdivenleri’nin hemen yanında, neredeyse kimsenin dikkatini çekmeyen görece mütevazi bir ev yer alır. Roma’nın turistler tarafından en fazla ziyaret edilen yerlerden biri olan ve her daim büyük bir kalabalığa ve çoşkuya ev sahipliği yapan İspanyol Merdivenleri’nde bulunmasına rağmen tek tük ziyaretçinin kapısını çaldığı bu mekan mütevaziliği ve ziyaretçi sayısının azlığı ile ters orantılı olarak büyük bir edebi tarihe tanıklık eder: Bu mekan büyük bir trajik son ile sadece 25 yaşında yaşama veda eden romantik dönemin genç ve acı dolu dehası John Keats’in son nefesini verdiği evdir ve günümüzde edebiyat tarihi meraklılarının, öğrencilerin ve başta Keats ve Romantikler olmak üzere İngiliz Edebiyatı hayranlarının ziyaret ettiği müze olarak varlığını sürdürmektedir.
John Keats sadece Romantik dönemin değil tüm edebiyat tarihinin genç, yakışıklı ama lanetlenmiş şairlerinin bir timsali olarak kabul edilebilir. Sekiz yaşında babasını, 14 yaşında ise annesi kaybetmiş ve sonrasında anneannesi ile yaşamaya başlamıştır. Onun da ölümüyle kardeşleriyle birlikte zorlu bir hayata doğru sürüklenmiştir. Yazmak için tıp eğitimini bıraktıktan sonra da marazi bir hastalığın pençesinde, yoksulluk içinde sadece şiir ve acı dolu bir yaşam sürmüştür.
İtiraf etmem gerekirse ben de Keats’i sonradan keşfedenlerdenim. Uzun süre Romantik İngiliz Şiiri pek çokları için olduğu gibi benim için Lord Byron’un şiirlerinde hayat buldu. Keats’i gerçek anlamda keşfetmem ise biraz geç bir tarihte, Jane Campion’un 2009 tarihli filmi Bright Star sayesinde olmuştur. Campion’un filminin Keats’in yeniden gündeme gelmesi ve yeni kuşaklar tarafından tanımasında büyük bir payı olduğu muhakkak. Film Keats’in yaşamının son döneminde inişli çıkışlı bir imkansız aşk yaşadığı Fanny Brawne ile ilişkisini; bu ilişki ile paralel olarak da gittikçe ağırlaşan hastalığını, içinde bulunduğu duygusal durumu ve Keats’in yaşamında önemli bir yer tutan yakın dostu ve destekçisi Charles Armitage Brown başta olmak üzere yakın çevresinini oluşturan karakterleri anlatır.
Fanny Brawne da Keats gibi karamsar, depresif, duyarlı ama aynı zamanda çocuksu ve naif bir kişiliğe sahiptir ve bir doğa aşığıdır. Aralarındaki aşk Keats’in kardeşi Tom’un ölümü ve sonrasında da şairin Fanny’ye şiir dersleri vermesi ile gelişmeye ve derinleşmeye başlar. Öte yandan bu aşka her ikisinin de yakın çevresi şiddetle karşı çıkar. Keats ile tüm ilişkisi boyunca Fanny’nin Charles Brown ile yıldızı bir türlü barışmaz. Brown Fanny’yi flörtöz ve cahil olarak görmekte ve sürekli aşağılamaktadır. Brown, Fanny’nin Keats üzerindeki etkisi yüzünden şairin özgürlüğünü ve dolayısıyla da yaratıcı yeteneğini öldüreceğine inanır. Filmde Brown ile Fanny arasındaki düşmanlık Keats’in öldüğü gün bile onları kavga ettirecek kadar derin olarak yansıtılır örneğin. Bu aşka Charles Brown ile beraber Fanny’nin annesi de karşıdır. Keats ağır hastalığı yanında ağır borç altında hiçbir geliri olmadan Charles Brown’un desteği ile yaşamaktadır. Keats’in evlenecek bir mülkü veya geliri olmadığından dolayı ilişkilerinin bir çıkmazda olduğunu söylemektedir herkes.
Brown hem şiir çalışmalarına devam etmesi hem de Fanny’den ayrı kalması için Keats’i İskoçya’ya götürür. İlk başlarda bu durum ilişkilerinde bir bozulmaya yol açsa da aralarındaki aşk devam eder. Keats İskoçya’dan Fanny Brawne’a yazdığı mektupta şöyle yazar:
‘‘Neredeyse yazın sadece üç gün yaşayan kelebekler olmamızı dileyeceğim. Seninle geçecek üç gün sıradan 50 yıldan çok daha fazla mutluluk getirecektir.’’
Sonunda, özellikle de Keats’in hastalığının iyice ağırlaşması üzerine adeta bir ölüm mahkumunun son isteğinin yerine getirilmesi gibi Keats’in Fanny Brawne ile nişanlanmasına izin verilir ve Keats Fanny’nin evine yerleşir. Yaşamının son günlerini geçireceği İtalya’ya gidişine kadar da orada kalır.
Keats’in İskoçya’dan dönmesinden çok kısa süre sonra geçirdiği ağır krizler sonucunda doktorlar şairin bir İngiliz kışını daha kaldıramayacağını, iklimin daha yumuşak olduğu bir yere, örneğin İtalya’ya gitmesini önerirler. Keats’in dostları aralarında topladıkları para ile Keats’i İtalya’ya gönderirler. Önce Napoli’ye gider, oradan da son nefesini vereceği Roma’ya ulaşır. Ona bu yolculuğunda İngiliz ressam Joseph Severn eşlik eder. Severn’in İtalya’dan Charles Brown, Fanny Brawne ve diğer dostlarına gönderdiği mektuplar günümüzde Keats’in son günleri ile ilgili en önemli tarihi kaynak niteliğindedir. Severn, Keats’in ölümüne kadar şairin bakımını da üstlenir.
Campion filminin odak noktası Keats ve Brown arasındaki aşktır. Dolayısıyla şairin sanatı, poetikası biraz ikinci planda kalıyor. Yine buna bağlı olarak Keats’in İtalya günlerinden filmde neredeyse bir kaç sahnede, sadece Severn’in mektupları aracılığıyla değinilir. Filmde Keats’in İtalya dönemine ait tek görüntü şairin cenazesinin Roma’da öldüğü Piazza di Spagna 26, 00187 adresindeki evden alındığı sahnedir. Filmdeki en etkileyici an olan bu ağır hüzün dolu sahne, filmin sonunda, sadece birkaç saniye sürmesine rağmen filmle ilgili belleklerde en çok kalan ve en bilinen imaj olmuştur. Nitekim müzenin ziyaretçilerinde görülen belirgin artışta filmin görece popüler olması ile birlikte bu sahnenin büyük etkisi vardır. Müzeyi ziyaretim sırasında görüştüğüm görevlililer ziyaretçilerin bu sahnenin çekimi ile ilgili bir sürü soru sorduklarını ifade ettiler. Örneğin kimsenin olmadığı bir zamanda sahneyi çekmek için sabahın çok erken saatlerinde çalışan film ekibi yoğun yağmur dolayısıyla çekimi birkaç kez ertelemek zorunda kalmış. Sahnenin yoğun bir yağmurun sabahında çekilmesi de sahnedeki hüzün ve yas duygusunu kuvvetlendirdiğini söylemek lazım.
Film dolayısıyla artan ilgiye rağmen müzenin ziyaretçi ile dolup taştığını söylemek mümkün değil. Ben müzeyi gezerken benim dışımda sadece bir çift vardı müzeyi ziyaret eden. Yeterli ziyaretçi olmaması yüzünden de müze finansal olarak ayakta durmakta zorlanıyor. Bir İngiliz müzesi olmasına rağmen Birleşik Krallık sınırları dışında olduğundan dolayı Britanya Hükümeti’nden de mali destek alamıyor. Bu yüzden de temel gelir kaynağı bağışçıların destekleri, ziyaretçilerin ödedikleri kişi başı 5 EURO giriş ücreti ve müze mağazasında yapılan hediyelik eşya satışları.
Müze, John Keats ile beraber yaşamlarını ve sanatlarını İtalya’ya adamış diğer büyük sanatçılara ve onlara kucak açan dünyanın bu en güzel ülkesine, onlar arasındaki uhrevi ve şiirsel ilişkiye bir saygı duruşu, bir ‘homage’. O yüzden de edebiyat severlerin kısa da olsa bir ziyaretini hakediyor.
Keats Shelley House Adres: Piazza di Spagna 26, 00187 Roma
İlk yorumu siz yazın!