İstanbul Sahnelerinin Tekrar İzlenesi Oyunları
İmparatorluk Kuranlar Yahut Şümürz
Belki de Türkiye’de sahnelenen en iyi oyunlardan biri diyebileceğimiz bu oyunun Boris Vian’ı yattığı yerde gülümsettiğine eminim. Başta Reha Özcan olmak üzere her oyuncu rolünün hakkını fazlasıyla veriyor ve oyunun bir bütün olmasını sağlıyor. Bu da başarıyı getiriyor. Alternatif sahne dedikleri bir yerden böyle bir işin çıkması seviyeyi biraz yükseltmiş, iyi de etmiş.
Oyundaki o karanlık atmosfer ve kullanılan soluk renkler oyunculuklara da yansımış. Bireyi, hafızayı sorgulayan bu oyunda kullanılan kavramlar sahnede bir şekilde vücut bulmuş, özellikle küçülme ve yükselme için kullandıkları yöntem hem akıllıca hem şaşırtıcı. (Nasıl bir şey olduğunu söylemeyeceğim, gidin görün.)
Tıpkı O Gün Gibi – Kabile Sahne
İlk oyunları olan NRD ile tanıdığım bu ekibinin Tıpkı O Gün Gibi‘sini yine Barış Yücedağ yazmış. NRD ya da muadili bir oyun şuan o sahnede sahnelenmeye devam etseydi bu adamdan bu kadar uçta ve farklı iki şeyin nasıl çıktığına hayret ederdiniz. Oyuncu değiştiğini görünce Tıpkı O Gün Gibi‘ye tekrar gittim, iyi de ettim.
Oyunun bu sezonki hali daha olgun bir yapıya kavuşmuş. (ki geçen sene de kötü değildi.) Oyuncular aralarına yeni katılan yeni Dinçer’in (Ozan Erdönmez) de yarattığı etkiyle daha sağlıklı konumlanmış ki İdil Arıkan geçen sezon izlediğimin üstünde bir performans sergiliyor. Aynı şey Mahir Akgündoğdu (Bora) için de geçerli. Talha Kaya (Alper) karakterinin tüm avantajlarını iyi kullanıyor ve bunu oyunun lehine çeviriyor diyebiliriz.
Ama bu oyuna giderken bırakın konumlanmayı filan, kaç kere izlerseniz izleyin sıkılmazsınız. İkinci kez izlediğim için çok dikkatli güldüm daha sonra o kahkahalar boğazda düğümlenebiliyor çünkü. Oyuncuların da seyirciler kadar işinin zor olduğu bu oyunda rejinin sadeliği dikkatten kaçmazken bana kalırsa metnin akıcılığı, her şeyden uzak kendine has dingin ritmi ile tebriğin büyüğünü oyunun yazarı Barış Yücedağ hak ediyor.
Romeo’yu Beklerken – Yan Etki Tiyatro
Yeni mekanında (Cüneyt Türel Sahnesi) Romeo’yu Beklerken enerjisinden ve kalitesinden hiçbir şey kaybetmemiş ve oyuncu değişikliği oyuna yaramış. Sinem Reyhan Kıroğlu (Dönüşümlü oynuyorlar, tamamen mi böyle bilmiyorum) rolüne gayet iyi adapte olmuş.
Metin-reji ve oyunculukların böylesine iyi anlaştığı bir oyunun başarılı olması zaten kaçınılmaz. Tamamı içeride olan bir oyunun dinamiklerini tamamen dışarıdan alması ve bunu içeriye taşırken de bütün politikalardan uzak bir şekilde mevzunun gayet beşeri nedenlere dayandırılması hem ilgi çekici hem de çok tatlı.
Faruk Barman’a ne desem bilemiyorum. Öyle bir oyunda, öyle bir karakterle bile kendini aratıyor, her hareketiyle tebessüm ettiriyor. Yalnız Batı’dan beri her yeni oyununu merakla beklediğim bu ekibe yeni sahnesi çok yakışmış, umarım yeni sahnelerinde daha nice yeni şeyler üretirler.
Bira Fabrikası – Moda Sahnesi
Kuruluşundan beri sık sık takip ettiğim Moda Sahne’sinin Bira Fabrikası‘nda Kemal Aydoğan, Onur Ünsal ve Necip Memili çok iyi iş çıkarmış diyebilirim. (Diğerlerine haksızlık etmek istemem) Oyunu izledikten sonra geç izlemiş olmanın verdiği pişmanlığını yaşamadım değil.
Ortada çok başarılı metin ve metnin verdiği simgeleri iyi okumuş ve her şeyiyle seyirciye geçiren, seyir zevkini bir an olsun düşürmeyen bekletmeyen bir reji var. Yazarın simgelerle attığı pası Kemal Aydoğan başarılı bir şekilde göğüslemiş. (Oradaki simgeleri açınca sürprizi kaçar, oyuna gidin.)
Şiddete o kadar alışığız ve mesafeliymişiz gibi yapıyoruz ki karakterlerin bazı yönelimleri o kadar tanıdık olmasına ayıklama “bu buymuş” demek çok güç ki Avrupa’nın o şekilde yorumlanmasının çok zekice olduğunu demeden geçemeyeceğim. Bir kere izlemenin yetmeyeceği oyunlardan.
Tatbikat Sahnesi
Biletleri biraz pahalı da olsa bazı şeylerden feragat edip Tatbikat Sahnesi’nin oyunlarını izlemek yanlış bir hareket olmaz. Öyle ki buraya iki oyunu birden yazma gereği duydum.
Antabus
Nihal Yalçın’ı televizyondan tanıyıp karar vermekle ne kadar büyük hata yaptığımı Antabus oyunu sayesinde anladım. Onu izlemek çok zevkliydi. Antabus ise seyir deneyimi ile bile tekrar izlenmeyi hak ediyor. Herkes oyun başından itibaren beklediğinin tam tersi ile karşılaşıyor bu da seyiri daha zevkli hale getiriyor. 90 dakika hiç dağılmadan izleyebileceğiniz bu oyun bir diğer güzel özelliği ise metnin yerli olması. Bu tip seyir yeniliklerini yerli bir metinde görmek beni çok sevindirdi. Oyunun konusuna oyunla ilgili çeşitli bültenlerden ulaşabilirsiniz.
Blink
Gelelim Blink’e yani daha doğrusu An-Blink’e. Yine bir yerli metin ama yabancı gibi çınlıyor kulakta, ne güzel. Güzel metinler çıkınca ortaya yazarın memleketi akla bile gelmiyor. Sezin Akbaşoğulları ve Ahmet Rıfat Şungar’ın başarılı olmalarının yanı sıra samimiyetleri oyuna ayrı bir sıcaklık getirmişti. Hem gülüp, hem üzülüp hem de “n’oluyor yahu?” diyebileceğiniz tatta bir oyun. Belki başka bir final olabilirdi ama çok problem de değil. Oyundan çıkınca aklınıza takılan müzikleri kısa bir arayışa girebilirsiniz.
İlk yorumu siz yazın!