Üniversite ortamına alışmaya çalışan, New York’a yeni gelmiş Tracy ve yerinde duramayan, her günü hareketli geçen müstakbel üvey kardeşi Brooke… İki bambaşka karakterdeki genç kadının hikayesini konu edinen film, adeta bir Greta Gerwig sahnesi gibi…

Filmi izlemek için seçmemdeki en büyük etmen kesinlikle Greta Gerwig oldu. Frances Ha filmindeki performansı ile ayakları yere basan, mimiklerini ve vücut dilini kullanışı ile seyircinin sempatisini kazanan ve benim de izlemekten büyük keyif aldığım bir oyuncu. (Ek olarak Frances Ha filmi ile siyah beyaz filmlere karşı ön yargımın da gittiğini söylemeden geçemem.) İşte Gerwig’i yeniden Frances Ha‘nın yönetmeni Noah Baumbach ile bir araya getiriyor Mistress America.

Filmin konusuna gelecek olursak… Tracy, üniversite okumak için New York’a gider. Üniversite ortamına alışmak ve yeni arkadaşlar edinmekte önceleri zorluk çeker. Asosyal bir öğrencidir. Bir yandan da hikaye yazmayı çok seven Tracy, tanıştığı arkadaşı ile üniversitenin edebiyat kulübüne girmeye çalışır.

Tracy’nin evlilik sürecinde olan annesi, kızının büyük şehre alışma döneminde ona destek olması için evleneceği adamın kızı olan Brooke’u (Greta Gerwig) aramasını söyler. Brooke, New York’ta yaşayan ve her günü deli dolu geçen bir kadındır. Kendi işini kurmak için çabalayan, dıştan bakıldığında güçlü duran ama bir o kadar da kırılgan bir yapıya sahiptir. Brooke ile tanıştığı ilk günden beri onu kendine idol olarak gören Tracy, Brooke’un her hareketini gözlemler ve yazdığı hikayelerde hep onu anlatır.

Tracy rolünde izlediğimiz Lola Kirke ise adeta Greta Gerwig’in sessiz versiyonu gibi.

Filmde diyalogların yüzeyselliği hemen fark ediliyor. Yönetmenin Frances Ha’dan sonra kendini tekrar etmesi, sanki aceleye getirilmiş bir film olduğunu gösteriyor. Ancak yine de Greta Gerwig’i sevenler için izlenmesi kuşkusuz keyif verecektir.

İyi seyirler!

İlginizi çekebilir: SineMagger’dan Film Önerileri