Harika Bir Hafta Sonu Kaçamağı Önerisi: Edinburgh
Edinburgh’da (Edinboroğ diye telaffuz etmeyeni İskoçlar dövüyor) iki günde en güzel verim alacak şekilde neler yaparız, hafta sonu gitmeye değer mi gibi düşünceleriniz için madde madde yaptıklarımı yazdım ve dikkat edilmesi gereken önemli notlarımı da kendi çektiğim fotoğraflar eşliğinde ekledim. En kısa zamanda Edinborugh’da harika bir hafta sonu kaçamağı diliyorum tüm dostlarıma!
Kasım ayında bir eğitim için Manchester’a gideceğimi öğrendim, eğitim Perşembe günü akşam bitiyordu. Hafta sonu da İngiltere’de kalıp yeni bir yer göreyim dedim ve tren biletlerine bakmaya başladım. En kısa süre olan 3 saatle Edinburgh oldu. İskoç kültürü ve Edinburgh hakkında neredeyse sıfıra yakın bilgi ve değişik bir yer görme isteği ile sadece 9 pound’a tren biletimi aylar önceden alıverdim. Hayatımın en güzel seyahatlerinden birini yapacaktım, üstelik tek başıma olcaktım, 72 saatten az sürecekti ve yağmur asla durmayacaktı ama henüz haberim yoktu.
Güne Erken Başlayın – Kalkış 7:30
Edinburgh görece küçük bir şehir olduğu için görülecek yerler çok yakın; hemen hemen her yere yürünebilir. (Ama yağmurdan şikayet etmek yok; zira tanıştığım yereller sadece Haziran’ın ortasındaki iki haftada yağmadığını, onun dışında 7/24 yağdığını söylediler.) O nedenle en merkezi, en “old town” bölgede kaleyi gören ve iç dekorasyonu dünya tatlısı bir otele yerleştim. Daha kayıt yaptırırken resepsiyondakiler bana pembe gökyüzü (pink sky) seviyorsam sabah 7’de kalkmamı ve güneş doğuşunun burada güneş batışından daha pembe ve masalsı olduğunu söyledi.
Hem zaman azlığından, hem de görülecekler/yapılacaklar listemin kalabalığından 7’de kalktım ilk gün. Evet pembe gökyüzü filtresiz, instagram ayarsız süperdi, bol bol fotoğraf çektim. Sonrasında vakit kaybetmeden meşhur İskoç Kahvaltısı için yollara döküldüm.
Güneşin doğuşunu izlemek, biraz kendi kendinize kalmak, yapılacaklar listenizi gözden geçirmek veya hızlı bir sabah sporu yapmak sizi bir gram heyecanlandırmıyorsa bu adımı geçiverin. Zira 8:30’dan önce pek çok mekan açılmıyor. 🙂
Şampiyonların Kahvaltısı – İskoç Usulü
Öncelikle İskoç kahvaltısı demek İngiliz kahvaltısı demek değil; %90 benziyorlar ama iki adet farkla. İskoç kahvaltısında mini bir “haggis” var – çeşitli sakatatların kıymasından yapılan bir köfte- ayrıca bu kahvaltının tereyağı aşırı tuzlu ve keyifli. Kahvaltı için şiddetli önerim Mimi’s Bakehouse – her şey çok lezzetli ve porsiyonlar inanılmaz büyük. Buranın tuzlu tereyağını alıp krem diye sürmek isteyeceksiniz, o kadar güzel. Ayrıca kahveleri de çok iyiydi. Önerim en geç 9 gibi gidip sıra oluşmadan cam önüne kurulup kahvaltınızın tadını çıkarmanız. Bol bol gıdanızı alın, çok yürüyüp bol kalori yakacaksınız.
Royal Mile’da Yürüyüş
Henüz caddeler kalabalık olmadan Old Town’un yanyana dizilmiş hepsi başka renk ama süper uyumlu dükkanlarının yanından geçerek Royal Mile caddesine doğru yokuşu tırmanıyoruz. Bu arada Edinburgh fena halde yokuşlu, bol bol merdivenli bir şehir. Eğer kağıt harita kullanıyorsanız kendinizi sık sık gitmek istediğiniz sokağın üstünden geçen merdivensiz bir köprüde ne yapacağınızı bilmeden çaresizce aşağıdaki sokağa bakarken bulabilirsiniz. Offline kullanım özelliği olan Trip Advisor’ı kullanmanızı şiddetle öneririm.
Royal Mile bölgesi harika mimarisi olan tarihi ve çok geniş bir cadde. Burada bol bol kilise ve heykel göreceksiniz. Ekonomi okumuş biri olarak Adam Smith’i görünce ben şahsen çok sevindim. Az ilerde insanların tek ayak parmağını ova ova rengini açtıkları David Hume’a da bir selam verip bol bol fotoğraf çekerek Edinburgh kalesine doğru yürümeye devam ettim. Bu bölgeyi sabahın tenhalığında henüz turistler basmadan gezmek çok keyifli, benden söylemesi.
Edinburgh Kalesi
Adı Castle Rock olan devasa bir kayalığın üstünde 12. yüzyılda kurulan bu Game of Thrones dizisinden fırlamış gibi görünen kaleyi gezmeden olmaz. Kale sabahları 9:30’da açılıyor; akşam 17:00’de kapanıyor. Ancak 16:00’dan sonra ziyaretçi kabul etmiyor, aman dikkat! Kale derken sadece taş üstünde taş, şehre tepeden bakan bir yapı beklemeyin. Gezmeniz minimum bir buçuk – iki saatinizi alacak. İçinde birçok ücretsiz müze olan, orta ve yakın çağdaki hali birebir korunmuş, o zamanın mahkumlarının kaldığı hücreleri, lordların köpeklerinin mezarlıklarını bile aynen olduğu gibi görebileceğiniz harika bir yer. Saat başı ücretsiz turlar var ancak rehberin keyfini beklemek ve yaklaşıp daha iyi duymak için fazlasıyla hevesli Güney Koreli turistlerle itişmek istemiyorsanız 9,9 pounda lokasyonunuzu saptayıp ona uygun kısmı anlatan en güzelinden bir audio-guide kiralayabilirsiniz. Hem daha hızlı hareket edersiniz hem de ilginizi çeken kısımlarda uzun kalır, çekmeyenleri hızlıca geçersiniz.
Tüm Şehri Islanmadan Görün – City Bus / Horror Stories Bus
Özellikle kalede biraz ıslanıp, üşüyüp, Edinburgh rüzgarlarına maruz kaldıktan sonra şehri daha konforlu ve kuru bir şekilde görmek isteyeceksiniz. Hemen Weaverly Bridge’den 15 dakikada bir kalkan City Bus’a atlayın. Normalde yürüyebileceğim ya da Amsterdam gibi bisikletle gezebileceğim şehirlerde City Bus sevmem ama Edinburgh’da mutlaka binmenizde ısrarcıyım. İki nedenim var; birincisi üşütüp ıslanıp hastalanmak an meselesi. İkincisi bu otobüslerde klasik şehir anlatımına ek olarak “Horrible Stories” (Korkunç Hikayeler) seçeneği var. Ortaçağda Edinburgh’da uygulanan tuhaf işkenceleri, korkunç hayalet hikayelerini ve bir sürü gereksiz ama eğlenceli bilgiyi anlatıyorlar. Otobüste sesli gülmeye ve çok beğendiklerinizi not almaya başlayabilirsiniz!
Bu gündüz City Bus’ının geceleri siyah dekore edilmiş yemekli ve daha gotik versiyonu olan “Horror Stories” otobüsü de var. Ancak gece pek birşey göremem diye ben bu otobüse binmedim.
Gerçek Bir Haggis Deneyimi
Haggis bir kuzunun bir takım iç organlarının (kalp, karaciğer ve akciğer) soğan, yulaf ezmesi, tuz ve çeşitli baharatlarla karıştırılıp oluşan kıymamsı karışımın güzelce pişirilmesinden oluşan bir tür köfte. Genelde yanında normal patates ve tatlı patates (turuncu renkli; tadı fazlası ile pişmiş havuç gibi) püresi ve en önemlisi İskoç viskisi sosu ile servis edilmesi. Kulağa çok iç açıcı gelmese de size tadını anlatamam. Çok ama çok lezzetli. Ben her öğün en azından bir parçacık yedim. Normalde ciğer bile yiyemem, sadece kokoreç yiyebiliyorum alıştığımız sakatatlardan. Ama haggis’e bayıldım. Bir de viski sosu ile ilgili bir uyarı – asla kimse hepsini yemiyor, genelde yarıda bırakıyorlar, yemek yerden birden çakırkeyif yapıyor çünkü. 🙂
Scotch Tadım Zamanı
İşin uzmanları eşiliğinde detaylı bir İskoç Viskisi tadımı yapmak istiyorsanız ve zaman darlığından dolayı şehir sınırları içinde kalmak istiyorsanız, ikisi de şehir merkezinde, iki alternatif var: The Scotch Whisky Experience – turlar 14.5 pounddan başlıyor. Diğeri daha havalı ve rustik duran Whisky Tasting Rooms – turlar 19 pounddan başlıyor. Açıkçası ikisi de bana fazlası ile “turist tuzağı” geldi. O nedenle ben yerel publ’ardan gözüme kestirdiklerime girip barmenden bana güzel İskoç viskisi önermesini istedim. İyi ki de yapmışım. İskoçya’nın metrekare olarak en küçük pub’ının Grass Market caddesinde olduğunu öğrendim. Aynı caddede adı Last Drop olan bir pub’ın adını önündeki meydanda idam edilen mahkumların son yudum viskilerini içtiği yer olmasından aldığın öğrendim; ve en sevdikleri viskinin de Highlanpark’ın smoked versiyonu olduğunu.
Margaret Dickson pub’ın adını idam edildikten sonra mezarlığa at arabasıyla giderken aniden canlanan ve “Burası cennet mi?” diye soran Margaret’ten geldiğini öğrendim. Hatta bu pubda sadece viskimin yanında (vallahi yanında, içine dökme fikrim yoktu) cola istedim diye barmen beni uzun uzun azarladı. Sonra da tek parmağını havaya kaldırıp “Eğer ikisini tek bardakta karıştırdığını görürsem seni kapı dışarı atarım!” diye tehdit etti. 🙂
National Museum of Scotland
Burası tüm Birleşik Krallığın (Londra da dahil) en çok ziyaret edilen ikinci müzesi. Birincisi Londra Trafalgar meydanındaki National Gallery, o da konumdan kazanıyor bana sorarsanız. Tüm sergileri ücretsiz olan ve milyon milyon pound yatırım yapılan bu müzenin adının “müze” olmasına takılmayın lütfen. Dört katlı kocaman bir keşif dünyası. İster eski Budha heykelleri, ister çok farklı kültürlerin araç gereçleri, ister uzayın derinlikleri, ister evrim teorisi kanıtları.. yok yok! Ben kaldığım iki günde de güle oynaya iki defa gittim az az gezdim ama sonunda tamamladım. İlk seferinde sadece yağmurdan kaçmak için girmiştim ama iyi ki de girmişim diyorum. Mutlaka ilginizi çeken bir kat veya sergi bulacaksınız. Hiçbir şey istemiyorum diyorsanız şu harika ortamda bari bir kahve için kafesinde.
Dünya Mutfaklarından Güzel Örnekler
Edinburgh’da yerel İskoç yemeklerine ek olarak çok güzel chili con carne, pizza, ramen, sushi, Çin yemekleri, Hint yemekleri gibi sınırsız Dünya mutfağı örnekleri var. Benim deneyip önerdiklerim şöyle. Elephant House; J. K. Rowling’in saatlerce oturup Harry Potter’ı yazdığı kafe olarak baya ün yapan bir mekan. Ama hem çok güzel yerel hem de latin yemekleri var, chilisi süperdi. Tangs’s Japanese; Tokyo standardına yakın ramen yapıyor ama sahibi Mr. Tang amca biraz eserekli, mekanın ne zaman açılıp kapanacağı belli olmuyor. Bir de yağmurlu havalarda İskoç kültürü üzerine komik kitaplar alıp bira veya viskinizi yudumlarken yemeğin üstüne okumak da süper keyifli.
Aşırı İlham Veren Yürüyüşler
Şehir o kadar güzel ki, her yeri fotoğraf karesi gibi. Arada haritayı boşverin, ayaklarınız nereye çekiyorsa öyle yürüyün, etrafı kolaçan edin. Sizlerle bir de benim resmen büyülendiğim bir noktasını paylaşmak istiyorum. Greyfriars Kirkyard – burası bir kilise ve önündeki kocaman bahçesindeki mezarlık. Ama nasıl güzel, nasıl huzurlu ve mezarlar nasıl eski anlatamam. Cumartesi akşamı güneş batmasına bir saat kala uzun uzun gezindim, bol bol fotoğraf çektim. Hemen hemen tüm mezarlarda yatan insanların uzun ve detaylı hikayelerini okudum. Çok sakin ve huzur dolu bir yerdi.
Dip Not: marketlerden alabileceğiniz bizdeki çokomel’in çok büyük ve havalı pastane yapımı kuzeni “coffee cake“. Özellikle bitter olanını şiddetle öneririm. Bana otelim her gün iki adet bırakıyordu, hepsini acımadan yedim. 🙂
İlk yorumu siz yazın!