Bir gazetecilik filmi olmasından dolayı Spotlight üzerinden gazeteciliğe, haberciliğe dair ve özellikle de modasının geçtiğine inanılan araştırmacı gazetecilik üzerine pek çok ders çıkarmak mümkün. Ancak senaryo filmin gazetecilik üzerine didaktik sözler söyleyen bir söylev filmine dönüşmesine de engel oluyor. Hikayenin doğası gereği iyi bir gazetecilik nasıl yapılır konusunu anlatıyor ama bunu yaparken de araştırmacı gazeteciliğin doğası gereği heyecan ve gerilimi ağır ağır ve sabırla bir ilmek gibi örüyor. O yüzden de temposu yavaş yavaş artan ama izleyiciyi sürekli dikkat etmeye davet eden senaryo kurgusu çok başarılı. Kimi anlarda adeta bir polisiye film seyrediyormuş hissine kapılıyor seyirci.

spotlight 2
Spotlight: Araştırmacı Gazeteciliğe Bir Saygı Duruşu

Hayal gücü tanrının bir bahçesidir. O bahçede şeytanın oynamasına izin verme” – Nine filminden

Sinema için çok verimli ve başarılı bir yıl olan 2015 içinde zevkle seyrettiğim çok sayıda filmi oldu. Oscar Ödülleri bağlamında değerlendirirsek bu filmler içinde iki filmin ön plana çıktığını düşünüyorum: The Revenant ve Carol. theMagger’da bu filmler hakkında yazdıklarımı okuyanlar filmler hakkındaki görüşlerimi hatırlayacaklardır. Bu filmler dışında bir başka film, Spotlight da 2015 yılının en dikkat çeken yapımların biri olmayı ve 2016 Oscar Ödülleri’nin gözdeleri arasında yer almayı başardı.

2016 Oscarlar Ödülleri’nde en iyi film dalı için hem adayım hem de tahminim The Revenant’tı. Öte yandan aday filmler içinde Spotlight’ın da bir sürpriz yapıp ödülü alma ihtimali olduğunu düşünüyordum. Nitekim ödül günü yaklaştıkça Spotlight’ın ‘en iyi film’ ödülüne diğer filmlerden daha yakın olduğunu düşünmeye başladım ve ve bu düşüncemde ne kadar haklı olduğum filmin ödülü almasıyla doğrulanmış oldu. İtiraf etmem gerekir ki hala The Revenant’ın en iyi film olduğu konusundaki düşüncem değişmiş değil. Öte yandan Spotlight’ın da bu ödülü haketmediği söylersem büyük bir haksızlık yapmış olurum. Akademi’nin doğru bir karar verdiğine ve bu kararın sinematografik açıdan çok da tartışmaya açık olmadığına inanıyorum.

Spotlight, Katolik Kilisesi’ni ve dünyayı sarsan çok büyük bir skandalın bir grup araştırmacı gazetecinin yürüttükleri soruşturma sonucunda ortaya çıkarılmasının ve yayınlanmasının hikayesini anlatıyor. Politikaya, tarihe, sinemaya ve edebiyata biraz meraklı olan hemen herkes aslında Katolik Kilisesi’nin ve Papalık’ın yüzyıllar boyunca birçok farklı skandala imza attığını bilir. Dünya üzerindeki milyonlarca Katolik Hristiyanı temsil eden ve onların inanç sistemlerini yöneten Katolik Kilisesi’nin tarih boyunca para, toprak, savaş ve cinsellik gibi dinsel-tanrısal konular dışında kalan pek çok dünyevi konu ile yakından ilgilendiği tarihsel bir gerçektir. Başka bir deyişle Kilise pek çok kez tanrının bahçesinde şeytanın oynaması bir yana cirit atmasına izin vermiştir. Katolik Kilisesi, papaların, kardinallerin, keşişlerin tarih boyunca dahil oldukları skandallar ve olaylar yüzünden büyük tartışmaların odağında yer almış; hatta bunlar bilim, sanat, siyaset ve kültür yaşamını değiştiren ve bugünkü Batı Medeniyeti’nin temelini oluşturan Reform ve Rönesans Hareketleri’nin doğmasında da ciddi pay sahibi olmuşlardır. 15. yüzyıl İtalya’sında çok etkili olan ve iki adet papa çıkaran Borgia Ailesi ve onların maceraları denildiğinde sanırım Katolik Kilisesi’nin nasıl bir güç, yolsuzluk ve ahlaksızlık kurumu haline gelebileceği daha kolay anlaşılabilir. İşte Spotlight, bu tarihsel geleneğin 20. ve 21. Yüzyıl’a uzanan bir başka sayfasının, Katolik Kilisesi’nde görev yapan rahiplerin küçük çocuklara uyguladığı cinsel istimarın cesur bir genel yayın yönetmeninin desteği ve yönlendirmesi ile yine cesur bir grup gazetecinin yoğun çabalarıyla ortaya çıkarılmasının sinemaya başarıyla aktarıldığı bir film.

spotlight 1
Spotlight: Araştırmacı Gazeteciliğe Bir Saygı Duruşu

Spotlight 1976 yılında bir gece vakti Boston’da bir karakolda görevli polislerin birbirleri ile o anda yaşanan olay hakkında konuşmasıyla açılıyor. Bir anne ve bir amca mahallelerindeki kilisenin rahibinin çocukları istismar ettiği iddiasıyla şikayette bulunuyorlar. Bir piskopos karakola geliyor ve bir avukatın da yardımıyla aileyi rahibin o kilisedeki görevden alınacağına dair verdiği sözle suçlamada bulunmamaları yönünde ikna ediyor. Rahip ve piskopos karakoldan ayrılıyorlar ve olay kapanıyor. Yıllar sonra, 1990’ların sonunda karakolda yaşanan o gecenin bu skandalda aslında ne kadar önemli rol oynadığı anlaşılıyor. O gece o karakolda meydana gelenler skandalın üstünün nasıl örtüldüğünü gösteren iyi bir örnektir ama aynı zamanda da olayın ortaya çıkmasında çok önemli bir rol oynamaktadır. O geceden yıllar sonra Boston Globe gazetesinin başına geçen ve Bostonlu olmayan genel yayın yönetmeni Marty Baron yaptığı bir inceleme sonucu gazetede o geceye ilişkin yapılan habere rastlar ve konu ile ilgili dosyanın yeniden açılmasını ister. Baron’un bu isteğiyle birlikte gazetenin araştırma biriminde yer alan gazeteciler olayın üzerine gitmeye başlarlar ve uzun bir araştırma-soruşturma süreci sonunda da Boston’da düzeni oluşturan farklı kesimlerin üzerini örttükleri skandalı ortaya çıkarırlar.

Filmde de yansıtıldığı üzere Katolik Kilisesi yoğun Katolik nüfusun yaşadığı pek çok yerde olduğu gibi Boston’da da çok güçlü ve etkin bir kurumdur. Bu da Kilise’yi kurumlar içinde en dokunulmazlarından biri haline getirmektedir. Olayın üstünün kapatılması ve araştırmaları sırasında gazetecilere bu yaptıklarının şehre zarar vereceği yönünde uyarılar yapılması hem Kilise’nin bu gücünün hem de olayın ortaya çıkmasının şehrin itibarını da olumsuz etkileyeceğine dair inancın bir sonucudur. Tümü de Bostonlu olan gazetecilere araştırmaları sırasında Boston Globe Genel yayın yönetmeni Marty Baron’un Bostonlu olmamasına ve hatta Yahudi olmasına dair yapılan imalarda bir Boston şovenizmi ve alttan alta bir anti-semitizm sezinlenir.

Film yavaş bir tempoda ama etkileyici, izleyeni ağır ağır konusunun içine alan bir ritimde ilerler. Bu ritm bize araştırma yapan gazeteciler ile beraber adeta o araştırmanın içindeymiş hissi verir. Skandalın kurbanlar ile görüşmeler başladığında ve skandalın boyutlarıyla dehşeti ortaya çıkmaya başladıkça filmdeki gerilim ve tansiyon da artar. Önce 13 olarak belirlenen olay sayısının 90’a yükselmesiyle birlikte skandalın yaygınlığı karşısında gazeteci ekibinin stresi artar; kendi aralarında da ufak çaplı tartışmalar yaşarlar. Film ekibin bu durumunu gerçekçi bir şekilde zorlamaya gitmeden başarıyla anlatıyor.

spotlight 6
Spotlight: Araştırmacı Gazeteciliğe Bir Saygı Duruşu

Gazetecilerin görüştüğü kurbanlardan biri şöyle diyor: ‘Bir rahip istimar ettiğinde bu sadece fiziksel değil ruhsal bir taciz de oluyor.’ Kurbanların neredeyse tamamının gözünde rahip bir insan değil temsil ettiği kurumun kendisi. Tüm kurbanlar rahipler aracılığı ile inanmanın ötesinde hem insanlara hem de insanlardan öte kurumlara güvenmek istiyor. Kurbanların yaşadığı en büyük travma da işte bu noktada başlıyor. İnsanların gözünde kiliseyi, dolayısıyla da inancı ve tanrıyı temsil eden rahipler onlara ihanet ederse, başka bir deyişle insanlar kiliseye dahi güvenemezlerse güvenecek kim ve ne kalacak? Film bu tartışmayı da senaryonun bir erdemi olarak izleyicinin gözüne sokmadan ve görece de bu konuda tarafsız kalarak ortaya koymayı başarıyor.

Filmin değindiği konular gereği ister istemez tartışma inanç ve din alanlarına da  geliyor. Film bu konuda da şu tartışmayı ortaya atıyor: Kilise bir kurum ve insanlardan oluşuyor. Oysa inanç sonsuz. İkisini ayırmak ne oranda mümkün? Bernard Law, Baron ile görüşmesinde şöyle diyor: ‘‘Bilgi önemli evet ama inanç… inanç başka bir şey.’’ İnancın gücü insanların kiliseye olan güvenlerinin kökünden sarsılmasına rağmen dine ve Katolikliğe olan bağlılıklarını korumaya yetecek mi? Filmin senaryosu çok doğru bir tavırla bu tartışmayı da gündeme getiriyor ancak bir tavır almıyor, tarafsızlığını bozmuyor. Tartışmayı ve yorumu izleyiciye bırakıyor; özünden, anlattığı hikayeden ayrılmıyor.

Filmin Oscar kazanan senaryosunun en büyük erdemi anlattığı hikaye itibariyle kilise, din, inanç gibi üzerinde spekülasyon yapmaya çok müsait konuların tartışmasında kontrolü kaybetmemesi. Josh Singer ve Tom McCarthy’nin hikayesi konusu itibariyle bu tartışmalara ister istemez girmek zorunda kalıyor ama çok başarılı bir biçimde bu tartışmalarda kaybolup asıl anlatmak istediği konudan, bir gazetecilik araştırmasından, kopma riskini bertaraf etmeyi başarıyor. Bütün bu teolojik tartışmalara hikayenin gereği olarak değiniyor ama derine inmeden hikayesine dönüyor; tartışmayı izleyiciye bırakıyor. Dolayısıyla da bir ‘gazetecilik’ filmi seyrettiğimiz gerçeğinden hiç kopmuyoruz. Senaryo, filmin amacına mükemmel bir şekilde hizmet ediyor. Her şeyin yerli yerinde anlatıldığı senaryo filmin en önemli unsuru olarak da ön plana çıkıyor. 

spotlight 4
Spotlight: Araştırmacı Gazeteciliğe Bir Saygı Duruşu

Bir gazetecilik filmi olmasından dolayı Spotlight üzerinden gazeteciliğe, haberciliğe ve özellikle de modasının geçtiğine inanılan araştırmacı gazetecilik üzerine pek çok ders çıkarmak mümkün. Ancak senaryo filmin gazetecilik üzerine didaktik sözler söyleyen bir söylev filmine dönüşmesine de engel oluyor. Hikayenin doğası gereği iyi bir gazetecilik nasıl yapılır konusunu anlatıyor ama bunu yaparken de araştırmacı gazeteciliğin doğası gereği heyecan ve gerilimi ağır ağır ve sabırla bir ilmek gibi örüyor. O yüzden de temposu yavaş yavaş artan ama izleyiciyi sürekli dikkat etmeye davet eden senaryo kurgusu çok başarılı. Kimi anlarda adeta bir polisiye film seyrediyormuş hissine kapılıyor seyirci.

Filmde görkemli olmayan ama ufak kurgusal dokunuşlar ve düşük sesli olmalarına rağmen yerinde edilmiş sözlerle örülü çok etkili sinemasal anlar var. Örneğin araştırma grubunun üyesi bir olan Matt’in (Brian d’Arcy James) istismarcı rahiplerden birinin kendi mahallelerinde oturduğunu öğrenince gece yarısı evinden koşarak çıkıp o evi kontrol etmesi ve sonra da çocukları oradan geçmesin diye buzdolabına evin resmini asması; Robby’nin (Michae Keaton) arkadaşından olaya karışan rahiplerin isimlerini listeden seçmesini istediğinde arkadaşının listedeki tüm isimleri yuvarlak içine alması ve filmin sonunda tacizlerin yaşandığı yerlerin listesinin uzunluğu gibi unsurlar filmin etkileyici bir atmosfere sahip olmasını sağlıyor. Yine filmin en önemli sahnelerinden birinde genel yayın yönetmeni Baron Law ile yaptığı toplantıda kilisenin olay ile ilgili işbirliği teklifini reddediyor ve ekliyor: ‘Gazete yalnız (bağımsız) durmalı’.

spotlight 3
Spotlight: Araştırmacı Gazeteciliğe Bir Saygı Duruşu

Başta Oscar adayı Mark Ruffalo ve yine Oscar adayı Rachel McAdams olmak üzere Michael Keaton, Liev Schreiber, John Slattery, Brian d’Arcy James ve elbette Stanley Tucci çok başarılılar. Bu oyunculuk performansları ile tümünün de Oscar adaylıklarını hak ettiğini düşünüyorum.

Spotlight çok dramatik ve hassas bir konuyu elinden geldiğince soğukkanlı ve olgun bir şekilde anlatıyor. Dine saldırmıyor, inancı sorgulamıyor. İzleyici için belli tartışma alanları yaratıyor ama hemen geri çekilip asıl konusuna odaklanıyor. Film pek çok açıdan eski tarz gazeteci filmleri ekolüne de bir saygı duruşu olarak kabul edilebilir. Muhtemelen Spotlight,  Alan J. Pakula’nın Watergate Skandalı’nı ve onu ortaya çıkaran Washington Post muhabirleri Carl Bernstein ve Bob Woodward’un hikayesini anlatan 1977 tarihli dört oskarlı All the President’s Men (Başkanın Tüm Adamları) başyapıtı ile birlikte sinema tarihinin en efsanevi ve unutulmaz gazetecilik filmi olarak sinemaseverlerin hafızalarında yer edecek.

Filmin anlattığı olayın gerçeklerine gelirsek…. Tüm bu olanlardan sonra büyük bir utanç içinde görevinden istifa etmek zorunda kalan Bernard Law şöyle diyor: ‘Benim eksikliğim ve hatalarımdan dolayı acı çekenlerden özür diliyorum ve beni bağışlamaları için onlara yalvarıyorum.’

VATICAN POPE
Spotlight: Araştırmacı Gazeteciliğe Bir Saygı Duruşu

Yıllarca süren ve Law’un bilmesine rağmen ses çıkarmadığı cinsel istismar olaylarının mağduru olan binlerce çocuk ve aile Law ve onun altında görev yapan diğer kilise mensuplarını affetti mi? Bu tanrı ile onların arasındaki bir mesela ama Katolik Kilisesi’nin ve onun başındaki Papa’nın tüm bu olanlara rağmen Law’u affettiği çok açık. Bırakın yaptıkları için bir ceza çekmeyi Law ödüllendirilerek Papa II. John Paul tarafınan Roma’da çok önemli bir göreve getirildi. Law, Papa tarafından Roma’daki en önemli dört Katolik Kilisesi’nden ve Papalık Bazilikaları’ndan biri olan Basilica di Santa Maria Maggiore’nin başına atandı. 2011’de yaş haddinden dolayı emekli olana dek bu görevde kalan Law Vatikan’daki en etkili kardinallerden biri olmaya devam etti.

Bernard Law bugün 85 yaşında ve Roma’da diplomatik davetlerde boy gösterek, canlı bir sosyal hayat yaşayarak ve mimari bir şaheser olan Palazzo della Cancelleria sarayında ikamet ederek rahat bir emeklilik hayatı sürüyor. Bilemiyorum sırtında bu kadar günah ve beddua ile ruhu huzurlu mu? Yalnız varlığı ve bugünkü durumu tartışmasız olarak şunu kanıtlıyor: Tüm halkla ilişkiler çalışmalarına ve şu anda gerçekten çok sevilen, Vatikan’ı ve Katolik Kilisesi’ni üzerine bulaşan çamurdan temizlemeye uğraşan Papa Francis’e rağmen Kilise kendisine yönelik tartışma ve eleştirilerin odağı olmaya devam edecek. Spotlight bu durumu sinema aracılığıyla bir kez daha tarihe not düşüyor.