Anomalisa: Benliğimizi Sorgulatan, Kendimizle Tanıştıran Film
!f 2016’nın açılış filmi olan, içinde gerçek insan barındırmayan fakat insanı en güzel anlatan, en insansı film “Anomalisa”. Charlie Kaufman insanı içine döndürüp odaklandığı açıdan kendini sorgulatan filmleriyle bildiğimiz bir yönetmen. Bu sefer Michael isimli, müşteri hizmetlerine dair yazdığı kitapla tanınan karakterimiz konuşma yapmak için Cincinnati’ye gider ve kimsenin sesini, yüzünü ayırt edemediği bir kapana kısılmışken herkesten farklı Lisa ile, Anomalisa’sıyla tanışır. Bu hikayeyi izlerken biz de benliğimizi sorgulayıp, kendimizle bir kez daha tanışmaya adım atarız.
Bir filmin ismi sizi etkileyebilir mi, sadece adıyla daha izlemeden bağlanabilir misiniz bir filme? Benim için bu sorunun cevabı “evet”, çünkü Anomalisa… ‘Normal’ kabul edilenin, alışılmışın içinde, biricik ve ‘farklı’ olandır anomali. Ya da herkesin gittikçe sıradanlaşıp, her şeyin eşsizliğini kaybettiği dünyamızda yönelmek istediğimizdir diyelim… Size uzak gelmiyorsa bu, kalbimizi kaptırdığımız insanları nasıl birbirine yakın noktalarda seçtiğimize bakabiliriz şimdi. Kimilerine uymayacak bir genelleme olsa da, her seferinde bizi sıradanlıktan kurtaracak olduğuna inandığımız koşmuyor muyuz? Nedir bilmiyoruz onu farklı kılan, bize iyi gelen veya bizi anlayan tek kişi gibi hissettirip belki de en sıradan olan bu insana kapılışımızın mantık içeren bir açıklaması olmaz genelde. Bir başka gelir bize ve tutuluruz bu kişinin yarattığına inandığımız farklılığa. Charlie Kaufman, Anomalisa’sı ile bize insanın kendi farklı olanını, başka bir deyişle “iyi gelenini” bulmasını anlatıyor tüm derinliği ile. Bunu yaparken bizi sadece ilişki seçimimizi irdelemeye itmiyor Kaufman bir çok soru ve boyut ile geliyor… En önemlisi benliğimizi sorgulatıyor Anomalisa ile.
Ne olduğumuz, neden olduğumuz, aynılığımız, farklılığımız, yalnızlığımız ve aşkımızı, kimse filmini kuklalar ile yaparak bu denli acıtan bir gerçekliğe bu denli insanı kendiyle yüzleştiren bir etkiye sahip şekilde çekemez dedirtiyor Kaufman. Neden kuklalar peki? Lisa ve Michael’ı diğerlerinden ayıranları fark edince filmin akışında anlıyorsunuz; diğer herkesten farklı sesleri, davranışları, mimikleriyle farklılaşıyorlar. Hem sizin için, hem birbirleri için… Maskeleri arkasına saklanmış insanlar içinde herkese, kendine yabancılaşan Micheal’ı özümsüyorsunuz, sonra bedene yüklenen anlamın fazlalığını hissediyorsunuz kuklalarda kendinizi bulup kahramanların insan formunda olup olmaması önemini yitirirken.
Tüm filmlerinde “insana” odaklanan ve odaklandığı noktayı başarıyla hissettiren, gözünüzün önüne seren yönetmenimiz bu sefer iç sesimizi, düşünmekten kaçtıklarımızı, takıntılarımızı ve çaresizlerimizi ele alıyor ve tüm vuruculuğu ile fırlatıveriyor hem zihnimize hem kalbimize. Bittiğinde iyi hissettiren filmlerin yönetmeni olmadığını tekrar anlıyoruz Kaufman’ın. İçimize baktırıyor, içimize ağlatıyor…
İlk yorumu siz yazın!