The Eye of İstanbul: Bir Ara Güler Belgeseli
“21. yüzyılda kimse kimseyi aramıyor. Dünya değişiyor. Hüznün resmini çekmek istedim. Hüznün de resmi çekilir.” diyecek kadar naif, çektikleri içinse “ Bu benim arşivim değil, Türkiye’nin arşivi” diyecek kadar bu ülkeye ait bir insan. Picasso’nun tek bir fotoğrafını çekebilmek için tam üç yıl etrafındaki herkesle tanışıp bira ısmarlayarak ona yaklaşmaya çalışan, sonunda aklına koyduğunu yapan bir fotoğrafçı. “Hayattan tat almıyorlar, para alıyorlar.” gözlemini üzülerek ortaya koyan güzel insan Ara Güler. Aynı yüzyılda yaşamış olduğum için kendimi şanslı hissettiğim yaşayan efsane ve onun gözünden onun şehri İstanbul. The Eye of İstanbul (İstanbul’un Gözü) belgeseli Ara Güler’i ve İstanbul’u tanımak için çok doğru bir kaynak…
Bilindiği üzere Ankara, sanatsal etkinlikler açısından İstanbul gibi çok zengin değil. Bu yüzden olacak ki Cer Modern’de böyle bir belgesel gösterimi olacağını, üstelik gösterimin Ara Güler’in katılımıyla gerçekleşeceğini duyan biz Ankaralılar koşa koşa gittik. Her yaştan insanın büyük ilgiyle izlediği ve Ara Güler’e hayranlıklarını sunduğu etkinlikte belgesel dışında en çok ilgimi çeken şey; Güler’in 87 yıllık ömrüne bu kadar insanın sevgisini kazanacak ne güzel şeyler sığdırabilmiş olduğuydu. İnsanların Ara Abi’si olabilmiş, onlara kendi dünyasının kapılarını açmış, onların dünyasına girebilmişti. Tüm bu düşüncelerle ve kocaman alkışlarla karşıladık Ara Güler’i. Gösterim başladığındaysa bize bizi anlatan, bize dair her şeyi çat diye yüzümüze vuran ama bir yandan da şefkatiyle, mizahıyla sarıp sarmalayan Ara Abi’miz yine karşımızdaydı.
Ermeni bir ailenin çocuğu olarak İstanbul’da dünyaya gelmiş, 6-7 Eylül’ün acı yüzünü bile mizahına, sanatına malzeme edebilmiş, hep oraya ait olmuştu. Bize İstanbul’u ondan güzel kim gösterebilirdi ki zaten? O da en büyük aşkını haykırdı vizöründen, İstanbul’u fotoğrafladı.
Bir diğer aşkı ise karısı Suna Hanım’dı… Ondan bahsederken gözleri dolu bir Ara Abi görüyoruz, kaybettiği eşini hala çok seven bir Ara Güler. Bence sevgi, onu bu kadar efsane yapan yegane şeydi. İnsanları, hayatı önyargısız seviyor olması sağlıyordu bu kadar üretken olmasını. Onun farkı; fotoğrafını çektiği herkesi tanıyor oluşu, onların hikayelerini biliyor olmasında. “Fotoğraf hikayede başlar.” diyor ve bence yolun başındakilere en büyük taktiği veriyor. Dünyanın en yetenekli fotoğrafçılarının olduğu MAGNUM’da 600 tane fotoğrafı bulunan Ara Güler, “Çektiklerimle İstanbul kaybetmekten kurtuldu. Kimsenin de umurunda olmazdı, tarihi kaydediyorum.” diyor. Charlie Chaplin’i çekebilmek için kapısında yatan, Salvador Dali’nin çılgınlıklarına maruz kalan bir fotoğraf aşkından bahsediyoruz.
The Eye of İstanbul (İstanbul’un Gözü); Ara Güler’in bir sergisinin hazırlığı çerçevesinde onu ve İstanbul’u, geçmişi ve bugünüyle çok güzel göstermiş. İlk gösterimini Washington DC Bağımsız Film Festivali’nde yapan film ödül almış. Ankara gösteriminin yapıldığı 23 Nisan günü yapımcı Ümran Safter, Los Angeles gösterimine gideceklerini paylaştı seyirciyle, eminim ki daha çok ödül alacaktır filmleri.
Ara Güler’e sadece fotoğrafçı, fotoğraflarına da sadece fotoğraf olarak bakılmamalı; arkasındaki hikayeleri okuyabilmeli. Dünyaya onun bakış açısından bakabilmek büyük ayrıcalık insanlık için. 21. yüzyıl Türkiyesi’nin en büyük hümanistlerinden olduğunu düşündürüyor insana söyledikleriyle. Yazıyı ustanın en içime dokunur sözleriyle sonlandırırken, Eye of İstanbul belgeselini izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.
“Her atılan kurşun, giderse yerine; öteki dünyanın biletidir. İnsanlığın farkına varmazlığından faydalanır yamyamlar…”
İlginizi çekebilir: Gülfem Karcı’dan “Magnum: Efsanevi Fotoğraf Ajansının Hikayesi”
İlk yorumu siz yazın!