Kurmacanın Gücü Üzerine Metafizik Bir Film: Blind / Körlük
Pera Müzesi ve theMagger işbirliğiyle hazırlanan yazılar, Pera Film’in geçtiğimiz ay boyunca devam eden “Hayatta Olmaz! Metafizik ve Sinema” başlıklı gösterim programı ile devam ediyor.
Pera Film’in Hayatta Olmaz: Metafizik ve Sinema gösterim programının Kuzey Avrupalı filmlerinden Blind (Körlük), izleyenleri anlatıcısının zihninde bir yolculuğa çıkarıyor, kurmacaya olan ihtiyacın köklerini inceliyor. Geçirdiği bir kaza sonucu görme yetisini yitiren Ingrid ile baş başa geçireceğiniz dakikalarda sizi, dozunda ve zekice bir mizah ile harikulade bir senaryo ve kurgu bekliyor.
Filmin, başlığında metafizik geçen bir gösterim programında yer alması tabii ki tesadüf değil; Blind’ın ele aldığı körlük, fiziksel bir körlükten çok daha ötesi… Zira film, Ingrid’in görmezliğini değil, görmezliğinin zihnine, hayal gücüne ve zihninde yarattığı dünyaya olan etkilerini işliyor. Renkleri, yüzleri, cisimleri, şeyleri artık göremeyeceğini çoktan kabullenmiş, bu durumla yaşamayı hatta bu durumla dalga geçebilmeyi bilen bir kadın Ingrid.
Filmin girişindeki cümleleri ile bize körlüğün zihnine olan etkilerini anlatıyor. Neye benzediğini kolayca hatırladığı bazı şeyleri zihninde canlandırmanın kolaylığını… Aksine, bir mekandan bahsedildiğinde çektiği zorluğu, bu zorluğu aşmak için aşina olduğu mekanları örnek olarak kullandığını, detayları ve anıları kullanarak bütüne doğru gitmeye çalıştığını… Bir buçuk saat boyunca bize anlatacaklarının hangi temellere dayanacağını böylece anlamış oluyor ve gözleri görenler olarak bizlerin de zihnimizde kurduğumuz hikayeleri, oynattığımız senaryoları benzer temellere dayandırdığımızı fark ediyoruz belki de.
Ingrid, oturduğu, düşündüğü, kurduğu, yazdığı sandalyesi ve koltuğunun dışındaki dünyaya hazır olup olmadığını bilmiyor. Eşinin ona sadık kalıp kalmayacağını, ondan sıkılıp sıkılmayacağını, ona acıyıp acımadığını bilmiyor. Bir çocuk isteyip istemediğini, bir çocukları olursa eşinin buna vereceği tepkiyi bilmiyor. Ve tüm bu bilinmezlikler arasında kalan bir insan olarak, görmezliğine oldukça soğukkanlı ve kabullenmiş bir şekilde yaklaştığını düşündüğümüz Ingrid’in aslında korkuları olduğunu anlıyoruz. Eşi Morten’in ve komşuları Elin ve Einar’ın hikayesini anlatıyor gözükse de, Ingrid’in bize kendi hikayesini anlattığını, bize kendi zihninin kapılarını açtığını farkına varmak çok uzun sürmüyor. Filmin tüm hikayesi onun duyguları, içgüdüleri ve hisleriyle şekillenirken, tüm görselliği de onun anımsadıklarıyla cisme bürünüyor.
Kurgunun gücünü, yazma ihtiyacının altındaki nedenleri, hikaye anlatımının dolambaçlı yollarını oldukça eğlenceli, yaratıcı ve oyuncaklı bir şekilde anlatıyor Eskil Vogt’un filmi. Norveç sinemasının son yıllarda dikkat çeken yönetmenlerinden Joachim Trier’in filmlerinin senaristi olarak tanıdığımız Vogt, bu ilk filmi ile Reprise ve Oslo, 31. august’tun izinden gidiyor. İnsan psikolojisinden anlayan ve kurmacanın zihnin dolambaçlı yollarında izlediği rotayı iyi kavramış bu zekanın ürününün metafizikle olan yakından ilişkisini görmezden gelmek neredeyse imkansız.
IMDb Puanı: 6.9/10
İlk yorumu siz yazın!