İzlanda'ya Giriş: Nasıl Gitmeli, Ne Giymeli
Konuya girmeden direkt olarak pazarlığımı yapacağım. Uzun yazılar ve bol bulutlu günler bizi bekliyor. Boş durmadım ve yazıları uzun uzun okumaktan sıkılanları da düşündüm, haydi yine iyisiniz. Sizler için de, elimde bol miktarda fotoğraf var. Fotoğrafları düzenlerken ve seçerken o kadar heyecanlandım ki, tekrar gitmiş kadar oldum! Üzerimde sebepsiz bir coşku, aralardan gelen gereksiz bir de melankoli var.
Bu seyahate karar verme ve bileti alma arasında geçen süre o kadar azdı ki -henüz 24 saat bile dolmadan iş bitmişti- ilerleyen günlerde mezuniyetimin de coşkusuyla, ‘Yeneceğim seni İzlanda!’ modunda, tüm enerjimi bu ülke hakkında araştırmalar yapmaya adadım. Bilgiye aç olan ben, bulabildiğim her kaynağı yutmak istiyordum ama şanssızlık şu ki, elimde yutabilecek pek de bir kaynak yoktu. Bu yüzden ben de, sade bir vatandaş olarak, memleketimizin bu bug’ını kapatmak adına şu İzlanda meselesini oldukça detaylı ve ballı bir şekilde, parça parça anlatmayı planlıyorum.
İzlanda Nedir?
Burası, altı fokur fokur kaynayan, tamamiyle volkanik olan bir ada üzerine kurulmuş fantastik bir ülke. Nüfus 320.000 civarında. Bunu ilk duyduğumda içimden okkalı bir ‘haadi canım!’ çeksem de bu konu şakaya gelmiyor, fazlasıyla gerçek. İstanbul’un nüfusunun bu yıl itibariyle 15 milyon’a yaklaştığı düşünülürse hakikaten sürreel bir rakam. İlginçlikler bununla da kalmıyor, bu nüfusun çok büyük bir yüzdesi ciddi anlamda müzikle uğraşıyor! Tüm gün rutin işlerini yerine getiren, eğer karda bir yabancının arabası kalırsa kahramanca onu kurtarıp gururla yuvasına dönen bu insanlar müzik üretimi işlerine kaldıkları yerden devam ediyorlar. İnanılmaz değil mi?
Björk gibi bir müzisyeni çıkaran bu ülkede doğa, tüm ağırlığını koyarak başrolün dibini oynuyor. Buzullar, volkanlar, şelaleler, gayzerler ve kuzey ışıkları gibi coğrafya derslerinde ismini bolca duyduğumuz tüm hikayeler burada fazlasıyla gerçek. “Ah canım ya görmemişim çukuru, az kalsın magmaya düşüyordum, iyiyim iyiyim merak etme” tadında sohbetlerin yaşanma ihtimalinin bir hayli fazla olduğu, film seti kıvamında bir yerde yaşasaydım eminim benim içimden de bir Flumevari bir şeyler çıkabilirdi. Üstüne, ‘Secret Solstice’ adında, dünyanın birçok dergisi tarafından Coachella ve Glastonbury’e eş görülen inanılmaz havalı bir festivalleri var. Konserlerin bir kısmı, Langjokull’da, yani Avrupa’nın en büyük buzullarının birinin içinde gerçekleşiyor! Off! Bir ülke daha ne kadar cool olabilir?
Gelelim elf meselesine. Yola çıkmadan önce İzlanda halkının bu anlayışına, ‘Adamların bir bildiği vardır canım’ diyerek hemen adapte oldum ve akabinde ben de elflere inanmaya başladım. Gitmeden önce elflerin bana görüneceğinden o kadar emindim ki… Kötü haber: Görünmedi.
İzlanda halkı tatlılığın sınırlarını fazlasıyla zorluyor. Elflere, trollere inanmakla kalmıyor, devletin bazı kurumlarında elflerle iletişim kurmakla görevli (!) insanlar çalışıyor, bir yol yapılacağı zaman elflerden izin alıyor. İzlanda’dayken benzer olayları, ‘Elfler burada yaşasaydı neler olurdu’ diye hep Türkiye için düşündüm. Muhtemelen üç günde adamlara illallah dedirtip ülkenin üstüne kilidi vurdurturduk.
İzlanda’ya Nasıl Gidilir?
İzlanda uzun zamandır kafamıza koyduğumuz bir destinasyondu fakat bir türlü uygun zamanı kollayamıyorduk. Tam zamanı bulduk, bu sefer de fiyatı pek uygun bulamadık… Yine böyle, uçak biletlerine dertlendiğimiz bir akşamda arkadaşlarımızdan biri tesadüfen İzlanda’ya gidiş bileti aldığından bahsetti. (Selam Canan) Biz de “Yok artık yahu, nasıl aldın, ne zaman aldın, nerden aldın, kaça aldın?” şeklindeki sorularımızı ardarda sıralayınca farkettik ki Canan’ın kendisine almış olduğu bilet, bizim kendimize baktığımız biletin neredeyse yarı fiyatı! O saatten sonrası malum, tokuşturulan kadehler falan derken ertesi gün biletlerimizi aldık.
İzlanda, Schengen bölgesinde olduğu için vize konusunda çok da endişelenmeye gerek yok. İstanbul’dan direkt uçuş yok, biz Oslo üzerinden uçtuk, hatta bir gece de Oslo’da kaldık. Oslo istemezseniz Kopenhag seçeneği de mevcut. Wow Airlines, İzlanda’nın low-cost bir havayolu şirketi. Biz onu kullandık, memnun kaldık ve hiçbir problemle karşılaşmadık. Yaşasın ufak esnaf!
İzlanda’da Ne Giymeli?
Resimden de az çok anlayabileceğiniz üzere burada epey bir buzul var. Başkent Reykjavik, kutup bölgesine en yakın başkent olma ünvanını taşıyor. Biletleri almadan önce bile bu bilgilere fazlasıyla sahipken gidişimize bir hafta kala, sevgili ablam ve ben, bağışıklık sistemimize ve İzlanda çevresinde dolanan Gulf Stream akıntısına dair gereksiz bir güven duymaya başladık:
– Mont ne alıyorsun yanına?
+ Kışlık kabanımı işte, kot ceketimi alıyorum.
– HAHAHAHA (Gereksiz kahkahalar)
(Birkaç dakika sonra…)
– Zaten ne gerek var canım, Gulf Stream var orada, hiç okumadın mı?
Beş yıldır Ankara’da yaşamama rağmen dört yıl boyunca her kış kot ceketi büyük bir mutlulukla giydim, kaban kullanımını reddettim. Baktım havalar biraz soğuyor (Mesela kar yağmış!) kot ceketimin üzerine battaniye kıvamında bir şal dolayarak bu sorunu kökünden hallettim. Dört yıl boyunca bu durumumdan habersiz olan annem, geçirdiğim en son kış ayında bu halimi tesadüfen görerek yanımda ufak çaplı bir kriz dalgası yarattı ve beni kaban almam için dışarı çıkardı. O heyecanla ve nasıl olsa pek de kullanmam gazıyla, önüme çıkan ilk şeyi aldım.
Bavulumu hazırlarken, ‘Haydi bakalım bu da şöyle bir yanımızda olsun.’ diyerek bu bahsettiğim kabanı yanıma, ablam için ise üniversiteye ilk başladığım yıllarda Zara’dan aldığım, soğuktan korumak dışında her halta yarayan diğer kabanımı aldım. Burada dikkatinizi çekiyorum, ablamın da bir kabanı yok.
Peki neden bu kadar anlattım?
Bahsedilen bir Gulf Stream sıcak su akıntısı var, evet. Fakat ben kendisinin tam olarak nerede olduğunu, fazlaca esen rüzgardan ötürü pek kavrayamadım. Uçak iniş için alçalmaya başladığında yüzümde gereksiz bir gülümseme yayılmaya başladı. Hep okuyoruz:
İzlanda harika bir ülke, yaşamak için çok elverişli! Polis yanlışlıkla birisini vurmuş ve ailesinden özür dilemiş! Dünyada eşcinsel olduğunu açıkladıktan sonra göreve gelen ilk başbakan buradaymış! Eğitim seviyelerine ne diyosun, herkesi tokatlar!
Bu gibi haberlerden sonra yüzüme bir ‘barış’ dalgasının çarpmasını bekleyip gülümsememe devam ederken tokat gibi soğuk hava çarptı! Ciddi söylüyorum, neye uğradığımı şaşırdım. İnanılmaz bir rüzgar var, bunu herkese söylemeyi artık kendimde bir görev edindim. Yapmayın, şeytana uymayın. Herkes montunu, rüzgarlığını, içliğini, kazağını yanına alsın. Bir de mayo! Mayo neden? Çünkü bu ülke az önce de söylediğim gibi fokur fokur kaynıyor ve her köşesinden bir jeotermal enerji fışkırıyor. Mayo olmazsa olmaz! Kabanı unutun, mayoları unutmayın!
Onun haricinde, ayakkabı önemli. Su geçirmeyen bir ayakkabı olsun, kalın tabanlı ve rahat olsun, sizden mutlusu yok. Benim ayakkabım tabii ki de zaman zaman su geçiriyordu. Bu konu için ürettiğim dahiyane çözüm, yanımda ekstra çorap taşımak oldu. Baktım buzullarda yürüyünce ayaklarım hafif ıslandı, hoop arabaya, çorapları değiştirmeye.
Zaten almazsınız, yine de söyleyeyim. Sakın şemsiye almayın. O kadar şiddetli bir rüzgar var ki, yağmur yağdığı zaman o rüzgar o yağmuru yerden yağdırtıyor!
Şimdilik bu kadar, geri kalan bölümler fırında!
Muhteşem bir seri geliyor gibi. 🙂 Heyecanlıyız! Yeni bölümleri ve maceraları da bekliyoruz 🙂 Çok teşekkürler!
Merhaba 🙂 Çok sevindim! Geri kalan yazılar da en kısa zamanda geliyor 🙂
Sevgiler!