Santa Monica'da Yaşamak: İlke Kaya ile Harika Bir Sohbet
“Türkiye’den başka nerede yaşayabiliriz?” diye araştırıp, farklı bir ülkede yeni bir hayat kurabilmek için heyecanlanırken bir yandan geleneklerimiz, ailemiz, geçmişimiz bizi burada tutuyor. theMagger’ın röportaj dizisi “Yurt Dışına Yaşamak” ise buna cesaret etmiş ve bunu başarmış olanların hikayelerini anlatıyor. Bu haftaki konuğumuz, yurt dışı serüvenine ABD’nin doğu yakasında başlayıp ardından batıda Seattle ve Santa Monica’da devam eden İlke Kaya.
İlke, öncelikle kısaca kendinden bahsedebilir misin?
Doğma büyüme İzmirliyim, lise eğitimimin sonuna kadar orada yaşadım. Üniversite eğitimim için İstanbul’a taşındım ve İsveç’te kısa bir exchange macerasından sonra yüksek lisans için ABD’ye geldim ve 8 seneyi geçkin süredir burada yaşıyorum.
Ne zaman ABD’ye taşındın? Nasıl gelişti süreç, kısaca bahsedebilir misin?
Üniversite üçüncü sınıfın yazında Massachusetts’de bir üniversitede araştırma stajı yapmıştım, bu staj sırasında çevredeki üniversitelerin bilgisayar bilimi bölümlerini ziyaret ederken benim staj yaptığım alanda araştırma yapan, gelecekte hocam olacak kişiyle tanıştım. Birkaç ay sonra yaptığım yüksek lisans başvurusuna olumlu cevap aldım ve Ağustos 2008’de öğrenci vizesiyle ABD’nin Rhode Island eyaletine yerleştim. İlk senemin sonunda Microsoft’ta araştırma alanımı uyguladığım bir staj yaptım, stajın sonunda tam zamanlı iş teklifi aldım. Böylece batı yakası maceram başlamış oldu. Şubat 2010’da Washington eyaletinin Seattle şehrine taşındım. Önce iş vizesine, oradan da green card’a geçtim. Ekim 2013’te şimdiki işim için California’nın Santa Monica şehrine taşındım. Yakın zaman önce green card ile 5 senemi doldurdum ve şu anda ABD vatandaşlık işlemlerim devam ediyor.
Santa Monica’da yaşamaktan memnun musun? Şu an orada neler yapıyorsun?
Santa Monica yaşamaktan kolay kolay memnun olunmayacak bir yer değil 🙂 Los Angeles Metropolitan Area dahilinde – burada metropollerde şehir kavramı daha çok Türkiye’deki ilçeye denk geliyor. Santa Monica’yı Los Angeles’ın sahil ilçesi olarak düşünebilirsiniz. Açıkçası alışmam beklediğimden çok zzaman aldı, çünkü her ne kadar dünyanın en güzel yerlerinden biri olsa da Los Angeles’ta yaşam tarzı Seattle’dan çok farklı ve hem oradaki yaşamımı hem de arkadaşlarımı bırakmak, yeni bir hayat kurmak pek kolay olmadı.
Burada Hulu adında bir internet televizyonu şirketinde içerikten sorumlu ürün müdürlüğü takımının başındayım. Amacımız TV’yi tüm seyircilerin bir kanalda bir şey izleyebildiği broadcast modelinden (from one source to many), her seyirci icin kişiselleştirilmiş içerik ulaştıran bir mecraya dönüştürmek. Bunu her kullanıcı için yapay zekayla bir kişisel TV asistanı / editörü yaratarak yapıyoruz. Medya, teknoloji ve tasarımın kesişiminde, gelecek icin çok potansiyeli olan, eğlenceli bir alanda çalışıyorum. ABD’de is hayati yaşamımızın büyük bir bölümünü kapsıyor, o yüzden sevdiğim bir alanda çalıştığım icin çok şanslıyım.
Los Angeles’ın çok enteresan bir coğrafyası var, batısı okyanus, doğusu çöl. Her ikisinde de bol bol zaman geçiriyorum. Evim Santa Monica plajına çok yakın, hava da sürekli güzel olduğu için kışın bile güneşlenip kitap okumaya plaja gidebiliyorsunuz. Santa Monica’nın bana kattığı en güzel alışkanlıklardan birisi sağlıklı yaşam oldu – çoğunlukla uzun mesafe koşu ve yoga yapıyorum. Çölde çok güzel sanat ve müzik etkinlikleri oluyor, elimden geldiğince bunları takip etmeye çalışıyorum, müsait olduğum hafta sonlarında arkadaşlarımla gidip kamp yapıyorum.
Bunlar haricinde LA çok büyük ve çok kültürlü bir sehir, ve özellikle Hollywood tüm dünyanın sanatsal ve yaratıcı yeteneği olan insanlarını kendine çekiyor. Bu yüzden buradaki en büyük hobilerim enteresan yemekler denemek ve sanat ve müzik etkinliklerini takip etmek. Burada baya eğlenceli bir underground elektronik müzik sahnesi var, her hafta sonu bir konsere gitmeye çalışıyorum.
Aynı sektörde Türkiye’de çalışan biri olsaydın en çok neler farklı olurdu?
Eger direkt media-tech olarak düşünürsek, Türkiye’de ne yazık ki özellikle TV icin böyle bir sektör yok, şu anki işimi yapamazdım yani. Tüm dünyada genel olarak medya, ama özellikle TV, başından beri bir grup güçlü şirketin kontrol ettiği bir sektör. Dağıtım, yani içerik ve bilginin son kullanıcıya aktarılması, bu şirketlerin kontrolünde ve bu sadece ekonomik değil sosyo-politik olarak da inanılmaz bir güç. Bir TV kanalı aracılığıyla bir içerik veya bilginin son kullanıcıya aktarılması için gereken yatırım ve organizasyonu bir düşünün. Geleneksel medya modelinde barrier of entry inanılmaz derecede yüksek, bu da rekabeti neredeyse imkansız kılıyor. Sadece en iyi içeriği yapmanız, veya en doğru haberi iletmeniz ne yazık ki başarı anlamına gelmiyor – bunları son kullanıcıya ulaştıramıyorsunuz çünkü. Rekabet olmayınca da halihazırda sektörde olan bir avuç şirket inovasyon yerine ellerindeki tekeli suistimal etmeye başlıyorlar ve zamanla bu şirketlerini kuruluş aşamasındaki vizyonlarından (o da eğer varsa) eser kalmıyor. TV’nin diğer tüm mecralara kıyasla bu kadar geride olmasının en büyük sebebi bu. Elinizde kumanda TV’yi açınca baktığınız arayüzü bir düşünün – 2016’da hala TV’nin ilk zamanlarında icat edilmiş, gazete ve dergilerdeki kanal rehberinin dijital versiyonunu kullanıyorsunuz: satırlarda kanallar, sütunlarda saatler ve her hücrede bir içerik. Bu arayüzü, bu arayüzü kontrol etmek icin kullandığınız kumandayı, gördüğünüz çoğu içeriğin ve reklamların kalitesini dünyanın büyük teknoloji şirketlerinin ürün ve içerikleriyle karşılaştırdığınızda aradaki uçurumu direkt görüyorsunuz zaten. İnternetin icadı ve zamanla erişilebilirliğinin artması tüm bu dengeleri değiştirdi tabii ki. Teknoloji şirketleri, internet aracılığıyla geleneksel medya şirketlerinin dağıtım tekellerini kırdılar ve medyanın özünde çözmesi gereken problemleri, geleneksel medya şirketlerinden daha başarılı bir şekilde çözmeye başladılar. Şu anda Facebook dünyanın en büyük medya şirketi ve 12 yıl önce kuruldu.
Rekabet ve inovasyon bakımından anlattıklarım sadece Türkiye için değil tüm dünya için geçerli. Fakat halihazırda zorlu olan bu alanda Türkiye’yi iyice farklı kılan ve bu sektörde çalışmayı geçtim genel olarak başarılı olmayı neredeyse imkansız yapan iki nokta var: Birincisi, Türkiye’de medya açıktan açığa baskı altında. Burada sadece Türk medya şirketlerini kastetmiyorum. Türkiye yukarıda saydığım yeni medya şirketlerine erişimin keyfi bir şekilde engellenebildiği bir ülke. Bugün birçok medya şirketi varoluş savaşı vermekle meşgul. Durum böyleyken, bu şirketlerin ne 5-10 sene ilerisi için yatırım yapmak gibi bir lüksleri olabilir ne de böyle bir çaba finansal olarak destek bulabilir. Sonuçta özellikle internetle beraber medya iyice küresel bir endüstri halini almaya başladı ve bu alanda inovasyon yapan şirketlerin ifade özgürlüğünün olduğu ve stabil ülkelerden çıkmasından daha normal bir şey yok. Türkiye’de Facebook her TV kanalından, her gazete ve dergiden daha çok kullanıcıya sahip ve karşınıza gelen içerik Türkçe de olsa şirketin kendisi bir Amerikan şirketi. İkincisi de genel olarak inovasyon, bilim ve teknolojide küresel rekabet edebilmek için gereken insan gücünün Türkiye’den ya gitmiş olması ya da her geçen gün biraz daha gitme planı yapması. Bu da bir tavuk – yumurta problemi yaratıyor. Bu alanlarda başarılı olmak isteyen yetenekli, eğitimli ve deneyimli insanlar kendilerine hedef olarak yurt dışını koyuyor ve bu da bu sektördeki Türkiye ve yurt dışı arasındaki uçurumu iyice büyütüyor.
Taşındığın ilk zamanları anlatabilir misin? İlk zamanlar (taşınmak, yeni insanlar tanımak, alışmak) gerçekten daha mı zor oluyor?
Bu tamamen gittiğiniz yere ve duruma bağlı. Ben bu açıkdan çok şanslıydım, yüksek lisansımı yaptığım yer ufak bir öğrenci şehriydi ve hem yaşam çok kolaydı hem de yabancıları yadırgamayan bir ortamdı. Üzerine orada halihazırda yaşayan ve çevreleri olan üst dönemlerden arkadaşlarım vardı ve lise ve üniversiteden yakın bir arkadaşımla beraber taşındık. Burada birçok şehirde yaşamış ve hem eğitim görmüş hem de çalışmış biri olarak en büyük tavsiyem eğer fırsatınız varsa ilk olarak öğrenim görmeye gelmeniz. Okul entegrasyonunuzu gerek kültürel anlamda gerekse sosyal çevre anlamında çok kolaylaştırıyor. Okuldan sonra da hep liberal ve çokkültürlü şehirlerde yaşadım. Şu anda kendimi burayı ziyaret eden biri olarak değil, buranın bir parçası olarak görüyorum. Türkiye’den bir anda direkt çalışmak için Amerika’nın ortasında tutucu bir şehre gitmek benim deneyimlerimle kıyaslanamayacak kadar zor bir durum olurdu bence. Onun haricinde Amerika, yaşadığınız yere bağlı olarak, gerçekten farklı geçmiş ve kültürlere çok açık bir ülke. Örneğin Avrupa’da birkaç çokkültürlü başkent haricinde entegrasyonun benim deneyimlediğim kadar kolay olacağını sanmıyorum. Kısacası benim yurt dışına entegrasyonum biraz cheat-mode gibi oldu; her duruma uyabilecek bir öneri yapabileceğimi sanmıyorum bu konuda.
Türkiye’yi özlüyor musun? Özlüyorsan hangi yönlerini özlüyorsun veya hangi yönlerini hiç özlemiyorsun?
Sadece aile ve arkadaşlarımı özlüyorum. Özellikle yaşım ilerledikçe hayatımdaki en yakın insanlarla yaşadıklarımı birkaç tatil gününe sığdırmak gitgide daha çok üzüyor beni açıkçası.Hiç özlemediğim tek ve benim için en önemli yönünü söyleyeyim sadece: Kendimi başka bir ülkede, doğduğum ülke ve kültürden çok daha güvenli, mutlu ve kabul görmüş hissediyorum.
Yurt dışında yaşamanın, başka bir kültür deneyimlemenin birey olarak avantajları ve dezavantajları neler sence?
Az önce bahsettigim aile ve arkadaşlara özlem kısmını işin içinden çıkarırsanız her yanıyla, tamamen pozitif bir deneyim bence. Ve bence en önemli avantajı kişilik gelişimi ve genel olarak sağladığı yaşam perspektifi. Türkiye ve içinde doğduğunuz kültür, dünyadaki yüzlerce kültürden sadece birisi. İnsanların bilinçli olarak veya olmayarak kendilerinden farklı olan şeylere karşı önyargıları var. Başka kültürleri birinci elden deneyimlemek ve burada gezip görmeyi değil bir süre bir parçası olup içinde yaşamayı kastediyorum, size çok güzel bir yaşam perspektifi sağlıyor. İçine doğduğunuz doğruların tek doğrular olmadığını fark etmek sizi bireyleştiriyor.
Peki Türkiye dışında yaşamak sana neler öğretti?
Bu zor bir soru, doğru cevap da sanırım “bilmiyorum”, çünkü direkt karşılaştırabileceğim bir Türkiye deneyimim yok. Türkiye’den 20 yaşında bir öğrenci olarak “gerçek hayata” atılmadan ayrıldım ve kısa tatiller harici hep yurt dışında yaşadım. Yaşadıklarımdan öğrendiğim şeyleri direkt Türkiye dışında yaşamaya atfetmenin doğru olacağını düşünmüyorum.
Yurt dışında yaşayan bir Türk olarak, Türkiye’den haberlere nasıl tepkiler veriyorsun?
Türkiye gündemini çok yakından takip ediyorum ve çok üzülüyorum tabii ki, başka ne tür bir tepki verilebilir ki? En son ne zaman güzel bir haber gördüm onu bile hatırlamıyorum. Fakat dışarıdan bakınca en garip gelen şey ülke gündeminin her geçen gün daha sürreal hale gelmesi ve gerçeklerden uzaklaşmanın normalleşmesi.
Şehrinden bize birkaç lokal öneride bulunabilir misin?
Batı Los Angeles’ta en sevdigim yer Venice – ziyaret ederseniz turistik yerler haricinde Rose Avenue, Abbot Kinney Avenue ve Main St.’i es geçmemenizi öneririm. Abbot Kinney üzerinde çok güzel butik mağazalar ve restoranlar var, özellikle French Market Cafe brunch için harika, ben de neredeyse her hafta sonu oradayım zaten.
Gece hayatı için West Hollywood, Hollywood ve Downtown LA’i öneririm. Eğer underground elektronik müzik seviyorsanız downtown’da çok enteresan etkinlikler oluyor – fakat detaylarını bulabilmek icin biraz uğraşmanız, varsa arkadaşlarınıza danışmanız gerekebilir. West Hollywood’da çok eğlenceli barlar var, ama kısa süreliğine geliyorsanız ve gidebileceğiniz yerler sınırlıysa, No Vacancy adlı speakeasy’e gitmenizi öneririm, baya enteresan bir yer.
Son olarak, LA’e gelirseniz araba kiralamak şart gibi bir şey. Ve araba kiralarsanız, kesinlikle Pacific Coast Highway’de gündüz vakti araba surun. Santa Monica’dan başlayıp, Malibu’ya gidip Malibu’yu görebilirsiniz veya zamanınız varsa San Francisco’ya kadar devam edebilirsiniz.
Son olarak, yurt dışında yaşamak isteyen ama buna cesaret edemeyen kişilere birkaç tavsiyede bulunabilir misin?
Hayatın kısa olduğunu unutmamalarını ve kararsız bir şekilde iki arada yaşamamalarını tavsiye ederim. Mutlu olmak için ya isteklerinden vazgeçmeleri lazım ya da bir şekilde korkularını yenmeleri lazım. Bu sadece yurt dışı değil her konu için geçerli aslında. Bir de durumu çok dramatik hale getirmeye gerek yok; kararlı bir şekilde deneyip beğenmeyip geri dönmek gayet doğal bir şey. Bence doğal olmayan yaşamak istediğin hayata cesaret edememek.
İlk yorumu siz yazın!