Sanat Hayat İçindir!: Marina Abramovic Araf'ta
Bilinçaltı terapisi, bilinçaltı temizleme, nefes terapisi, meditasyon, yoga, hayat okulu, psikanaliz, meleklerle terapi… Son birkaç senede çevremdeki bir sürü insan, bir arayış içinde terapiden terapiye koşuyor, arınmak, sakinleşmek, huzura kavuşmak, hayatın anlamını bulmaya mümkünse birazcık da olsa yaklaşmak istiyor.
“Eskiden buluşurdun, 1 hafta sonra Alsancak’ta aynı yerde aynı saatte buluşalım derdin, herkes mum! O saatte orada olurdu. Arada ne telefon, ne bir şey… Güvenirdik birbirimize. Şimdi öyle birşey yok, kimse birbirine o kadar güvenmez,” diye anlatıyordu annemlerin bir arkadaşı geçen gün. Sinirliyiz, stresliyiz, rahat değiliz, işteki konulara, illa kendi bildiğim yoldan gideceğim diyen taksiciye, iki muhabbet edelim dediğimizde kötü yemeklere aşırı fiyat çeken mekanlara, dert anlatamadığımız çağrı merkezi görevlilerine, her şeye, herkese kızıyoruz. Hayat gerçekten eskiden daha kolay ve güvenli miydi, yoksa bu anomaliteyi biz mi yaratıyoruz, bilemiyorum.
Dünyanın en ünlü performans sanatçısı Marina Abramovic de bir anlam, cevaplar, takılıp kalmaması gereken duygulardan arınma yöntemleri arıyormuş işte 70’ine gelirken. Kalbi kırılmış ve o kırık kalbi, duygusal yükü taşımamak için kendini Brezilya’ya şamanların, şifacıların arasına atmış. Kalbim kırıldığında ancak karşı tarafın eşyalarını çöpe, kendimi de dışarı atarak iyileştirebilen ben (fırsatlar işte!), Marina’nın hikayesini 16. !f Istanbul Bağımsız Filmler Festivali sayesinde izleme fırsatı buldum. Espaço Além – Marina Abramovic e o Brasil (Marina Abramovic Araf’ta), siz Brezilya’ya arınmaya kadar bir gidip gelemeseniz de sizi yol arkadaşı yapan, size hayatı düşündürten bir film…
Marina’nın röportaj yaptığı kişilerden 110 yaşındaki Dorothy’nin enerjisi, sende bende yok. Belgeselin çekiminden sonra tanrısına kavuşan Dorothy’nin de ölümden korkusu yok (ve bunu çok net hissettiriyor); çünkü o tip kararları tanrının takdirine bırakmış.
Marina Abramovic, kendini arafta tanımlayan bir insan. Bir aileye, bir eve bağlı değil. Tibetli rahiplerden, Avustralya Aborjinlerine kadar birçok topluluk içinde kısa süreli yaşamış bir dünya insanı. Kendini bu koca evrende her şeye meraklı, keşfetmeye aç bir çocuk olarak tanımlayan sanatçı ile belgesel boyunca onun Brezilya’nın farklı yerlerinde gördüklerini, yediklerini, hissettiklerini, vücudunu, fiziksel acılarını paylaşırken, o da tanıdığınız birine, sizin için sadece “Marina”ya dönüşüyor. Abramovic’in bir performans sanatçısı olarak sihri de burada aslında. Çok kişisel ve çok özel bir deneyimi, izleyicisiyle, insanlarla öyle paylaşmaya açık ki, orada bir kamera varmış gibi hissetmiyorsunuz, samimiyetinden şüphe duymuyorsunuz. İzleyici, zaten Marina’ya asıl güç veren faktörmüş. Kendi kendine yapmayacağı şeyleri, örneğin, belgeselde “hayatının en kötü” deneyimi olarak tanımladığı (ki siz de o fiziksel tepkileri görüp bir fikir edinebiliyorsunuz) ayahuasca ayinini, izleyici olmasa yapmamayı seçebileceğini söylüyor Abramovic.
Filmdeki en etkileyici sahnelerden: Arınma yöntemlerinden biri, vücuduna yerleşmiş travmalarını tüm vücudunu çamura bulayarak atlatma. Vücudunda bulanmadık yer bırakmıyorlar ki tüm inanışların yıkılsın. Sonra da sıkışmış travmaları, inanışları bir yumurta vasıtasıyla kırmanı istiyorlar.
Marina Abromovic’in Brezilya seyahati boyunca 120 ruhlu bir şifacıdan, dansla şifa bulanlara, bir gece boyunca çıplak bir şekilde bir çadıra girip arındığın İnipi ayinine, ayahuasca içmeden bitkilerle arınmaya, Marina ile beraber birçok deneyim yaşıyorsunuz. Doğanın içinde yaşamanın, doğaya inanmanın nasıl birşey olabileceğini anlıyorsunuz. Örneğin, bitkilerle tüm hastalıklara çare bulabilen şifacı kadın, ormana gidip içgüdüsel olarak bitkileri seçtiğini anlatıyor. İç çatışmam olursa, hangi bitkiyi almam gerektiğini bilemem diyor; duymak, hissetmek için sakin olmak gerek…
Marina’nın ve konuştuğu insanların hikayelerini izlerken şehirlerde yarattığımız bu küçük dünyadan başka, bambaşka dünyalar olduğu dank ediyor insanın kafasına. Nelerle uğraşıyorum, diyorsun. Doğaya dönelim! Büyüttüğümüz, ama aslında bu dünyada hiç kıymeti olmayan sıkıntıların, bu dünyanın uzak, sakin bir köşesinde ne kadar gülünecek şeyler olduğunu anlıyorsun. O excel sekmesinin, o pazarlama planının, kimin kime ne dediğinin, ne giydiğinin, hangi havalı yerde ne içtiğinin, hiç bir önemi yok. Aslen sana birşey katmıyorlar. Cevaplarını onlar vermeyecek. O zaman, Marina’nın neden aramızda değil de, arafta yaşamayı seçtiğini de anlıyorsun.
Marina Abramovic, uzun sessizliklere, kendini rahat hissetmediğin yerlerde kendini dinlemeye inanıyor. Araftaysan komfor alanından uzaktasındır, hassassındır ve işte bu hassaslık anında yeni fikirlere açıksındır. Fikirler ancak o zaman gelir, çünkü kendi sınırların içinde düşünmemiş oluyorsun, diyor.
Marina, geçtiğimiz yılın sonunda, 70. yaşını New York’ta Guggenheim Müzesi’nde kutladı. 70. yaş kutlaması için tüm davetlilere dışarıdaki tüm sesi bloklayan kulaklıklar dağıttıran Abramovic, herkesin 70 dakika boyunca sessizliği dinlemesini sağlamış. Mükemmel doğaya biz şehirliler gidemiyorsak, onun parçalarını biz şehirlilere hem kulaklıkları hem filmleri ile getiren bir Marina var!
İlk yorumu siz yazın!