Hayattaki en güzel şeyler listesinde seyahat ve sanat kesinlikle başları çekiyor. Sanatçı Aslı Narin’in yolculuk ve sanatı buluşturduğu Moving Atelier fikrine bu yüzden bayılmıştım. Aslı ilk projesini Gürkan Mıhçı ile birlikte Ankara’dan Kars’a giden 24 saatlik Doğu Ekspresi’nde gerçekleştirdi. Neslihan Koyuncu ile Kapadokya’da yaptığı ikinci projeden ise yeni döndü. Ülke isimlerinin havada uçuştuğu bir sabah kahvesinde tüm detayları kendisinden dinledim. 🙂

_Doğu Ekspresi tecrübeniz nasıldı? Yolculuğun ilk bir saatini sadece oturup izleyerek geçirdik çünkü devamlı değişen, televizyon gibi bir manzara vardı karşımızda. Daha önce tren yolculuğuna çıkmıştım ama orada üretim yapmak çok ilginçti çünkü yolculuk yirmi dört saat, diğer insanlar kitap okuyarak, uyuyarak vakit geçirmeye çalışırken biz devamlı ne toplayabiliriz sorusuna kafa yorduk. Gürkan her yerde ses dinliyordu, ben de hem fotoğraf hem video olarak bol bol çekim yaptım. Bu projede sponsorluğumuzu Fest Travel üstlenmişti, yatak, yemek gibi detayları ayarladıkları için çok rahat ettik ama trende devamlı çekim yapmak yine de yorucuydu. Trende yol alırken çektiğimiz videoların montajına da başladık. _Belli bir çalışma planınız var mıydı yolculuktan önce? Gürkan önceden hazırlanmaya çalıştı. Ben orada yaşadıklarıma göre şekillendirmek istedim çünkü daha önce hiç Doğu Ekspresi’ne binmemiştim, ne hissedeceğimi bilmiyordum. Sadece, genelde benim işlerim de yolculuk üzerine olduğu için kafamda trendeki yolcularla konuşmak gibi bir fikir vardı. Yolculuk sırasında treni baştan sona gezdim ama herkes o kadar sessiz sakin duruyordu ki kimseyi rahatsız edemedim.

_Neler hissettin peki? O gerçek hayattan kopuş hali çok güzeldi. Ülkede olan durumları da düşününce… Meditasyon gibiydi, etrafa bakmaktan pek bir şey düşünemiyorsun zaten. Yolculuk bittiğinde trenden inmek istemedik, keşke bir gün daha olsa dedik. Ben sırf kitap okuyup manzarayı izlemek için tekrar gitmek istiyorum. _Moving Atelier’e gelelim, nereden çıktı bu fikir? Bir şeyi hep düşünürsün ama tam ne olduğunu bulamazsın ya, bu da öyle oldu… Mesela Greenpeace’in Artist on Board projesi için bir gemide üç gün kalıp ‘Güneşe yelken aç’ kampanyası için sanat ürettik. Orada gemidekiler gibi çalıştım, güneşi yakalamak için erken kalktım. Diğerleriyle iş birliği içinde çalışmak çok hoşuma gitti. Bir yaz da Gümüşlük Akademisi’ndeki konuk sanatçı programında yer aldım. Doğadan yararlanarak ürettiğim ve İstanbul’dan çok soyutlandığım bir deneyim oldu. Bir de küçükken babam sayesinde çok gezdik. Babam gezmeyi, denize çıkmayı çok sever, balık tutma yarışlarına katılır. Herhalde o kanıma girdi… Başlarda çok bilinçli bir gezici değildim tabii büyüdükçe daha farklı deneyimler arar oldum. Yılbaşında Olimpos’a gidip Likya yolunda yürüdüm mesela. Şehirde ‘kahve iç, müze gez’e kıyasla daha fazla kendimi soyutlayabileceğim bir seyahat tarzı aramaya başladım. Üst üste böyle tecrübeler edindikçe Moving Atelier cevabı da kendi kendine geldi aslında.

Zaten benim genel olarak işlerim de hep seyahat, yolda kendini bulma, doğada kendini arama gibi konular üzerine. İlk sergim için ilham ararken, Özdemir Asaf’ın Elektronik adlı şiirine denk gelmiştim. O şiirdeki arada kalmışlıktan yola çıkarak başladım bu konularla ilgilenmeye de.

Benim bulunduğum noktada durmak zor Sanki başka noktalar beni çağırıyor Duruyor sayılır mıyım bir noktada ki O durduğum nokta yerinde durmuyor

– Özdemir Asaf, Elektronik

_Neler hayal ediyordun başlarken? Başlarken ‘birileri bu projeyi duyup farklı fikirlerle bana gelir mi?’ diye düşünüyordum. Gerçekten oldu. Şu sıralar Belçika’da yaşayan bir arkadaşım projeyi görünce Çin’den Belçika’ya mal taşıyıp sonra boş dönen bir trenden bahsetti. Burada sanat üretme fikri yıllar önce aklına gelmiş aslında. Yine bir başkasından gelen fikir bisikletle birkaç sanatçı hep beraber uzun yola çıkmak ve üretmek… Moving Atelier’ın Facebook sayfasında da yolculuk üzerine bir arşiv oluşturmaya çalışıyorum, geçen gün Rönesans’ta gezen sanatçıları konu alan bir kitap buldum onu paylaştım mesela. Takip eden biri de trende kaydedilmiş bir ses albümü yolladı, onu da paylaştım. Hayal ettiklerim bunlardı hakikaten, benzer fikirleri çekeyim, konuşalım, tartışalım, bir beyin fırtınası olsun… Böyle sonuçlar olması insanı çok tatmin eden, heyecan yaşatan bir şey.

img_6975

_Seyahat işin içine girince sanat hayatla daha güzel bağdaşıyor. Beni de bu samimiyet yakalamıştı açıkçası. Sen ne düşünüyorsun bugünkü sanat algısı hakkında? Bu ara Art as Experience diye bir kitap okuyorum. Yüzyıllar önce insanların mağara duvarlarına yaptıkları resimleri ya da kullandıkları günlük eşyaları müzelerde camlar arkasında bakarak nasıl kendimizden kopardığımıza, aslında sanatın yakın tarihe kadar günlük hayatın içinde deneyimlendiğinden bahsediyor. Sanattan çok koptuk, onu galerilere, müzelere tıkadık diyor. Moving Atelier de aslında bu deneyim durumuna yakın. Kafam açılsın diye okuyorum, belki aklıma proje ile ilgili daha ilginç fikirler gelir. _Trende ürettiklerinizi paylaşmayı düşünüyor musunuz? Ayın 19’unda Arkaoda’da Sesli Düşünceler adlı yeni bir seride yer alacağız. Gürkan trende iki ses kompozisyonu oluşturmuştu, ben de o iki şarkıya video üretmiştim. Bu sunumda biraz spontanlık olacak, canlı olarak görsel-işitsel bir mix yapacağız. Bir de ürettiklerimizden bir kısa film yapmak istiyoruz. Filmin lineer bir konusu olmayacak, biraz deneysel. Sürekli manzara geçişleri var. Yolculuktaki o duygu değişimini yansıtıyor. Mesela trende çektiğimiz videonun gotik bir havası var ama Gürkan’ın oluşturduğu sesler daha sakin, yolculuğun huzurunu yansıtıyor. İş hep bir dalgalanma halinde. _İkinci projeden yeni döndün. Bu nerede ve kimleydi? İkinci proje Kapadokya’da, Neslihan Koyuncu ileydi. Orada bir arkadaşımızın otele çevirmeyi planladığı, sanatçı rezidansı veya galeri de yapmak istediği evinde kaldık. Neslihan ise yıllardır arkadaşım ama hiç beraber yolculuğa çıkmamıştık. Yolculuk yapmak arkadaşlığımızda bir aşama atlamak gibi olduğu için arkadaşlığımızla ilgili bir video-performans yaptık.

Kapak fotoğrafı: Instagram / @movingatelier