Porto: Fakir Ama Gururlu Bir Kentin Yeniden Doğuşu
Porto’nun Lizbon gibi bir Fernando Pessoa’sı yok. Olsaydı Porto’nun tüm kokusunu ve ruhunu eprimiş bir elbise gibi üstüne giymiş nehir kenarında asılı duran evlerin, salaş restoran ve kafelerin derinlerde saklı hikayelerini bizim için yazacaktı. Öte yandan bu eksiklik belki de bize bir şans veriyor: Porto’da herkesin kendi kendinin Pessoası olma şansını…
Marx ve Engels’in ‘Komünist Manifestosu’nun giriş cümlesine bir gönderme yaparak başlayalım yazıya: ‘Avrupa’da günümüzde bir hayalet dolaşıyor – Portekiz hayaleti’. Bu hayalet olumlu, yaşamınızı güzelleştiren ve zenginleştiren bir hayalet. Bir zamanlar dünya denizlerine hükmeden; Amazon Ormanları’ndan Asya’ya kadar dev bir kolonyal imparatorluk olan ama zaman içinde bu gücünü kaybederek Avrupa’nın en fakir ülkelerinden biri durumuna düşen Portekiz son yıllarda dinamik ve yenilikçi bir değişim içinde. Bu değişim ülkeyi Avrupa’nın girişimcilik ve tasarım merkezlerinden biri konumuna getiriyor. 2008 Ekonomik Krizi sonrasında Yunanistan ile birlikte finansal açıdan en ağır darbeyi yiyen ülke olarak kabul edilen ve kritik bir süreçten geçen ülke bu krizden müthiş bir atakla çıkmak konusunda önemli bir yol aldı. Doğal, tarihi ve kültürel güzelliklerini bereketli topraklarının ve yaratıcılığının ürünü yerel lezzetlerle birleştiren Portekiz, ucuz ama kaliteli yaşam standartları ve ciddi kamu destekleri sayesinde Avrupa’nın ve dünyanın dört bir yanından genç girişimcileri kendine çekiyor. Uluslararası alanda da kendini göstermeye başlayan Portekiz, 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası’nı kazanan futbol takımı, BM’nin yeni genel sekreteri olarak seçilen eski başbakan Antoino Guterres sayesinde uluslararası arenada küresel bir oyuncu, bir ‘yumuşak güç’ olmayı başardı. 2017 Eurovizyon Şarkı Yarışması’nda ‘Amar Pelos Dois’ şarkısı ile birinci olan Salvador Sobral Portekiz’in yumuşak güç etkisini bir başka boyuta taşıyan son isim oldu. Bu yükselişin önderliğini elbette dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan şiirsel güzelliğiyle ülkenin başkenti Lizbon yapıyor ama bir başka kent, ülkenin ikinci büyük şehri Porto da Portekiz’in bu yükselişinde yaşamsal bir rol oynuyor.
Porto’yu ilk olarak beş yıl önce ziyaret ettim. Uzun Portekiz seyahatimizin ilk durağıydı. Lizbon’a indikten ve 2.45 saat süren zevkli bir tren yolculuğuyle Porto’ya ulaşıp şehrin kalbi sayılabilecek Praça da Batalha’daki otelimize vardığımızda meydana kurulmuş Kızılhaç Aş Kamyonu önünde yemek kuyruğuna girmiş yoksul insanları gördüğümde AB üyesi bir Avrupa ülkesine mi yoksa iç savaşın yıkımı altında kalmış bir Latin Amerika ülkesine mi geldiğimi anlayamamanın şaşkınlığı içinde kalmıştım. 2008 Ekonomik Krizi’nin etkilerinin sert sonuçları görülmeye devam ediyordu.
Porto, yaz aylarında bile görülebilen gri, yağmurlu havasıyla melankolik ama huzur dolu bir şehirdi. Öte yandan bu huzur, kaderini kabul etmenin, onunla beraber yaşamaya alışmış olmanın, tevekkülün getirdiği huzur muydu?… Dünyanın en bilinen şarapları arasında yer alan Porto şaraplarının yapıldığı aynı adlı Vadi’ye hayat veren Douro Nehri üzerine kurulu Gustav Eiffel tasarımı mühendislik ve tasarım harikası Dom Luis 1 ve Dona Maria Pia köprüleri şehrin eski görkeminden arta kalan mücevherler gibi parıldarken yüzleri onlara dönük, pencerelerinde kurutulmak için asılı çamaşırları; nemden yosun tutmuş, parasızlıktan onarılamamış ama muhteşem desenleri ve işçilikleriyle hala kendine hayran bırakan ‘Azujeros’larıyla nehir kıyısına dizilmiş kutu gibi evleri Porto’nun yoksulluğunun vücut bulmuş halleriydi bir bakıma. Kurutulmak için asılmış çamaşırlar adeta yoksulluk ile savaşta şehrin yenilgisini ilan eden beyaz bayraklar gibi nehirden esen rüzgarlarda sallanıyordu. Sokaklardaki dilenciler, şehirde ender olarak restore edilen tarihi yapıtlardan biri olan Ticaret Odası’nın muhteşem binası Palacio da Borsa’nın, aralarında Belediye Sarayı’nın da bulunduğu Avenida dos Aliados’un görkemli binalarının, Avrupa’nın önde gelen modern sanat müzelerinden Serralves’in ve bir başka modern mimari harikası Rem Koolhaas imzalı Casa di Musica’nın ve şehrin yeni ve görece gelişmiş yüzünü temsil eden Boavista Bölgesi’nin görkemli ve rafine çizgileri arasında kaybolmayacak kadar görünürdüler.
Porto 1960lardan itibaren yaklaşık yarım asır süren büyük bir gerilemeye sahne olmuş bir kent. Portekiz’in 1986’daki AB üyeliği ülkenin makus talihini değiştirmeye başlasa da Porto bu süreçten yeterli oranda yararlanamamış. Özellikle de nehir kıyısındaki eski Porto merkezi Ribeira tüm pitoresk güzelliğine ve turistik çekiciliğine rağmen nüfusunun %40’ını kaybetmiş; yeni Porto nehrin yukarılarında Boavista Bölgesi’nde gelişmiş.
2001 yılında ‘UNESCO Kültür Başkenti’ olarak kabul edilmesi şehrin kaderinin değişmesine biraz da olsa katkıda bulunmuş ama ama Porto’nun gelişimi üzerine beklenen etkiyi yapamamış. Bu dönemde şehri ayakta tutan ve gurununu koruyanlar ise şarapları ve Portekiz futbolunun uluslararası arenadeki en başarılı takımı F.C. Porto ve biraz da romantik ve bohem turistler olmuş.
Son bir kaç yıldır ise Porto, Portekiz gibi yeni bir döneme dönmüş durumda yüzünü… Nehir kıyısındaki evler tam anlamıyla restore edilmiyor belki ama şehir Portekiz’in yeni uyanışının itici güçlerinden biri olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. Belki de Façade’lerin balkon ve pencerelerine asılan çamaşırlar artık teslim bayrakları olarak kullanılmıyor. Her biri komşu İspanya’da çok yaygın olarak protesto amacıyla kullanılan beyaz mendillere dönüşüyor, şehrin yakın geçmişini protesto etmek için sallanan mendillere…
Son dönemde Avrupa’nın en başarılı yerel liderlerinden biri kabul edilen ve şehrin son yıllarda yaşadığı değişimin öncüleri arasında yer alan belediye başkanı Rui Moreina’nın seçilmesi de bu gelişimi hızlandıran bir etmen. Şehrin en zengin ailelerinden birine mensup olan Moreina bağımsız olarak girdiği başkanlık seçimlerini çok tecrübeli olan ve hiç seçim kaybetmemiş rakibin yenerek kazandıktan sonra şehrin yönetiminde yeni bir dönem başlatmış. O protesto mendillerden birini sallayan Moreina, halkı dinleyen; kenti halkla beraber yöneten; kamunun çıkarını ve geleceğini herşeyin üstünde tutan yönetim anlayışı ile uluslararası bir saygınlık kazanıyor. Nehir kıyısında tarihi bir binanın otel olmasına izin vermeyip toplumun hizmetinde bir kültür merkezi olması kararını vermesi Moreina ve onun yerel yönetim anlayışına iyi bir örnek teşkil ediyor.
Porto son yıllarda geçirdiği değişimle özellikle yaratıcı endüstriler alanında ön plana çıkıyor: Portekiz’in tekstil alanındaki üretiminin ve yaratıcılığının merkezi haline geliyor. Daily Day Butik, La Paz, Jovan gibi markalar üretim tesisleri ve mağazaları ile Porto’yu küçük çaplı bir stil ve moda merkezi haline getiriyor. Portekiz’in en bilinen şefi iki Michelin yıldızlı Jose Avillez Porto’da restoran açıyor. Yeni oteller turizmin gelişmesi için gerekli altyapıyı güçlendiriyor. Mimarlıktan grafik tasarıma medyaya tasarım ve yaratıcı sektörler gelişiyor; uluslararası alanda dikkat çeken markalar ortaya çıkıyor. Dokuz yıl İngiltere’de yaşadıktan sonra tekrar doğduğu, büyüdüğü ve çalışmalarına başladığı kentine, Porto’ya dönen tasarımcı Hugo Passos bu durumu şöyle açıklıyor: ‘‘Porto geçmişte sıkışıp kalmıştı. O yüzden şehirden ayrılmıştım. Fakat şehir son yıllarda çok değişti. Çevresindeki endüstriyel kapasite yeni bir dinamizm yarattı(…) Uluslararası bir tasarımcı topluluğu oluştu.’’
İtiraf etmem gerekirse ben bir Lizbon aşığıyım. Lizbon, dünya üzerinde en sevdiğim 5 şehirden biri. Dolayısıyla Portekiz demek benim için öncelikle Lizbon demek. Öte yandan Lizbon’u sevmek Porto’yu beğenmeye engel değil. Kartpostallara yakışır güzelliğiyle Porto çok çekici bir şehir. Yine de Porto’yu ayırt eden şey bohem, samimi aurası ile Lizbon’un kolonyal görkemi yanında daha mütevazi, neredeyse mahçup güzelliği. Portekiz ruhunu anlamak için Lizbon ile beraber Porto da ziyaret edilmeli. Nitekim şehir son beş yılda, 2012, 2014 ve 2017’de farklı kurumlar tarafından ‘Avrupa’nın En İyi Turistik Durağı’seçilmiş.
Porto’nun Lizbon gibi bir Fernando Pessoa’sı yok. Olsaydı Porto’nun tüm kokusunu ve ruhunu eprimiş bir elbise gibi üstüne giymiş nehir kenarında asılı duran evlerin, salaş restoran ve kafelerin derinlerde saklı hikayelerini bizim için yazacaktı. Öte yandan bu eksiklik belki de bize bir şans veriyor: Porto’da herkesin kendi kendinin Pessoası olma şansını…
Yazının ikinci bölümü olan Porto’ya Dair En Dikkat Çekici 10 Mekan listesine buradan ulaşabilirsiniz.
Cengiz Bey ben teşekkür ederim yazıma gösterdiğiniz ilgi için. En yakın zamanda Porto'yu ziyaret etmeniz dileğiyle. Gerçekten kendine özgü bir şehir.
Saygılarımla
Lizbon'a gidipte Porto'ya gidemeyenlerdenim. Porto özlemi yazınız ile devleşti.
Teşekkürler.