Soluna ile: Madrid-İstanbul Arasında Geçen Şifalı Bir Serüven

Çocukluk arkadaşım Gökçe, Madrid’e yerleşti ama sadece yerleşmekle kalmadı, Soluna isimli bir marka kurdu. Tütsüler, sabunlar, kristaller ve daha neler neler var Soluna’da bir bilseniz… Madrid ve Soluna’yı Gökçe’yle konuşmak için, sizi hayali salonumuzun misafir koltuğuna bekliyoruz, Gökçe’nin ilhamını ve heyecanını anlamak için bize katılın!

Bilmeyenler için kısa bir özet geçerek başlamak istiyorum yazıma, 18 sene Beşiktaş’ta yaşadıktan sonra ODTÜ’yü kazanınca Ankara’ya taşındım. Beşiktaş, mahalle ruhunu hissedeceğiniz, kasabı, manavı, terzisi, çiçekçisi, kitapçısı herkesle ahbap olabileceğiniz bir ilçe. Ihlamurdere Caddesi üzerinde oturduğumuz için tüm çarşıyı çok iyi bilirim. Hatta dükkanlar, esnaflar zamanla değişse, kahve dükkanları eski kitapçılarımızın yerini alsa da hâlâ “ev” denilince aklıma ilk Beşiktaş gelir.

Çok şanslı bir çocuk olarak ilkokulu ve ortaokulu evimize yürüme mesafesindeki Büyük Esma Sultan İlköğretim Okulu’nda okudum. Ihlamurdere Caddesi üzerinde yürüyerek yaklaşık 10 dakikada ulaşırdık okulumuza ama önce Mısırlıbahçe Sokak’ın köşesinde Zeynep ve Gökçe’yle buluşurduk. Yazın dondurma kışın Oktay Fırını’ndan, Olimpia’dan kurabiye ya da açma alırdık, okul yolunda da yerdik. Hâlâ her anımsadığımda gülümsüyorum, ne şahane günlermiş! Zeynep evlenip yine Beşiktaş’ta yaşamaya devam etti, Gökçe ise Madrid’e yerleşti ve bir yandan da Soluna’yı kurdu, hadi gelin hep birlikte çocukluk arkadaşımın markasını yakından tanıyalım.

Hola canım! Çok heyecanlıyım bize Soluna’yı anlatacağın için. Çünkü ben de ilk kez bu kadar detaylı dinleyeceğim. Önce bize biraz kendinden bahset sonra da Soluna’dan… Bu fikri nasıl oluştu, süreç nasıl ilerledi? 

Canan, annelerimizin hamileyken tanışmaları ve sonraki süreçte de okul hayatımızın birlikte geçtiğini de düşünürsek hayatım boyunca en uzun soluklu tanıdığım dostumsun desem yanlış olmaz herhalde… İyi ki varsın diyerek başlamak istedim röportaja. 

Şimdi gelelim Soluna’ya… Ben, Soluna markasını kurmadan önce, birçok şirkette çalıştım. Hayatımın her döneminde kendi işimi yapmak istemiştim ama bu bir türlü hayata geçiremedim, erteledim, cesaret edemedim. Fakat bir gün artık bu olmalı dedim, o an nasıl geldi hiç bilmiyorum. Aslında uzun yıllardır planlıyordum. Doğayla olan sevgimiz ve sürekli yeni şeyler üretip denememiz, ablamın da benim de sürekli aldığımız eğitimler ve iyileştirmeyle ilgili konulara merakımız hep vardı, hep öğreniyorduk. Ben doğal kozmetik ve aromaterapi eğitimleri aldım. Ablam ise uzun zamandır kendi atölyesinde seramik üretmeye devam ediyordu. Benim de sanat hep hayatımın bir parçası oldu. İyi bir takipçiyim, elimden geldiğince de burada da seramik ve resim işleri üretmeye devam ediyorum. Ve tabii daha pek çok şey. Kristal taş şifacısıyız ikimiz de, bu konuda da uzun soluklu eğitimler aldık. Yani demem o ki çokça konuya elimiz değdi ancak hepsi de birbiriyle bağlantılıydı. Heybemizde çok şey biriktirmişiz farkında olmadan. Bizi ister istemez Soluna’ya getirmiş hayat…

Fotoğraf Altyazısı | Florian Wehde (unsplash.com)
Madrid | Fotoğraf: Florian Wehde (Unsplash.com)

Sonra Madrid yaşantısı… O da hayatıma bir anda giren önemli bir değişiklik oldu. Madrid’e yerleştim ve kurumsal işimi bıraktım. Hiçbir şeye sahip olmadan zamanlar geçirdim. Sadece kendimi dinledim diyebilirim. Çokça okudum, ilham topladım. Hayat bana “işte şimdi ne yapabiliyorsan yap” diyeceği bomboş bir sayfa ile karşıma çıktı ve ablam ile beraber yıllarca hayalini kurduğumuz Soluna için bir gecede düşünüp başlamaya karar verdik. Sonrasında buradaki arkadaşım İlkem de bizlerle beraber çalışmaya başladı. O da doğal kozmetik konusunda uzman ve aynı zamanda bir mühendislik geçmişi var. Bize başka bir bakış açısı getirmiş oldu. Heybemizdekileri önümüze döktük ve işte Soluna bir anda doğuvermişti. Hep ertelediğim hayallerimin kapısından bu şekilde girdim. 

En doğala, en eskiye, insana en iyi gelene odaklanarak bir hayalin peşine düştük… Soluna, güneş ve ay demek. Güneş ve ay bütün geleneklerde eril ve dişil olanın birleşimi, evrendeki sonsuz bütünlük ve olmuşluk halini anlatır. Güneş, kutsallık, ışık, bilgi, ay ise, yenilenme, aydınlanma ve varoluşu sembolize eder. Gönül verdiğimiz bu iki sembol ile logomuzu ve aslında felsefemizi oluşturduk.

Hepimizde olan farklı yetenekler sayesinde, ürün geliştirme ve üretim tarafında çok etkin bir durumdayız. Her konuda elimizden gelenin en iyisini ve en doğrusunu yapmaya çalışıyoruz. Bu nedenle, ürünlerimizi kendimiz üretiyor bunun yanı sıra web sitesinden, reklam çalışmalarına, fotoğraf çekiminden ürün sunumuna ve içerik hazırlanmasına kadar her şeyi kendimiz yapıyoruz.

Zaten profesyonel iş yaşamımızda ablam reklam ajansı tarafında, ben marka tarafında satış-pazarlama alanında, İlkem ise e-ticaret tarafında çalışıyordu ve bu deneyimler bizim için fırsata dönüştü diyebilirim. 

Pandemi koşullarını düşünürsek, böyle zorlu bir dönemde marka yaratmak zor oldu mu?

Soluna’yı kurmak daha önce de bahsettiğim gibi hep aklımızda olan bir şeydi, aslında pandemide başlaması biraz denk geldi diyelim. Kendi aramızda konuşurken bunu, her şeyin olması gerektiği zamanda ve olması gerektiği şekilde olur diye ifade ediyoruz. Öncesinde insanların bu konular hakkında bakış açısı ve bilgisi daha azdı, şu an pandemi ile beraber bunun tamamen değişmeye başladığını fark ediyoruz. Artık gerçekten herkesin şifaya, iyileşmeye, doğal olana ihtiyacı var. Marka yaratmak uzun bir süreç ve Soluna şu an bebek bir marka. Yolumuz uzun ama bir şekilde yolun başlangıcı böyle bir döneme denk geldi. Pandemi bizim için bu dünyanın ve her şeyin durduğu enteresan zamanlardı. Aslında Soluna için çok daha fazla zaman bulmamız için bize fırsat yarattı. 

Neden Madrid’de böyle bir iş kurmak istedin?

Aslında biz Soluna’yı Madrid ve İstanbul odaklı düşündük ilk başta ama şu anda Soluna mekandan bağımsız bir marka oldu. Güzel kargo anlaşmaları ile dünyanın her yerine makul gönderim ücretleri ile ürünlerimizi gönderebiliyoruz. Amerika’dan İsviçre’ye kullanıcılarımız var. Hatta İspanya özelinde satışlarımızın diğer ülkelere oranla düşük olduğunu söyleyebiliriz. Madrid’de böyle bir markanın olmasının tek sebebi ise zaten orada yaşıyor olmamdı. 

3-194
Nature | Fotoğraf: Soluna

Ürünlerinizden biraz bahseder misin?

Ürünlerimiz tamamen doğal içeriklerden oluşuyor, aslında bu konu en hassas olduğumuz şey diyebilirim. Doğal ürünün ne demek olduğu konusunda insanlar yeni yeni bilinçleniyor. Bu konuyu derinlemesine bilen az. Ne yazık ki, birçok ürün doğal adı altında doğal içeriklerden yoksun üretiliyor ve satılıyor. Bu sebeple ham maddelerimiz konusunda oldukça titiz davranıyoruz.

Biz ürünlerimizde herhangi bir koruyucu ve katkı maddesi kullanmıyoruz. Ürünleri ortaya çıkarmadan önce, planlama yaparak; sürdürülebilir, kaliteli, faydalı ve doğa dostu olması için uğraşıyoruz. Önceliğimiz bu. O kadar ki ilk siparişlerimizi gönderirken acaba kargoya alternatif ne yapabiliriz diye çok düşündük. Kargo malzemeleri bile içimizi acıtıyor. Her şeyin geri dönüştürülebilir olmasına gayret ediyoruz. Hatta kullanıcılarımızdan da bu inceliği bekliyoruz. 

Ürünlerimize gelecek olursak Soluna’da; tütsüler, doğal mumlar, balmumları, seramikler, lip balmlar, losyon barlar, sabunlar, yüz temizleme pedleri, doğal taşlar bulunuyor. Yani özünde iyileştiren, iyi hissettiren, kadim bilgilerden, eski şifa yöntemlerinden, unutulmuş öz bilgilerimizden doğan ürünler diyebiliriz bizimkilere. 

Sertifikalı doğal kaynaklardan temin edilmiş, içimize sinen malzemeler ile ürünlerimizi oluşturuyoruz. Mesela bir susam yağı seçmek için dahi pek çok üretici ve ürün denedik. Esansiyel yağlarımızı her birini yerel ve güvenilir üreticilerden tedarik ediyoruz. Her şeye çok titizlendik, çok önem verdik. Ürün isimleri belirlerken bile saatlerce konuştuğumuzu hatırlıyorum. Her bir ürüne çokça emek ve zaman harcadık. 

Ancak şunu şu konseptte yapalım, ah şu da şöyle olsun diye düşünmedik. Konsept bizim ruhumuzdan kopan, gerçekten inandığımız ve yaşamımızın bir parçası olan konulardı. Bir şekilde ortaya çıktılar. Temiz, sakin tasarımlar, doğal içerikler. Evrende var olan elementler. Özünde insana iyi gelecek bir misyon taşımasıydı bizim için önemli olan.

Madrid’de ve İstanbul’da birer atölyemiz var ve üretim yapıyoruz. Ancak gelecek hedeflerimizde büyük bir şirket olmak yok açıkçası. Kalitemizin ve enerjimizin bozulacağı noktalarda büyüme hevesine girmiyoruz. Kendi içimize sinmeyen, çocukların dahi kullanabileceğimiz ürünler ortaya çıkarmak ilk amacımız. Bu noktadan uzaklaştığımızda, hayallerimizden de uzaklaşmış oluruz. 

Sanırım Soluna bilincini yaymak için bir şeyler hazırlıyorsunuz? Sosyal sorumluluk projelerinizden bahseder misin?

İleriye yönelik olarak sosyal sorumluluk projelerinde yer almak, insan eşitliği, iklim krizi gibi konularında destek olmak için Soluna olarak çeşitli projeler düşünmekteyiz. Özellikle iklim krizi ve sürdürülebilirlik ile ilgili bir proje hazırlıyoruz şu anda. Detayları oluştuğunda seninle de paylaşacağım. Artık gerçekten bir şeyler yapmalı, hep konuştuğumuz ve asla adım atmadığımız konular arasında kalmamalı sürdürülebilirlik… Biraz da bu noktadan yola çıkaraki insanlara bu konu ile ilgili kolay yöntemlerle, kendi evlerinde, işlerinde, yaşam alanlarında nasıl destek olabileceklerini gösteren, eğitim içerikli bir proje olacak. Çeşitli dernekler ile görüşmelerimiz oldu. Umarız bu hayalimizi de gerçekleştirebiliriz. 

Madrid hakkında ne düşünüyorsun? Şehir sana neler hissettiriyor? İşinle ilgili nasıl ilham veriyor?

Madrid mutlu bir şehir bence, en çok bu özelliği seviyorum diyebilirim. Farklı enerjileri içinde barındıran, sosyal bir şehir. Bir gün neşeli bir teras partisindesiniz mesela, ertesi gün parkta tanımadığınız kişilerle sohbet ederken bulabiliyorsunuz kendinizi. Madridliler sosyalleşmeyi çok iyi biliyor diyebilirim. Yaşayan bir şehir burası ve haliyle bu da beni besliyor.

İspanyollar keyfine, eğlenmeye düşkün insanlar. Öğlen saatleri siestaya giren kurumlar ile işiniz yoksa bu durum benim için çok keyifli diyebilirim. Biraları, sangriaları, tapasları da es geçemeyeceğim. Ancak bir turist olarak geliyorsanız “No hablo ingles” cümlesini sıkça duyabilirsiniz. Çünkü İngilizce konuşma oranı çok düşük bir şehir Madrid.

Soluna ile Madrid’de sıradan bir günün nasıl geçtiğini de merak ediyorum.

Madrid insani rahatlatan bir şehir, kimsenin hiçbir şeye acelesi yok gibi. Burada eğlenmek ya da dışarıda vakit geçirmek için, insanlar sadece hafta sonunu tercih etmiyor. Bu nedenle hafta içi Pazartesi, Salı gibi günlerde bile akşamları iş çıkışında insanlar dışarıda vakit geçiriyorlar. Evler küçük ve balkon kültürü çok olmadığı icin kafelerin barların teraslarında insanlar bir şeyler içmek için buluşuyorlar. Ben de bazı günler fotoğraf çekimleri ve ürün çalışmaları için atölyeye gidiyorum. Akşamları ise,ilgili olduğum konularla ilgili eğitimlere devam ediyor, okumalar yapıyorum. Bazı akşamlar arkadaşlarımla dışarı çıkıp bir şeyler içip vakit geçiriyorum. Haftada 2 gün seramik atölyesine gidiyorum.

Madrid’de yemek saati çok geç ve genellikle restoranlar akşam 8:30’dan önce açılmıyor, artık bu düzene alıştığım için, genellikle o saate kadar zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum. Madrid kozmopolit bir şehir, bu nedenle çok fazla kültürü tanıma fırsatım oluyor. Birçok değişik ülkeden arkadaşlarımız var. Bunun işimize katkısı ise, dünyada birçok yere gönderim yaptığımız için bize nerede neyin daha çok istendiğini daha iyi anlama fırsatı sunuyor. Madrid turistik açıdan çok zengin bir yer değil, belli başlı müzeler var, ancak birçok sergi düzenleniyor. Buraları gezmekse bana ilham katıyor ve sıklıkla yapmaya çalışıyorum. Bir yerden başka bir yere gitmek zor değil, özellikle İstanbul trafiğinden sonra. Bisikletle şehri gezebiliyorsunuz, bazen sabah bisikletle Retiro parkına gidip, orada vakit geçiriyorum. Aslında şöyle diyebilirim. Madrid’de günlerim sıradan bir gün olmuyor. Hepsi birbirinden farklı, rengarenk enerjiler taşıyor. Ve ben de her sabah kollarımı açıp o günün getirdiklerini karşılıyorum. 

Incense| Fotoğraf: Soluna

Okuyucularımıza Soluna’dan öğrenip evde günlük hayatlarında uygulayabilecekleri tavsiyeler verir misin? 

Aromaterapi ve iyileştirici diğer disiplinlerin hepsinin özünde ruh, beden, zihin dengesi bulunur. Yani önce farkındalıkla başlar her şey ve “Benim neye ihtiyacım var?” sorusunu cevaplayabilmekle. Esasen işin en zor kısmı bu. Çünkü hızlı hayatlarımızın içerisinde, en çok da kendimizi fark etmeden yaşıyoruz. Mesela ben iyileştirici öğretiler ile tanışmadan önce, birkaç hastalık yaşadım ve hastalıklarım beni bu noktada çözüm aramaya itti. Hasta olmayı beklemeden kendimizi, ruhumuzu, vücudumuzu duymayı bilmeliyiz. gerekirse biraz yavaşlamalıyız.

Bu süreçte meditasyonların çok faydası oluyor. İç sesimizi duymamızda ilk adım bence meditasyon. Hayat içerisinde her an meditasyon yapabileceğimizin farkına varıyoruz daha sonra. En sonunda sonsuz bir meditasyon hali, an’ın içerisinde yaşamayı gerçekten ve bilinçli bir şekilde öğrenmiş oluyoruz.

Ben de bu yolculuğa yıllar önce başlarken kendime odaklandım, “bana ne iyi gelir?” düşüncesiyle başladım. Okuyuculara en büyük tavsiyem bu olur. Önce kendine odaklanmaları gerek! Meditasyon dışındaki birkaç ritüelimden de bahsedeyim. En yüksek frekanslı uçucu yağ olan gül yağı ile buhurdanlık yakarım. Adaçayı, defne, üzerlik kullanarak evimi ve yaşam alanlarımı haftada bir veya ihtiyacıma göre birkaç kez tütsülerim. Dönem dönem kullandığım çeşitli kristal taşlarım var ve her zaman yanımdan ayırmadığım kristal kuvarsım. Taşların hikayesi uzun. Zaman zaman içerik olarak vermeye çalışıyoruz; ancak haftalarca konuşsak bitmeyecek kadar bilgi saklıyorlar içerlerinde. Onlar evrenin DNA’ları. Okuyucularına kristal taşların şifasından da faydalanmalarını tavsiye ederim. Benim ve tanık olduğum pek çok kişinin hayatlarında ciddi değişimler yarattılar. 

Bazı günler modum düşük olduğunda narenciye kokuları tercih ediyorum. Narenciye kokuları yaşam enerjimizi yükseltir. Mum yakmak hem koku duyumuza şifa sağlarken, ateşe bakmak da yüzyıllardır atalarımızın yaptığı gibi odaklanmamızı sağlar ve ateş elementimizi yükseltir. Ayrıca küçük sprey şişelerine sularının içerisine, o gün ihtiyaç duyulan esansiyel yağlardan damlatıp kendi aura spreylerini yaratabilirler.

Cilt ürünlerinde tutarlı ve devamlı hareket etmelerini tavsiye edebilirim. Ayrıca sentetik ve parfümlü ürünleri hayatlarından çıkarsınlar. Cildin kolay yaşlanmasına neden olan kanserojen zehirli içeriklerden mümkün olduğunca kaçınsınlar. Gün içerisinde bilgisayar başında uzun kaldıklarında lavanta keselerini kullanabilirler. Lavanta her türlü strese karşı inanılmaz bir yatıştırıcıdır. Mesela anksiyete tedavisinde dahi yardımcı bir kokudur. Örneğin evimin içerisindeki radyasyon yayan aletler için shungit taşı ve kaktüslerim var.

Çok karışık zihinli olduğum günlerde tütsü yakar, yüksek frekanslı müzikler açarım. Tarot da kişisel hayatımın bir parçası, tarot eski Mısır’dan beri uygulanmış bir inisiye yöntemi, kahramanın yani insanoğlunun ruhsal yolculuğunu anlatır ve buna semboller aracılığı ile katkı sağlar. Meditasyonlarıma tarot, taşlar, aromaterapi, nefes çalışmalarımı da dahil ederek bitmeyecek olan bu yolculuğuma devam ediyorum. Özet olarak kendini duymayı ve sevmeyi öğrenmekle başlıyor aslında… Sonrasında kişi kendi ihtiyacına göre, kendi yolunda gidiyor ve ihtiyaçlarını seçiyor. Bunların dışında, hayatlarımızda yaşam tarzımızı ve alışkanlıklarımızı değiştirmek için kendimize karşı sabırla ve anlayışla yaklaşmalıyız. Küçük tavsiyeler vermeye çalıştım, umarım ihtiyacı olan kişilere faydası olur.

Kendi markasını kurmak isteyen kişilere cesaret veren önerilerin olur mu?

Kendi markasını oluşturmak isteyen ve bizden ilham alan tüm kişilere söyleyebileceğimiz şey adım atmak için beklememeleri ve sonrasında sabırlı ve kararlı olmaları, işin şifresi bu. Hayat içerisinde ruhunuza iyi gelmeyen pek çok durumla karşı karşıya kalıyoruz. Bazı kişiler, olaylar, yaşam planınızda sizin zorunuzla duruyorlar. Onları bırakınca ise, özgürce akıp gidiyor her şey. Olaylar olması gerektiği zaman ve yerde oluyor. Ancak akıntıyla gitmek, beklemek de demek değil. Olacak diye beklemekle de olmuyor. Ne istiyorsak hemen şimdi harekete geçmeliyiz. Kendimize ve işimize inancımızı hiç kaybetmeden sabırla devam etmeliyiz. Bizi oluşturan temel değerler bunlar.

Hayal etmek, cesaret etmek ve devam etmek… Harekete hemen şu an geçmek, çünkü biliyoruz hayat sadece şimdide. Ayrıca tabii ki keyifle yapmak da önemli. Neşe ve kahkaha ile yapılan her şey mucizesiyle geri dönüyor. Çok yakında kişisel gelişim, şifa ve ezoterik bilgiler konularında bir dizi eğitimde sunacağız. Yıllar içerisinde kendi hocalarımızı, çevremizde pek çok ruhsal alanda uzmanları biriktirmişiz. Bu bilgileri, Soluna’nın seçeceği, onun frekansına uygun kişiler ile birleştirerek bir topluluk olmayı hayal ediyoruz. Bir yandan da ruha ve bedene iyi gelecek bütüncül şifa sunan yeni ürünler, yeni formüller, yeni tasarımlar üzerinde çalışıyoruz.

Yolun açık olsun Soluna!

Kapak Fotoğrafı: Soluna

İlginizi çekebilir: Hatun Vera Altunöz’den Homemade Aromaterapi Üzerine

Pedro Almodovar: İlhamını Madrid’den Alan Yönetmen

Festival filmlerine bilet alırken heyecanla öncelik verdiğimiz İspanyol sinemasının duayeni Pedro Almodovar, bizlerle son olarak geçtiğimiz ekim ayında Acı ve Zafer filmiyle buluştu. Almodovar’ın adı bile yetiyor desek yanlış olmaz, afişte adını görür görmez hikayesine bakmadan buna gitmeliyim dedirten yönetmenlerden.

Pedro Almodovar
Pedro Almodovar | Fotoğraf: cinerituel.com

Pedro Almodovar Filmleri Üzerine İnceleme

Cannes film festivalinde ödül alan yapım, Almodovar’ın yönetmenliğinde Antonio Bandreas ve Penelope Cruz üçlüsünün efsanevi geri dönüşüne eşlik etti. Bütünüyle otobiyografik bir yapım olmasa da Almodovar’ın hayatından esinlenilmiş çok fazla kare vardı; izleyiciyi bu kadar bağlayan noktalardan biri de buydu.

İzleyici hayran olduğu yönetmenin hayatından esinlenilmiş bu hikayeyi, Almodovar’ı anlamak istemişti belki de. Filmin ismi ve iki saat boyunca size eşlik eden sahneleri hüzünlü bir hikaye gibi dursa da benim için hüzünden çok bir keşif hikayesiydi. Orta yaşı geçmiş, kariyerinde önemli aşamalar kaydetmiş bir yönetmenin, geçmişiyle hesaplaşmaları ve kendisini tekrardan keşfetme çabasının hikayesiydi.

Acı ve Zafer
Acı ve Zafer | Fotoğraf: beyazperde.com

Almodovar’ın eşsiz oyuncu kadrosunda Penelope Cruz, Antonio Bandreas ve Carmen Maura’yı sık sık izlemişsinizdir. Almodovar’ın kendisi için böylesine özel olan hikayenin başrolünde ise tabi ki Antonio Bandreas vardı. Almodovar’ın filmlerinde sık sık işlediği konulardan biri geçmişle hesaplaşma aslında; bu konuyu sadece Acı ve Zafer’de değil, Juileta ve Hable con Ella gibi filmlerinde de görebilirsiniz. Bu filmlerin hikayesi için “sanki geçmişte bir şey arar gibi, sanki geçmişle hesaplaşıp bugünü iyileştirmeye çalışır gibi” diyebiliriz.

Volver
Volver | Fotoğraf: filmhafizasi.com

Almodovar’ın yeteneği, sahne geçişleri ve eşsiz oyuncu kadrosu bir yana filmlerini kült hale getiren başka bir şey daha var; güçlü kadın hikayeleri. Tüm dünyada sinema sektörünün çoğunda başrollerde erkek oyuncular varken kendisi kariyeri boyunca kadın başrollere ağırlık verdi. Farklı hikayeler, birbirini hiç tanımayan ama ortak bir amacın mücadelesini veren kadın karakterleri bizlerle buluşturdu. Yönetmenin güçlü kadın hikayelerinin ve Penelope Cruz’un en iyi performansını izleyebileceğiniz yapımlardan biri “Volver”.

Madrid: Almodovar’ın İlham Kaynağı

Bugün adını ezber bildiğimiz tüm sanatçıların, bilim insanların hayatlarında kulaktan kulağa gezen bir dönüm noktası var. Almodovar’ın ki ise rengarenk Madrid. Evet, doğru okudunuz! Almodovar henüz 16-17 yaşlarındayken tek başına Madrid’e yerleşti. Madrid’e yerleştikten yıllar sonra ise birinin onu keşfetmesiyle yıldızının parladığını düşünüyorsanız, fena halde yanılıyorsunuz! O 16 yaşındaki gencecik çocuk ne istediğini bilerek Madrid’e gelmişti. Eğitimini tamamlayıp sinema dünyasına girecekti! Hayallerini gerçekleştirene kadar çeşitli işlerde çalıştı, farklı hayatlar gördü. O dönem yaşadıkları, gördükleri de bugünkü Pedro Almodovar’ı oluşturdu. Küçücük bir kasabadan gelen Almodovar, İspanya’nın farklı bir yönüyle tanışmıştı.

 Pedro Almodovar , Madrid
Pedro Almodovar, Madrid | Fotoğraf: elindependiente.com

Hayallerine giden bu süreçte ‘Los Goliardos’ isimli tiyatro topluluğuna katıldı. Peki bu toplulukta kiminle yolu kesişti dersiniz: Carmen Maura! Pedro Almodovar’ın güçlü kadın oyuncularından olan Carmen Maura ile daha hikayeleri başlamadan tanışmışlardı. Yaşadıkları dönem, Franco yönetiminin İspanya kültüründeki yankıları, Almodovar’ın büyüdüğü küçük kasaba ve kendini keşfettiği rengarenk Madrid karşımıza “Pedro Almodovar”ı çıkardı.

Yaşadığınız şehir ne kadar önemli olabilir? Eğer o şehir tüm farklılığına ve zorluğuna rağmen; sizi olduğunuz gibi kabul ediyor ve o macera dolu hayatına sizi de katıyorsa, yaşadığınız şehir her şeydir. Kim bilir Pedro Almodovar için ne kadar önemli?

Kapak Fotoğrafı: artnewspress.com

İlginizi çekebilir: Sine Magger’dan Almodóvar Filmleri

Madrid’de Sanat Rotası: Mutlaka Görmeniz Gereken 3 Müze

Madrid’de yaşadığım zamanlarda en sevdiğim boş zaman aktivitesi sanat galerileri ve müzeleri gezmekti. Madrid’de 50’den fazla müze ve sanat galerisi bulunduğunu göz önünde bulundurursak benim gibi düşünenler için oldukça fazla seçenek var. O halde Madrid’de sanat yolculuğu için önemli duraklara bir göz atalım.

Madrid'de Sanat
Madrid’de Sanat| Fotoğraf: Unsplash/@jorgefdezsalas

Biliyorum halen mümkün oldukça evdeyiz, birçoğumuz incelikle planlanmış bir sürü seyahatimizi iptal etmek zorunda kaldık. Bir süre daha evimizde, kendimizle meşgul olacağız ve bu zamanlar elbet bitecek. Tekrar ucuz bilet peşinde koşacağız. Ben de seyahat opsiyonlarımızın sınırlı olduğu bu zamanlarda bana en iyi gelen bir yeri, Madrid’i, size anlatmak istiyorum. Yazıyı kaydedip 2021 planlarınıza dahil edebilirsiniz, belki karşılaşırız, kim bilir. 

Madrid, Prado Müzesi veya Picasso’nun “Guernica” adlı eserini de bulunduran Reina Sofia Müzesi gibi popüler müzelere ev sahipliği yapar ve Madrid’de sanat müzelerinin çoğunun “free entry” günleri vardır, yani haftanın belli günlerinde ya da belli saatlerde bu müzeleri ücretsiz gezebilirsiniz. Ben yazımda bu özel giriş saatlerinden de bahsedeceğim ama siz yine de ziyaret etmeden önce tekrar kontrol edin. 

Madrid’de Sanat Müzeleri

1- Prado Müzesi (Museo Del Prado)

Museo Del Prado
Museo Del Prado|Fotoğraf: El Pais

Eğer Madrid’de zamanınız kısıtlı ise ve sadece bir müze gezmeye vaktiniz (ve bazen sabrınız) varsa onun Prado olmasını öneririm. 1819’da açılan Prado Müzesi, İspanya’nın ulusal sanat müzelerinden biridir ve bu müzede İspanya’nın tarihini resmeden, sembollerle dolu bir sürü eseri görebilirsiniz. Ek olarak, bu müzede sadece resimler, tablolar yok; ünlü heykeltıraşların eserlerini de görebilirsiniz.

Bu müzede benim mutlaka görülmeli diye düşündüğüm eserlerden biri Velazquez‘in “Las Meninas“‘ı yani “Nedimeler” adlı eseri ve Bosch‘un “Garden of Earthly Delights” yani “Dünyevi Zevkler Bahçesi” adlı eseri. Müzeye, her gün 18:00-20:00 saatleri arasında ücretsiz giriş yapabilirsiniz. Müze oldukça büyük olduğu için 2 saatte her yeri görebileceğinizi düşünmeyin, içeri girmeden hangi eserleri görmek istediğinizi belirlerseniz ziyaretiniz daha rahat ve verimli geçer.

2- Kraliçe Sofia Müzesi (Museo de Reina Sofia)

 Museo de Reina Sofia
Museo de Reina Sofia | Fotoğraf: balclis.com

Eğer bir sanatseverseniz, İspanya’nın en prestijli eserlerinin yer aldığı Reina Sofia müzesini mutlaka görmelisiniz. Bu müze Prado’daki eserlerden daha yeni eserleri (20. yüzyıl ağırlıklı buradaki tablolar) kapsıyor. Müzenin iki ana binası var; birinde sadece Dali ve Picasso’nun eserleri sergilenirken diğerindeki tablolar değişiklik gösteriyor.

1937’de İspanya İç Savaşı sırasında Nazi Almanyasına ait bir uçak İspanya’nın Guernica şehrini bombalıyor, böylece iç savaş Avrupa’da daha fazla dikkat çekiyor. Picasso’nun Guernica adlı tablosu, savaş trajedilerinin ve savaşın bireyler üzerindeki acı verici etkilerinin bir özetidir. Bu etkileyici tabloyu da Reina Sofia’da görebilirsiniz. Seyahat edemediğimiz bu günlerde ise bu linkten müzedeki bazı bölümleri online olarak gezebilirsiniz.

3- Thyssen-Bornemisza Müzesi (Museo Thyssen-Bornemisza)

museum-1196428_1280
Museo Thyssen-Bornemisza | Trip Advisor

Thyssen-Bornemisza’da, Van Gogh ve Caravaggio gibi ünlü ressamlara ait 1500’den fazla eser bulunuyor. Burada daha çok modern sanat ve pop art örnekleri görebilirsiniz.

Salvador Dali’nin el yapımı rüya adını verdiği seriye ait olan ve eşi Gala’yı resmettiği “Dream Caused by the Flight of a Bee around a Pomegranate a Second Before Wakening Up” yani “Narın Etrafında Uçan Arının Sebep Olduğu Rüyadan Bir Saniye Öncesi” adlı tablosu da bu müzede yer alıyor.

Sonraki yazılarda görüşmek üzere. Benim seyahatlerimi Instagram’dan da takip edebilirsiniz. Unutmadan yorumlarda buluşalım; siz Madrid’de en çok hangi müzeyi sevdiniz? Ya da hangi müzeyi gezmek istersiniz?

Kapak Fotoğrafı: Wikipedia

İlginizi çekebilir: Anıl Ekin Özdemir’den Farklı Bir Madrid Deneyimi

Farklı Bir Madrid Deneyimi

İspanya dediğimde insanların aklına ilk olarak Barselona, ardından da başkent Madrid geliyor. Tabii bu şehirler tapas, sangria, paella gibi lezzetler, gezilmesi gereken ünlü meydanlar, flamenko gösterileri, İspanyolların rahat ve samimi havası, gece hayatı gibi keyifli detaylardan ayrı düşünülmüyor. Bu detayları tamamen atlamadan deneyimlemeye ve keşfetmeye çalıştığım şehir Madrid’den oldukça keyifli anılarla ayrıldım. Bende tekrar tekrar gitme isteği uyandıran, gezinizi renklendireceğine inandığım o mekanları sizinle paylaşmak istedim.

Screen Shot 2018-01-08 at 23.01.56

Madrid’deki favori mekanlarım genelde şehrin daha genç ve yaratıcı mahallesi diyebileceğim Malasaña’da bulunuyor. Bu mahallenin yaratıcı tarafını konsept dükkanlarında, barlarında, kafelerinde, restoranlarında görmek mümkün.

Screen Shot 2018-01-08 at 23.01.58

Tasarım ve içerik olarak keyif veren mekanlara sahip olan Malasaña’daki üç favori mekanımdan birincisi Crack isimli bar. Healthy Dinner ve Bar konseptlerini birleştiren mekan sipariş ettiğiniz yemekleri masadaki herkesin paylaşacağı şekilde servis ediyor. Organik şaraplarınızın veya biralarınızın yanında bir-iki çeşit yemek paylaşmanızı tavsiye ederim. Balkabaklı ve mantarlı risottosu ile pancar salatası benim fazlasıyla hoşuma giden iki lezzetti. Keyifle sohbet edip güzel bir yemek yerken, mekanın tasarımının da etkisiyle kapanana kadar orada oturmak isteyeceksiniz. Farklı bir atmosfer yaratan ışıklandırması, ferah masaları, arkada çalan keyifli müzikleri (genelde indie folk tadında) ve cuma akşamı bile gitseniz fazla kalabalık olmayan mekanın sevimli müşterileri ile samimi bulacağınıza inandığım bir mekan Crack. Fazla büyük ve kalabalık olmaması sebebiyle müşterilere gösterilen ilgi de mekanın bir diğer güzelliği.

Bahsetmeden geçemeyecağım ikinci mekan ise bir sokağın köşesinde konumlanmış olan kafe Hanso. The Barn Berlin’den gelen kahve çekirdeklerinden yapılmış bir americano ve yanında bir kase sıcacık yulaf ile Hanso’da başlamıştım Madrid macerama. Çekirdeklerini aldığı The Barn ise Berlin’de gitme fırsatım olan, kahve içmeyi adeta bir ritüel olarak gören bir kafeydi. Kahve çekirdekleri arasındaki farkı hissettiğim, damağımda çiçekli notalar bırakan mekanın kahvesini burada görmek beni zaten heyecanlandırmıştı. Sonra bir kahve almak veya menüdeki diğer kahvaltılık seçenekleri de deneme bahanesi ile yolumu birkaç kez daha Hanso’ya düşürdüm. Madrid’deki son sabahımda Hanso’da müzik eşliğinde tek başıma kahvaltı ettim ve kocaman pencerelerin önüne oturup gelip geçenleri izledim. Büyük olmadığından mis gibi bir kahve kokusunun hakim olduğu sevimli ve sıcak bir mekan olan Hanso‘ya en azından bir kahve içmek üzere uğramanızı öneriyorum. Kahvemdeki kavruk tat, kahvaltı için lezzetli seçenekleri ve mekanın samimiyeti ile bende özel bir yer edindi Hanso.

Üçüncü ve son mekanımız Vega tamamen vegan menüye sahip bir restoran. Sevdiğiniz yemeklerin vegan opsiyonlarını deneyebilir, veya tamamen vegan mutfağa özgü tatlarla tanışabilirsiniz. Zaten vegan veya vejeteryansanız buraya bayılacağınızın garantisini verebilirim! Lezzetli yemeklerin yanında çalışanlar da kıpır kıpır ve memnuniyetiniz için herkes elinden geleni yapıyor. Ayrıca ortamın hafif loş olması da ayrı bir samimiyet katıyor mekana. Vega’ya dair iki tavsiyem, gitmeden önce rezervasyon yaptırmanız ve 2-3 kişi giderseniz yemekleri paylaşacak şekilde söylemeniz.

Screen Shot 2018-01-08 at 23.01.42

La Central, La Fabrica ve Panta Rhei ise bir müze gezecek kadar vakit ayırdığım üç kitabevi. Eğer kitaplara dair bir zaafınız varsa siz de ister istemeze zamanınızın büyük bir kısmını buralarda geçireceksiniz. La Fabrica fotoğraf kitapları basan bir yayınevi, mağazasında da sanat kitaplarından romanlara çeşitli yayınevlerinin kitapları mevcut. La Central, Reina Sofia Müzesi’ne ait, yeni açılan kocaman bir kitabevi. Panta Rhei ise daha yerel, ara sokakta konumlanmış olan sevimli bir kitabevi ancak burada ağırlıklı olarak İspanyolca kitaplar bulunuyor.

Screen Shot 2018-01-08 at 23.01.46

Madrid’e dair birkaç tavsiyem daha var: Retiro Park’a bir öğle vaktinizi ayırmalısınız, biralarınızı veya şaraplarınızı alıp çimlerde uzanabileceğiniz bu park, kış güneşinin tadını çıkarmak için birebir. Vaktiniz olursa Retiro Park gibi doğayla yakınlaşabileceğiniz bir diğer huzur verici alan olan, Madrid Botanik Bahçesi’ne de uğramalısınız. Ayrıca parka da, botanik bahçeye de pek uzak olmayan Prado Müzesi’nde Bosch, El Greco, Velazquez, Goya eserlerini; Reina Sofia Müzesi‘nde de Picasso’nun Guernica adlı eserinin yanı sıra Damien Hirst, Francis Bacon, Salvador Dali, Rene Magritte, Man Ray, Yves Klein, Max Ernst’in eserlerini de görmelisiniz.

Screen Shot 2018-01-08 at 23.01.50

Madrid planlarınızı yaparken theMagger’daki birçok tavsiyeyi not etmek için farklı yazılar okumayı unutmayın! Buraya tıklayın.

Endülüs Seyahatnamesi Final: Dönüş Yolunda – Madrid

Madrid’i tanımlayan tek bir sembol anıt, bina, meydan yoktur. Paris’in Eiffel’i, Barcelona’nın La Sagrada’sı, Roma’nın Colosseum’u gibi ikonik bir yapıya sahip değildir ama onu oluşturan mimariden gastronomiye her bir parça sonuçta Madrid’i muhteşem bir şehre dönüştürür. Madrid, uzun ve görkemli bir tarihin olduğu kadar büyük meydanların, geniş ve uzun caddelerin, canlı sokakların, parkların, dünya çapındaki müzelerin, gastronominin, kraliyet asaletinin ama aynı zamanda gündelik yaşamın canlılığının şehridir. Tüm bu yoğunluğuna ve büyüklüğüne rağmen mükemmel metro ve ulaşım sistemi, temizliği ile aynı zamanda dünya üzerinde yaşam kalitesi en yüksek şehirler arasında yer alır.

[[konum_1]]

“Suyun üzerine yapıldım. Duvarlarım ateşten…”
(Madrid Arması’nın Üzerindeki Yazı’dan)

Endülüs gezimiz Cadiz’den başlayarak 5 kadim şehri, Malaga, Sevilla, Cordoba, Granada, ziyaret ile sona eriyor ve başladığımız yere, Madrid’e geri dönüyoruz. Madrid, Avrupa standartlarında dev bir şehir; bir metropol… Madrid, eski ve modern  İspanya’nın başkenti, Ortaçağ’da Castilla ve Aragon’un merkezi, Arap – İslam Endülüs’ün ezeli düşmanı… Madrid, Endülüs’ün, başka bir deyişle İber Yarımadası’na hakim olan Arap-İslam İmparatorluğu’nun bir parçası olarak kuruldu. Emir I. Muhammed tarafından 865 yılında Arapların ‘Mayrit’ (Al-Majrit) olarak adlandırdıkları bölgeye bir kale yaptırılır ve etrafında da bir kale-şehir inşa edilir. Bu şehir günümüzdeki Madrid’in temelini oluşturur. 1083’e kadar İslam İmparatorluğu’nun egemenliğinde  kalan şehir Castilla Kralı VI. Alfonso de Leon tarafından ele geçirilir ve o tarihten 1492’de Granada’nın düşüşüne kadar İber Yarımadası’na damgasını vuran Hristiyan – İslam Mücadelesi’nde Hristiyanlığın karargahlarından biri haline gelir. Öte yandan Madrid’in Büyük İspanyol İmparatorluğu’nun ihtişamlı merkezine ve başkentine dönüşmesi Kutsal Roma İmparatoru Charles V (İspanya Kralı olarak ise Carlos I) iki büyük Hristiyan Krallığı’nı, Castilla ve Aragon’u birleştirdikten sonra gerçekleşir. Charles V, Carlos I olarak İspanya Kralı olduğunda başkent olarak Endülüs’ün merkezi Sevilla’yı düşünür ancak sonradan tahta çıkan oğlu Philip II sarayını ve maiyetini Madrid’e taşıyarak şehri fiilen başkent yapar. Şehir, İspanya’nın altın yüzyılı (siglo de oro) olarak bilinen 17. Yüzyıl’da zenginliğinin ve ihtişamının doruğuna ulaşır; aynı zamanda Avrupa’nın en önemli kültür ve sanat merkezlerinden biri haline gelir, muhteşem mimarlık şaheseri yapılarla donatılır. Tarihinin getirdiği bu sanatsal,  kültürel ve politik derinlik Madrid’i Londra, Paris, Viyana, Roma ve Lizbon gibi Avrupa’nın en önemli ‘emperyal’ ve güzel şehirlerinden biri yapar. 

Cybele Palace_Foto
Endülüs Seyahatnamesi Final: Dönüş Yolunda – Madrid

Madrid’i tanımlayan tek bir sembol anıt, bina, meydan yoktur. Paris’in Eiffel’i, Barcelona’nın La Sagrada’sı, Roma’nın Colosseum’u gibi ikonik bir yapıya sahip değildir ama onu oluşturan mimariden gastronomiye her bir parça sonuçta Madrid’i muhteşem bir şehre dönüştürür. Madrid, uzun ve görkemli bir tarihin olduğu kadar büyük meydanların, geniş ve uzun caddelerin, canlı sokakların, parkların, dünya çapındaki müzelerin, gastronominin, kraliyet asaletinin ama aynı zamanda gündelik yaşamın canlılığının şehridir. Tüm bu yoğunluğuna ve büyüklüğüne rağmen mükemmel metro ve ulaşım sistemi, temizliği ile aynı zamanda dünya üzerinde yaşam kalitesi en yüksek şehirler arasında yer alır.

Madrid’i meydanları, caddeleri ve sokaklarında yapılacak uzun yürüyüşler ile keşfetmek gerekir. Madrid’te rehberlerde, tanıtımlarda önerilenler dışında bu gezintiler sırasında keşfedilmeyi bekleyen bir sürü mekan bulunmaktadır. Arada dinlenmek için keşfedilen bu mekanlarda verilecek kısa süreli molalar bu gezileri daha bir güzelleştirir.

rsz_royal_palace_foto
Endülüs Seyahatnamesi Final: Dönüş Yolunda – Madrid

Madrid’in meydanları, cadde ve sokakları ne kadar kalabalık olsalar da ferahlık duygusu verir insana.  Bir cumartesi öğleden sonra Plaza Mayor ve Puerta del Sol’un kalabalığı ve canlılığı şehri damarlarınıza kadar hissetmenizi  sağlar. Plaza Mayor’un simetrik dikdörtgen mimarisi ve etrafını çevreleyen binaları Madrid tarihini gözler önüne serer. Plaza Mayor, Madrid’in en bilinen spesiyallerinden biri olan kalamar sandviç yemek için ideal bir yerdir. Şehrin belki de en popüler ve yoğun yeri olan Puerta del Sol ise gerçek anlamda da Madrid’in ve İspanya’nın merkezidir. Tarihsel olarak İspanya’nın sıfır noktası sayılır.

Grand Via_Foto
Endülüs Seyahatnamesi Final: Dönüş Yolunda – Madrid

Her iki meydandan da birkaç dakikalık bir yürüme ile Madrid’in en bilinen bulvarı Gran Via’ya ulaşılır. Şehrin ana damarı, alışverişin ve iş dünyasının merkezlerinden biri olan Grand Via 20. Yüzyıl’ın ilk dönem modernizmini yansıtan mimarisi ile New York caddelerini andırır.  Nitekim İspanyol Broadway’i olarak da adlandırılan cadde Avrupa’nın en canlı ve yoğun caddesi olarak da kabul edilebilir. Sabah 05.00’de bile kalabalık olan caddeden o saatte de müzik sesleri, canlı şarkılar duyulur. Cadde Calle de Alcala’yı, Plaza de Espana’yı bağlar.

Calle de Alcale_Foto
Endülüs Seyahatnamesi Final: Dönüş Yolunda – Madrid

Calle de Alcale 10,5 km uzunluğu ile Madrid’in en uzun caddesidir. Puerta de Alcala, Plaza de Cibeles, Instituto Cervantes, Banco de Espana gibi şehrin en önemli mimari yapılarından bazılarına ev sahipliği yapar. Cadde Madrid’in merkezi meydanlarından biri olan ve şehrin en bilinen turistik yerlerinden biri olan Buen Retiro Park’ın da bulunduğu Plaza de la Independecia ile birleşir.

rsz_salamanca_foto
Endülüs Seyahatnamesi Final: Dönüş Yolunda – Madrid

 Ve Salamanca… Madrid’in en lüks ve şık bölgesi. Calle de Alcala ve Paseo de la Castellana tarafından sınırları çizilen bu bölgedeki cadde ve sokaklar şehir kaşiflerine Madrid Burjuvaları arasına karışarak şehrin zerafetini keşfetmeleri için müthiş zamanlar vadeder. Bölgenin ana caddeleri olan Calle de Serrano ve Calle de Jose Ortega y Gas, diğer benzerleri Via del Corso, Lafeyette, Via Monte Napoleone veya Kohlmarkt gibi dünyanın en tanınan lüks markalarına evsahipliği yapan birer ‘alışveriş’ merkezi gibi gözükseler de Madrid’in kendine has havasını yansıtırlar. Salamanca içinde yer alan Calle de Lagasca, canlı havası, irili ufaklı şık ve fiyat açısından ulaşılabilir butikleri ile belki de en ilgi çekici caddedir. Calle Claudio Coello gibi 20 Euroya ayakkabı alabileceğiniz mağazalar ile Canali’nin komşu olabildiği güzel caddeler de bölgedeki çeşitliliği yansıtır. Bölgedeki restoranlar ve kafeler de gastronomik bir zenginlik sunar ziyaretçilerine. İspanyol mutfağının yaratıcılığı ile geleneksel mutfağın bir arada yer aldığı Madrid, İspanya’nın farklı yörelerine ait lezzetleri bir araya getirir.

Reina Sofia_Foto
Endülüs Seyahatnamesi Final: Dönüş Yolunda – Madrid

73 müze ve 46 kütüphanesi ile dünya üzerinde ancak birkaç şehir Madrid kadar ihtişamlı, kapsamlı ve aşkın bir sanat ve kültür ortamı sunar ziyaretçilerine. Bu 73 müze içinde ise üç tanesi, Paseo de Arte’deki ‘Altın Sanat Üçgenini’ oluşturan Prado, Reina Sofia ve Thyssen-Bornemisza Madrid’i sanatseverler için bir mabed haline getirir. İspanyol Kralları’nın ‘altın dönemin’ zenginliği ve ihtişamını ölümsüz kılmak için verdikleri destekle yaratıcılık ve sanatlarının doruğuna ulaşan Velazquez ve Goya; İspanyol resminin kurucusu kabul edebileceğimiz El Greco; mistik resmin en büyük isimleri Zurbaran ve Murillo’nun klasik İspanyol sanatını oluşturan resimleri yanında Flaman, İtalyan ustalar; modern dönemin Picasso, Dali, Miro, Tapies, Sorolla, Gris gibi büyük İspanyol sanatçıları ve her ekolden, her dönemden, her ülkeden sanat tarihinde iz bırakmış neredeyse bütün isimlerin yapıtları bu üç müzenin duvarlarında sergilenirler. Sanat tarihinin en önemli, simge tablolarından bazıları bu müzeleri sanat meraklıları için neredeyse mitolojik yerler hale getirir. Madrid’i tanımlayan tek bir sembol seçmek gerekirse bence tek seçenek olan Prado, tüm zenginliği yanında Velazquez’in Las Meninas tablosuna ev sahipliği yapar. Thyssen-Bornemisza ise Bruegel’den Rubens’e; Gaugin’den Munch’e; Hopper’den Braque’a, Modigliani, Kandisky, Schiele, Böcklin, Pisarro ve Degas’a kadar en büyük isimlerini bir araya getirerek bir resim tarihi geçidi yaptırır. Reina Sofia ise belki de sanat tarihinin en bilinen, en tartışılan savaş resmi olan Picasso’nun Guernicası’na sahiptir. Reina Sofia sadece bir müze değil aynı zamanda İspanya İç Savaşı’ndan günümüze modern İspanyol Tarihi’nin belgelerle aktarıldığı bir kültür merkezidir de.

Madrid müzeleri söz konusu olduğunda, şehrin altın üçgenini oluşturan bu müzeler dışında farklı mimarisi ve içeriği ile CaixaForum Madrid’ten de söz etmek gerekir. Altın üçgenin bulunduğu bölgede, Paseo del Prado’da yer alan ve ’eski bir elektrik santralinden İsviçreli Mimarlar Herzog ve Meuron tarafından yeniden yaratılan bina sadece bir müze-sergi alanı değil aynı zamanda bir sanat ve eğitim merkezi; sanatseverlerin buluştuğu bir çok-işlevli mekandır. Hemen yanında yer alan ve botanist Patrick Blanc tarafından tasarlanan Dikey Bahçe, Avrupa’nın kendi alanındaki en önemli yapıtıdır.  

Caixaforum_Foto
Endülüs Seyahatnamesi Final: Dönüş Yolunda – Madrid

Madrid, konumu ile de çok önemli bir şehirdir. İspanya’nın en tarihi ve ilgi çekici bazı şehirlerine birkaç saatlik uzaklıkta yer alır. Madrid’ten günübirlik gezilerle Avila, Segovia, Salamanca ve efsanevi şehir, El Greco’nun memleketi, İspanya Krallığı’nın ilk başkenti Toledo ziyaret edilebilir. Özellikle Toledo kesinlikle görülmesi gereken bir şehirdir. Arap-İslam İspanya’sı dönemindeki adıyla Tuleytula günümüz İspanya’sındaki en ilgi çekici, en otantik ve özel şehirlerden biridir. Arap-İslam hâkimiyeti sona erip de şehir Hristiyanlar’ın eline geçtikten sonra Toledo İspanya’nın dini ve kültürel merkezi haline gelmiştir. Dünya üzerinde Ortaçağ atmosferini, tarihi ve kültürel geçmişi bu düzeyde yansıtan çok az şehir vardır. Gerçek tarih meraklıları için Toledo’ya günübirlik bir ziyaret yeterli değildir.

Normalde seyahat yazılarımda mekan önermem ama Madrid için bir istisna yapıp birkaç öneri yapacağım:

Hızlı, ayaküstü bir kahvaltı için Plaza de Independencia’da yer alan fırın Harina, kahve molası için Toma Cafe, öğle veya akşam yemeği için İspanyol mutfağını dünya mutfağı ile birleştiren ve daha kozmopolit-evrensel bir atmosfer sunan  Lateral, daha otantik bir atmosfer için La Candelita rahatlıkla tercih edilebilecek yerler. Elbette Madrid’in en  eski ama aynı zamanda popüler ve bohem bölgesi, Barrio La Latina’daki irili ufaklı tapas barlara, kafelere uğramak gerek.  

Özellikle mutfağı ile öne çıkan, şefinin ‘gayri-resmi yüksek mutfak’ olarak tanımladığı bir gastronomi anlayışına sahip otel De Las Letras Gran Via’da olması nedeniyle merkezi bir konumda da yer alıyor.  

Madrid alışverişin zevkli bir uğraşa dönüştüğü şehirlerden biri kuşkusuz. Salamanca Bölgesi dünya üzerinde bir benzerini ancak İtalya’da yaşayabileceğiniz en otantik lüks alışveriş deneyimlerinden birini sunar. İspanya, özellikle erkek giyiminde ve ayakkabı tasarımda İtalya’dan sonra dünyanın en iyisidir. Bu açıdan Salamanca sokaklarında sırf ‘vitrin alışverişi’ yapmak bile insana haz verir.

Salamanca 2_Foto
Endülüs Seyahatnamesi Final: Dönüş Yolunda – Madrid

Her pazar ve tatil günlerinde La Latina Bölgesi yakınlarında kurulan açık hava pazarı El Rastro’nun ziyareti de bir Madrid ritüelidir. El Rastro’da yorulan bünyeler La Latina’nın tapas barlarında Madrid’i yeniden keşfe çıkmak için gerekli enerjiyi toparlayacaklardır.

Tabii bir de futbol meraklıları… Madrid dünyanın en büyük futbol kulübüne, Real Madrid’e ev sahipliği yapar. Futbolseverler Madrid’te Real Madrid ile ilgili muhteşem bir deneyim yaşayabilirler. İyi bir futbolseverin şehrin bir diğer takımı Atletico Madrid’i de atlamayacağını düşünüyorum.

Madrid, dünya üzerinde ziyaret etmek isteyeceğiniz kentlerden biri. Bir altın şehir…

Endülüs ve İspanya, dünyanın köklü müzik geleneklerinden birine sahip. Endülüs dendiğinde akla elbette Flamenco geliyor. Nitekim Flamenco’nun büyük büyük ustaları da Endülüs’den çıkmıştır. Geleneksel Flamencocular, Paco Pena ve Paco de Lucia en otantik Endülüs Müziği’ni büyük bir ustalıkla icra ederler. İspanyol Klasik Müziği’nin kurucusu ve ruhu diyebileceğimiz Isaac Albeniz ile gelmiş geçmiş en büyük İspanyol besteci olarak kabul edebileceğiz Cadiz doğumlu Manuel de Falla başta olmak üzere Joaquin Rodrigo, Joaquin Turina, Federico Mompou gibi önemli İspanyol besteciler de Endülüs temalarını kullandıkları yapıtlar ortaya koymuşlardır. Bizet’ten Lalo’ya; Borodin’den Rimsky-Korsakov’a, Debussy’e, Ravel’e kadar klasik müziğin pek çok büyük bestecisi Endülüs ve İspanyol müziğinden esinlenmiştir. Luigi Boccherini gibi İtalyan olmasına rağmen müzik yaşamını İspanya’da sürdürmüş ve yapıtlarında gitarı yoğun olarak kullanmış bir ilginç örnek de bulunmaktadır müzik tarihinde. Miles Davis bile ‘Sketches of Spain’ albümüyle bu müziği modern caz ile buluşturmuştur. İspanya seyahatim sırasında ve bu seyahatleri kaleme alırken dinlendiğim, zamanla eklemeler ve çıkarmalarla son haline gelen bu liste Endülüs ve İspanyol Müziğini merak edenler için bir başlangıç olabilir sanıyorum. 

Endülüs ve Madrid için Spotify’da hazırladığım müzik listesine buradan ulaşılabilir.

Madrid’i farklı zevkler ve farklı bakış açılarıyla keşfetmek isterseniz theMagger’da bu yazıdan fazlası var, burayı tıklayın!

Madrid: Keşfetme Duygumuzu Fazlasıyla Arttıran Şehir

Hep söylüyorum; bir şehri yeme-içme yerlerini keşfederek, ara sokaklarında kaybolarak, barlarında insanlarını gözlemleyerek gerçek anlamda anlarsınız. Madrid tam da öyle deneyimlenmesi gereken bir şehir. Keyfine düşkün, pek İngilizce bilmeyen ama yine de yardımcı olmaya çalışan insanları, hareketli gençliğiyle Madrid, benden yüksek puan aldı. Bu arada Barcelona ve Madrid’i karşılaştıranlara sözüm: İkisinin hiçbir alakası yok; iki şehrin de kendilerine has özellikleri var. Tek ortak noktaları aynı ülkede olmaları 🙂 Şimdi, hadi gelin Madrid’i kısa notlarımda keşfedelim.

Chueca [[konum_1]]

Chueca
Chueca

Yazıma en sevdiğim yerden başlayayım: Madrid’te favori bölgem kesinlikle Chueca oldu. “Gay District” diye geçen büyük bölgede yer alan Plaza Chueca, özellikle geceleri muhteşem hareketli oluyor. Şarap barları, cafeler, clublar, güzel restoranların hepsi bu tarafta. Buraya gittiğiniz zaman ortamını görmeden dönmeyin dediğim mekan ise Kirk Keller. Yüksek tavanı, minimalist mimarisi ile bira içmek için ideal bir mekan olan Kirk Keller’de sandalyeleri beğenirseniz satın alabiliyorsunuz. Mekanda müzik çok güzel, ayrıca müziğin sesi çok ideal yükseklikte. Ayakta veya yer bulursanız satılık sandalyelere oturarak saatlerce arkadaşlarınızla sohbet edebilirsiniz. Burayı mutlaka not alın. Onun dışında Chueca bölgesinde daha sakin bir şarap keyfi yapmak için Valentina’yı tercih edebilirsiniz.

Room Mate Hotels [[konum_2]]

Room Mate Hotels
Room Mate Hotels

Yine Chueca bölgesinde güzel kokteyl içmek, Madrid’de bir rooftop deneyimi yaşamak isteyenler için tavsiyem Room Mate Hotels’in teras katı. Yazın burası aynı zamanda havuzu ile ünlüymüş. Isıtıcıların olduğu terasa Room Mate’in otel girişinden çıkılıyor. Her sene ödül alan kokteyllerinden tavsiye edeceklerim; meyveli kokteyl sevenler için The Passport, daha rahat içimli bir kokteyl isteyenler için Kerem (evet, kokteylin adı Kerem, biz de inanamadık 🙂 veya daha tatlı kokteyller tercih edenler için de Kolada. Bu rooftop’a iyi servisi ve leziz kokteylleri için uğramanız ŞART.

Ten Con Ten [[konum_3]]

Ten con ten
Ten Con Ten

Eşim Tuna’nın Madrid’e her iş seyahatinde sektirmeden gittiği Ten Con Ten için sürekli kurduğu “Sen buraya bayılacaksın” cümlesi beni oldukça heyecanlandırmıştı. Tuna, gerçekten beni iyi tanıyor! 🙂 Ten Con Ten şık ortamıyla beni benden aldı. Menü içeriği ve konsept olarak biraz Lucca’yı andıran Ten Con Ten’in atmosferi kadar yemekleri de harika.

Ten Con Ten
Ten Con Ten

Biz gittiğimizde siyah trüflü risotto yedik; müthişti! Bu arada menüde risotto geçmesine rağmen yemeğin biraz daha arpacığı andıran bir kıvamı vardı. Tadı damağımda kaldı diyebilirim. Ayrıca ördekli spring roll ve dilimlenmiş enfes bir et söyledik. Madrid seyahatinizde bir gecenizi Ten Con Ten’de geçirmek istiyorsanız en erken 2 hafta önceden rezervasyon yaptırmayı unutmayın. Ve buraya da kesin gidin, çok beğeneceksiniz.

Mercado San Ildefonso [[konum_4]]

Mercado San Ildefonso
Mercado San Ildefonso

Madrid’de bizim karşılaştığımız iki adet yemek marketi vardı. Bir tanesi Mercado San Miguel. Burası oturma yeri olmayan, özellikle turistler arasında çok popüler bir “yemek pazarı”. San Miguel’in kapısından içeri girdiğiniz anda mideniz guruldamaya başlıyor! Etraftaki tüm deniz mahsullü tapaslardan tatmak istiyorsunuz. Genelde insanlar bir şarap standıyla tura başlayıp etraftaki diğer standlarda değişik İspanyol lezzetleri deniyorlar. Mercando San Miguel gayet keyifli bir market ancak ben daha lokal ve kesinlikle daha genç bir ortamı olan bir yer arayanlara Mercado San Ildefonso’yu öneriyorum. Yine Chueca bölgesinde yer alan bu 3 katlı markette oturmak için ısıtmalı açık alanlar bulunuyor. Ildefonso’da San Miguel’deki kadar yemek seçeneği yok ama bence daha sempatik bir yer burası. Ben gittiğimde hiç turist görmedim; 25-35 yaş arası Madrid gençliği şarap ve biralarıya buranın açık kısmında vakit geçiriyorlardı.

Mercado San Ildefonso
Mercado San Ildefonso

San Ildefonso’da ne yemeliyim diyenlere tek bir önerim var: (tabii et yiyorsanız.) Bovinus! Antrikot ve Pork Steak’in gerçek anlamda çok başarılısını yapan bu standın sırasına girin, istediğiniz et yemeğini sipariş edin. Ardından hemen soldaki şarap standından güzel bir İspanyol şarabı alıp oturma yerlerine geçin. Bu marketteki en sevdiğim şeylerden bir tanesi de Pazar akşam gittiğimiz zaman canlı DJ performansı olmasıydı. DJ tek kelimeyle mükemmel çalıyordu. Etlerimiz ve şaraplarımızla mest olurken, müziğin ve ortamın keyfini çıkardık. Burayı da Madrid listenize eklemeyi lütfen unutmayın.

Madrid’de Kahvaltı 

Federal
Federal

Madrid’de kahvaltı  için size önerebileceğim iki yer var: Federal ve Toma Cafe. Federal, hip ortamıyla ün salmış, eggs benedictleri, kruvasanları çok lezzetli olan bir cafe. Buraya mutlaka erken saatlerde gidin (Örneğin hafta sonu gidiyorsanız en geç 10:30-11de orada olmaya çalışın, sonrasında baya kuyruk artıyor.) Muz, hindistan cevizi sütü, chia ve tarçından oluşan içeceğini içmenizi tavsiye ederim.

Toma Cafe
Toma Cafe

Toma Cafe ise İstanbul’da son zamanlarda özellikle Kadıköy, Galata, Cihangir ve Topağacı taraflarında görmeye alıştığımız ve bazılarını gerçekten çok sevdiğimiz 3. nesil kahveciler tarzında. Toma, İstanbul’da olsa baya severdik yani 🙂 Laptoplarını açmış, kahvelerini keyifle içen Madrid gençliğinin takıldığı bir mekan burası. Flat White’ı çok lezzetliydi, aklınızda bulunsun. Bir de Toma’da sabah kahvaltısı olarak avokadolu tostu yedik, müthişti. Giderseniz mutlaka deneyin.

Steakburger [[konum_5]]

Bizim eşim Tuna’yla her Avrupa seyahatimizde vazgeçemediğimiz bir alışkanlığımız, şehrin en ünlü burgercisini bulmak ve bir akşam üstümüzü orada en az 2 burger yiyerek geçirmek. Madrid’deki burger tercihimizi şehirde birkaç şubesi bulunan Steakburger’den yana kullandık. Canınızın gurme burger çektiği bir günde Steakburger’i kesinlikle deneyin derim.

Retiro Park ve fazlası 

Retiro Bank, fikrimce Madrid’in bence en büyük şansı. Londra’nın Hyde Parkı, New York’un Central Parkı gibi şehrin büyük bir bölümünü kaplayan bu parka kesinlikle 3 saatinizi ayırmalısınız. Biz etraftaki marketlerden biramızı aldık ve Retiro’da önce çimlerin üzerinde, sonra da parkın içerisindeki büyük (yapay) gölün yanındaki merdivenlerde oturup biramızla sohbet edip, etraftaki sokak sanatçılarını dinledik. Of, çok güzeldi!

Önemli Not: Retiro Park’ının çıkışında sizi görkemiyle karşılayacak olan Prado Müzesi’nde sanata doymayı da unutmayın. El Greco, Velazquez, Goya eserlerini görebileceğiniz bu müzeye en az 2 saatinizi ayırın.

Madrid hakkındaki diğer notlarım: 

Konaklamada hip ve canlı bir bölgede kalmak istiyorsanız bence Chueca bölgesindeki hotel veya hostellerde kalın. (Hostel dediğime bakmayın, buraları büyük binaların belirli katlarında yer alan tek kat oteller. Oda yalnızca kendinizin. 🙂 Ben gitmeden önce Madrid’i çok iyi bilmediğim için daha sakin bir bölgede otelimizi ayarladım. Chueca’ya göre daha kuzeyde yer alan Sercotel Grand Hotel Conde Duque adlı otel klasik bir Avrupa oteli. Merkeze yakın olup daha sakin bir konaklama yaşamak isteyenlere fiyat-performas açısından burayı öneriyorum.

Benim tarzımı biliyorsunuz klasik turist kitaplarındaki bilgileri vermeyi sevmiyorum seyahat yazılarımda. Evet, Gran Via, Plaza Royal, Plaza del Sol gibi bölgeleri de gezebilirsiniz. Bu konu hakkındaki söyleyeceklerim bu kadar; bkz. tripadvisor 🙂

Toledo

Biz Madrid’e gitmişken yarım saat uzaklıkta olan Toledo şehrini de görelim dedik. Madrid’in Atocha Tren istasyonundan yarım saatte bir kalkan Renfe trenlerine binip günümüzü Toledo’da geçirdik. (Unutmadan söyleyelim, Atocha istasyonu müthiş mimari yapısıyla görülmeye değer. Kullanmayacaksınız bile yakınından geçiyorsanız içine girip, içindeki botanik bahçeyi görmenizi öneririm.)

Toledo, bana bir İspanya şehrinden daha çok Cortona, San Gimignano gibi İtalyan kasabalarını andırdı. Şehirde birkaç katedral ve sinangog gezmekten başka yapabileceğiniz en iyi şey ara sokaklarında kaybolmak. Toledo’ya 5-6 saatinizi ayırsanız gayet iyi bir şekilde yetiyor. Ama ne yapın edin, Madrid’e gitmişken Toledo’yu ziyaret edin. Klasik bir Yahudi tatlısı olan Mazapanlardan tatmayı ihmal etmeyin.

Kısaca Madrid’i sevdim ben… Ama turistik yerlerini değil; ara sokaklarını, yeme-içme yerlerini ve eğlenceli gençliğini sevdim. Şehrin turistik yerleri bana “Güzel bir Avrupa şehri”nden fazlasını vermedi. Chueca’yı, şehrin hızlı akan sokakları, restoran ve barlarda karşılaştığım enerji dolu insanları ve Retiro’nun pozitifliğini gördüğüm zaman Madrid’i sevenlere hak verdim. Bu güzel şehre keşfetme duygunuzun arttığı bir dönemde gidin derim. Herkese sevgiler xx

Madrid: Avrupa’da Yok Böyle Hızlı ve Canlı Bir Başkent!

İspanya denince insanın aklına ilk olarak Barselona, ardından da başkent Madrid gelir. Bununla birlikte sangria gelir, paella gelir, tapas gelir, gezilecek nice meydanlar, izlenecek flamenko gösterileri ve bir de İspanyanın rahat havası ve hızlı gece hayatı gelir. Bunlar insanın aklına bir geldi mi de bir daha gitmez!

m7
Madrid

İspanya’ya kısa süreli bir tatil düşünüyorsanız ve Barselona’yı görmüşseniz, o zaman vakit kaybetmeden Madrid’e gitmelisiniz. Az zamanda bu şehri ve yansıttığı İspanyol kültürünü hızlandırılmış bir şekilde görmeniz için de belirli adımları gerçekleştirmeniz gerekiyor.

Bu adımları izlemeden önce peşinen söylemekte yarar var, birisi Madrid’i Ankara’ya benzetmiş ve herkes de daha görmeden nedense bu söylentiye inanmış. Yok öyle bir şey! O söyleyen kişi ya Madrid yerine başka bir Avrupa başkentine gitmiş ya da Ankara’ya hiç gitmemiş. Tek ortak özellik var, o da her ikisinin başkent olması. Bunun dışında duyduğunuz başka benzerlikleri unutun veya duymazlıktan gelin.

m13
Madrid

Madrid’de izlenecek adımlar da işte şöyle:

İlk Adım: Meydanları Gezmek ve Meydana Çıkan Caddeleri Arşınlamak

m1
İlk Adım: Meydanları Gezmek ve Meydana Çıkan Caddeleri Arşınlamak

Madrid, baştan sona meydanlardan oluşan bir şehir. Bir meydandan diğer meydana geçiyorsunuz. Geniş caddeler sizi mutlaka bir meydana bağlıyor. Her meydanda birbirinden güzel binalar, hareket ve bereket var. İlk meydan, Sol (Güneş) Meydanı. Gerçekten güneş gibi parlayan bir meydan burası. Şehrin kalbi burada atıyor. Canlılık da buradan diğer cadde ve meydanlara akıyor. Bu meydan, şehrin simgesi haline gelmiş çilek toplayan ayı heykeliyle biliniyor. Biraz sevimsiz bir heykel ama n’apalım seçmişler bir kere! Önündeki caddeden devam ederseniz ki, bu caddenin ismi Mayor Caddesi, Mayor Meydanı’na gelirsiniz. Bu meydanın özelliği tek bir bina ile çevrelenmiş olması. Binanın başlangıcı veya sonu yok, dört köşesi var. Her köşeden de başka bir caddeye geçiyorsunuz. Noel döneminde gittiğimiz için burada Noel pazarı kurulmuştu. Çok şey kalmamakla birlikte kırmızı ve yeşil  yılbaşı süsleriyle yine de ışıl ışıldı.

m3
Madrid, Kraliyet Sarayı

Mayor Caddesi’nden aşağıya doğru inerseniz bu sefer Almudena Katedrali ve Kraliyet Sarayı’nın olduğu meydana gelirsiniz. Bu meydan da, katedralin ve sarayın tüm görkemini yaşatıyor. Saray oldukça büyük bir bina, herhangi bir süslemesi yok ama yine de estetik duruyor. Katedralin geniş yapısı ve göğe kadar yükselen çanı büyülenmeniz için yeter de artar bile. Bir de bu sarayın yanında es geçmemeniz, Madrid’i hatırladığınızda ilk aklınıza gelecek Sabatini Bahçesi bulunuyor. Ortasında havuzuyla şehrin en sakin köşesi. Biz gittiğimizde, hava karardığı için kapanmıştı ama yukarıdan bakmak bile en az içindeymiş gibi huzurlu hissettirdi.

m4
Madrid

Sarayı arkanıza alıp yukarıya doğru yürüseniz Isabel II Meydanı’na meydanına gelirsiniz. Noel sebebiyle sadece yiyecek standları kuruluydu ve cıvıl cıvıldı. Meydanı gezip yukarıya doğru ilerlemeye devam ettiğinizde yine Sol Meydanı’na gelirsiniz ve meydanı kesen sokaktan devam ederseniz Gran Via Caddesi’ne varırsınız. Burası da bir nevi İstanbul’un Osmanbey’i gibi. Sağlı sollu alışveriş mağazaları, minik bar ve otellerle dolu büyük bir cadde. Caddeyi boydan boya geçtiğinizde de Cibilles Meydanı’na ulaşmış olursunuz. Bu meydanda kocaman ve upuzun binalar var. Metropolis binasının da ilginizi çekmemesi mümkün değil. Cibilles Meydanı da başka bir merkez çünkü buradan havaalanına giden otobüsler kalkıyor ve müzelere giden cadde de bu meydandan başlıyor.

Son olarak da tren istasyonunun olduğu Atocha Meydanı var. Tarım Bakanlığı’nın binası oldukça görkemli. Tren istasyonu da içinde botanik bahçesi bulunan farklı bir bina. Bir istasyonda neden bir bahçe olur anlamadık, bir de bu kadar ağacın arasında yolculara kendilerini neden Afrika’daymış gibi hissetirmek istemişler onu da anlamadık ama bu istasyon yine de görülmeye değer.

Tüm bu meydanlarda dolanmanız, meydana inen sokakları gezmeniz gerek. Kaybolma gibi bir şansınız yok. Mutlaka bir meydana çıkarsınız, oradan da gitmek istediğiniz başka bir meydana rahatlıkla geçersiniz. Meydanların ve sokakların isimlerini her biri sanat eseri niteliğindeki seramik tabelalardan okuyacak ve İspanyolların estetik duygusuna hayran kalacaksınız.

m9
Seramik Tabelalar

İkinci Adım: Paella ve tapasını yemek, tatlılarla keyfi ikiye katlamak

m2
İkinci Adım: Paella ve tapasını yemek, tatlılarla keyfi ikiye katlamak

İspanya mutfağının başrolünde tabii ki paella var. Deniz mahsülleri, et, tavuk, sebze ya da bunların hepsini karıştırdıkları pilava verdikleri isim. Benim ağız tadıma bu kadar çok karışık yemek uymadı ama yine de buraya gelmişken tatmak gerek. Bir de İspanyolların diğer yemeği tapas var, yemek dışında gelen her şeye tapas deniyor. En güzel tapas da bence kalamar. Yanında ise yeşil kızarmış minik biberlerden söylemeyi unutmayın. Bir de patatas bravas var. İsterseniz domates soslusunu söylüyorsunuz ya da sade istiyorsunuz sonra da yemeye doyamıyorsunuz. Sadesi her zaman tercihim çünkü domates sos, patatesin tüm çıtırlığını alıyor. Birçok restoranda zaten bu söylediklerimizin hepsi var.

İlk gün Mayor Meydanı’nın sol köşesinde yer alan tarihi değil, karşısındaki en modern restorana  geçtik. İçerisi ferah, hizmeti normal hızda seyreden bir mekandı ve tavsiye ederim. Tapasların ekmek üstündeki haline pinchos diyorlar. Üstünde her türlü meze olabiliyor. Ton balıklı, domates-fesleğenli, peynirli-cevizli ya da hangisini sunarlarsa. Hepsi güzel, bira yanı harika bir atıştırmalık. Pinchos içinse Gran Via Caddesi üzerindeki Quilombo’ya uğranmalı. Mekanın kendisi de hizmeti de o kadar güzeldi ki, akşamları tek adresimiz oldu. Madrid’e geldiğinizde siz de burayı mesken edinmelisiniz.

m16
Mercado San Miguel

Yemek konusunda ayrıca uğramanız gereken yer Mercado San Miguel. Burası dört tarafı camla kaplı bir yemek pazarı. Burada yiyecek değil yemek alıyorsunuz. Pazar gibi kurulmuş standlar var, hepsi başka yemekler sunuyor. İçki ve kahveler de istemediğiniz kadar bol. Tercihinize göre elinize alıp bir şeyler yiyebilirsiniz veya orada oturabilirsiniz. Böylece gezmeye ara vermiş ve karnınızı doyurmuş olursunuz. Dolaşırken, o güzelim yemek kokuları sizi cezbedecek ve karnınız acıkacak, benden söylemesi.

m11
Casa Luciano

Madrid’de yemek açısından ‘tapaslardan sıkıldım, paellayı zaten sevmedim ve artık bana biraz protein lazım’ diyorsanız, merak etmeyin bu ihtiyacınıza da cevap var. Birçok restoranın vitrinine parça parça etler, koca koca butlar koymuşlardı. Tabi bu çiğ etlerle dolu kasap görüntüsü iştahımızı kapattı ama bir o kadar da meraklandırdı. Ne alaka derken ve deniz ürünlerinden sıkılmışken girdiğimiz restoranda sipariş ettik ve etin lezzetine inanamadık. Et konusunda fazla seçici olan ben bile beğenmişsem bu lezzette de başarılı oldukları doğrudur. Atocha tren istasyonunun karşısında ismi İtalyan ama mutfağının ne olduğunu sorguladığımız restoran Casa Luciano’yu düşünebilirsiniz. Biz düşündük ve memnun kaldık.

Yemekten bahsettik ama sabah kahvaltısıyla ilgili de bir not iletmek gerek. İspanyollar kahvaltıda İspanyol omlet yerler. Bizdeki yumurtalı patatesin aynısı. Onu hatta dilim olarak kesip peynir gibi sandviç ekmeklerinin arasında koyabiliyorlar. Çok farklı ya da bizimkilerden daha lezzetli değil ama en azından tadına bakın derim.

m12
Churros

Yemek bittiğine göre artık tatlıya geçebiliriz. En ünlü tatlıları ismini bir türlü telaffuz edemediğim churros’ları. Görünüşü bizdeki tulumba tatlısına benziyor, tadı da waffle gibi. Bunu yemenin de bir şekli şemali var. Yanında sıcak çikolata geliyor, batırıp öyle yiyorsunuz ve mutluluktan dört köşe oluyorsunuz. Mayor caddesi üzerinde sadece bu tatlıyı sunan Chocolate&Churros isimli  bir mekan var, bazı cafelerde de yine görebilir, yiyebilir, doymayıp ikinci bir porsiyon sipariş edebilirsiniz. Şahsen Noel pazarında satılan churrosları beğendim. Sıcak sıcak pişirip kese kağıdına koydular, içine toz şeker serpiştirdiler. Yanında da kağıt bardakta sıcak çikolatayı aldıktan sonra bir köşeye çekilip pazarın hareketini seyretmek keyfimi ikiye katladı. Noel zamanı gelirseniz, churros yeme ritüeliniz bu olmalı.

m5
Picatostes, Cafe de Oriente

Tatlı konusunda churros’tan ziyade beni cezbeden, aklımı başımdan alan başka bir tat var ki, o da picatostes. Sıcak çikolata istediğimizde yanında geldi. Tadını kızarmış şekerli ekmek gibi düşünebilirsiniz. Sıcak çikolataya batırıp hem yiyorsunuz hem de çikolatanızı yudumluyorsunuz. Gerek picatostes’i gerekse sıcak çikolatası bakımından tek geçtiğim mekan Cafe de Oriente. Kraliyet sarayının karşısında yer alan bu cafenin dantelli koltuk örtüleriyle sıcacık bir atmosferi var. Her gün buraya gelip sıcak çikolatamı içip tüm picatostesleri yiyebilirim çünkü bugüne kadar içtiklerim sıcak çikolata değilmiş onu gördüm. Burayı lütfen not edin ve gelin.

Üçüncü Adım: Sangria İçmek, Crianza ve Reserva Şaraplarında Sınır Tanımamak

İspanya’nın meşhur içkisi sangria, Madrid’deki gezme molalarımızda ve günümüzün finalinde başroldeydi. Meyveli şarap kokteyli sangriayı başlı başına serinletici ve rahatlatıcı bir içki olarak her yerde bulabilirsiniz. Sunumunu tadından daha çok sevdiğimi söyleyebilirim. Buzla doldurdukları bardağa bazı yerlerde de kadehe sangriayı boşaltıp elma, limon ve portakal dilimleriyle servis ediyorlar. Bir bardak ya da kadeh de asla kesmiyor. Bence dünyanın en güzel sangriası Mercado de San Miguel’in yan çıkış kapısındaki standda. Tüm meyve parçacıklarıyla kocaman bir kavanoz içinde beklettikleri sangria, görüntüsüyle sizi çağırıyor, bu çağrıya da duyarsız kalmanız imkansız.

m6
Üçüncü Adım: Sangria İçmek, Crianza ve Reserva Şaraplarında Sınır Tanımamak

Sangrianın bu kadar güzel olmasının nedeni tabi ki özünde şaraplarının güzel olması. İspanya’da kırmızı şaraplar, crianza ve reserva diye ikiye ayrılıyor. Crianza daha meyveli bir tada sahipken ve tek başına içilebilen bir şarapken reserva,  daha buruk ve yemeklerle güzel gidiyor. Marketlerde de bolca bulabileceğiniz bu şaraplardan bavulunuza koymayı ihmal etmeyin.

Adım 4:  Goya’dan El Greco’ya kadar sayısız sanatçılarla sanata doymak

m8
Goya’dan El Greco’ya kadar sayısız sanatçılarla sanata doymak

İspanyollara özel sanat yeteneği, bizi Goya, El Greco, Picasso, Miro ve ismini daha sayamadığım sayısız sanatçıyahayran bırakıyor. Madrid’e geldiğinizde tabi, ki bol bol gezin tozun ama müze ve galerilere de gitmeden dönmeyin. Üç müze var ve üçü de aynı hat üzerinde. İlk olarak Thyssen Müzesi’ne gidebilirsiniz ama çok kalmayın çünkü Goya’nın eserlerinin sergilendiği Prado Müzesi’ne geniş bir zaman ayırmak gerek. Bu müzeye geldiğinizde de tüm eserleri göreceğim, iyice inceleyeceğim diye uğraşmayın; bırakın bir gününüzü, otuz gününüzü ayırsanız gene bitiremezsiniz. Goya’nın müthiş eserleri, el Greco’nun kırmızının hakimiyetindeki renkleri ve İspanyolların dünyaca ünlü sanatçıları sizleri büyüleyecek. Dizleriniz ağrıyabilir, gözleriniz yorulabilir ve beliniz de uzun süre ayakta kalmaktan kopabilir ama böyle bir sanat ziyafetine değer. Sonra da Atocha bölgesindeki Reina Sofia Müzesi’ne geçerseniz klasikten modernizme ve postmodernizme de arada boşluk olmadan geçmiş olursunuz. İki uç akım arasında sanat şoku yaşayabilirsiniz ama merak etmeyin kısa sürüyor. Bu müzede Picasso’dan Miro’ya kadar ne kadar uçuk  ve modern eser varsa hepsini görebiliyorsunuz. Bu kutsal üçlüyü gezdikten sonra da  sanatı damarlarınızda hissederek günü sonlandırmış oluyorsunuz. Bu sanat ziyafeti sizi uzun süre beslemeye devam edecek.

Adım 5: İspanyol Ateşinin Temsilcisi Flamenko Gösterisini İzlemek ve Gece Hayatıyla Kopmak

Gündüz Madrid’de gezdiniz, tüm bu dört adımı da tamamladınız, sıra geldi gecesini yaşamaya. İspanyollar kesinlikle gece hayatı için yaratılmış. Gündüz herkes işinde, gücünde, sokaklar sakinken akşam altıdan sonra birden kendilerini sokaklara ve meydanlara atıyorlar. Sol Meydanı, Mayor Meydanı ve buralara çıkan tüm sokaklar o kadar kalabalık ki, değil bir yer bulup oturmayı, o yerlere ulaşamıyorsunuz bile. İstiklal Caddesi’nin yılbaşındaki gibi kalabalık ve hareketliliğini bu şehir sanırım her gece yaşıyor. Bu hareketlilikte hiçbir zaman ne bir taşkınlığa ne de bir kavgaya rastladık. Yani, Madrid eğlenmeyi bilen bir şehirmiş.

m14
İspanyol Ateşinin Temsilcisi Flamenko

Malum İspanya’dayız ve bir gece mutlaka ne izlemeliyiz, tabi ki flamenko! Bunun içinse tek adres Corral de la Moreria. Holywood ünlülerini ağırlayan bu restoranda sergilenen flamenko gösterisi Times dergisinin ‘ölmeden önce görülmesi gereken 100 şey’ listesinde yer alıyor. Performans müthiş; şarkıları, duygusu, danslarıyla gösterinin her karesi hafızama kazındı. Katedralin sağındaki köprüden yürüyorsunuz, bitirir bitirmez hemen sağa dönün, göreceksiniz. Cuma ve Cumartesi akşamları yapılan bu gösteri için rezervasyon yaptırmak şart. İki ayrı saatte gösterim var. Geç olanı tercih etmekte ve yemek almayıp sadece gösteriyi izlemekte fayda var. Tek olumsuz yanı, gösteri sırasında yemek servisinin yapılmasıydı. Konsantrasyonum biraz bozuldu.

m15
Madrid Gece Hayatıyla

Madrid gecesinin finali ise Joy gece kulübünde yapılmalı. Sol Meydanı’na çıkan Arenal Caddesi’ndeki bu kulüp gece 12’de kapılarını açıyor. Ortam inanılmaz güzel, DJ performansı başarılı. Şarkıları dinlemeye doyamadım. Bir gece kulübü için ne derece doğru bir tabir olacak bilmiyorum ama nezih olduğunu belirtmeden edemeyeceğim. Herkes kendi halinde, her yaştan insan gelmiş ve herkesin tek bir derdi var, dans edip eğlenmek. Bunu da fazlasıyla başarıyorlar. Ne yapıp edin buraya gelin, bir arkadaşa bakıp çıksanız bile kapısından içeri girin.

Birkaç Küçük Not:

_Madrid’de otel seçenekleri çok fazla. Sol Meydanı veya Gran Via üzerindeki otelleri seçebilirsiniz. Biz Catalonia Gran Via Oteli’nde kaldık. Oldukça merkezi ve hizmeti de süratli bir oteldi, düşünebilirsiniz.

_Havaalanı-şehir merkezi arasındaki ulaşımı özel otobüsler sağlıyor. Şehir içinde ulaşım için metroyu kullanabilirsiniz ama metronun bazı durakları gideceğiniz yere ters kalabiliyor. Fiyatları uygun olduğu için taksiyi her daim tercih edebilirsiniz. Beyaz renkli ve kırmızı şeritli taksileri her yerde bolca görebilirsiniz, şaşırmayın. Sadece Madrid’de kayıtlı 3.000 taksi varmış. Bir şehir nasıl bu kadar çok taksiyi kaldırabiliyor, bilemedim.

_Bu şehirde beni şaşırtan başka bir detay ise piyango bayilerinin çok her bayi önündeki kuyruğun uzun olmasıydı. Bizdeki Nimet Abla misali. Ayrıca sokakta da yan yana bilet satan insanlar dizilmişti. Yılbaşı ikramiyesi kaç Euro merak ettik doğrusu, öğrenmek için sıraya bile girdik. Ancak sıfırları sayamadığımız için merakımızı gideremedik . Seyahat arkadaşım Gonca’nın dediğine hak vermeden edemedim. Bir ülkenin gelir seviyesine bakmak için piyangoya ilgisine bakmak lazım.

m18
Piyango Bayileri

_Barselona’nın aksine Madrid’de İngilizce bilenlerin sayısı oldukça az. Derdinizi uzun uzun İngilizce anlatacağım diye uğraşmayın, anlamıyorlar. Tarzanca konuşun, onlar da bildikleri üç beş İngilizce kelimeyle karşılık veriyorlar. İspanyolca da olsa yine de bir şekilde yardımcı oluyorlar. Bu davranışları, Akdeniz insanının sıcakkanlılığına da bir örnek teşkil ediyor.

Tek başına gerçek İspanyol kültürünü tanıtmayı üstlenmiş Madrid, atılacak beş adımı, zengin detayları ve hareketli yaşamı ile seyahat rotanızda olması gereken bir şehir. Siz kararınızı verin, planınızı yapın. Gerisini de bu şehre bırakın.

Madrid’de 48 Saat: Tapas, Futbol ve Sanat

Ronaldo’nun üçüncü golü Madrid yolcuğuluma noktayı koymuştu. Hızlı geçen bir uzun hafta sonundan sonra doyasıya yemiştim, gezmiştim, eğlenmiştim ve artık havaalanına yol almanın vakti gelmişti. Geçen hafta iş için gidip hafta sonunu bağladığım Madrid gezimden sonra Avrupa şehirlerinin ne kadar kompakt ve yürünesi olduğunu tekrar hatırlamış, İspanyolların ne kadar neşeli ve hayatı doya doya yaşadıklarnı öğrenmiştim.

madrid

Madrid’de Ne Yapılır?

Genelde her seyahatimden önce New York Times’ın  “36 Hours in….” başlıklı yazılarına hızlıca göz atıp, en kritik yerler nereleri, en güzel bölgeler nerede öğrenmeye çalışırım. Madrid seyahati de hiç farklı değildi ama maalesef bu sefer karşıma çıkan yazı hem biraz eski, hem de çok kapsamlı değildi. Yine de Foursquare, şans ve tesadüfe güvenim tamdı. Avrupa’nın en güzel yanlarından biri merkezi bir noktadan çıkıp yürümeye başladığınızda elbet güzel bir cafe, lezzetli bir yemek veya önemli bir turistik nokta karşınıza çıkıyor. Bu sefer de hiç farklı olmadı. Madrid’de “Peurta del Sol’den” başlayıp herhangi bir yöne yürümeye başlayınca her türlü güzellik karşınıza çıkıyor. Bu seferki seyahatim biraz yeme-içme ağırlıklı oldu. İspanyolların “tapas” kültürü (ufak porsiyonlarda, bol çeşit) çok farklı yemeği denemeye elverişli olunca gittiğiniz her noktada yeni bir tatla karşılaşabiliyorsunuz. En beğendiğim mekanları kısaca sıralamak gerekirse;

Tximziri

Cuma gecesi karnım acıkınca Foursquare üzerinden (yurtdışında en iyi yerleri bulmak için birebir, İspanyolca yorumları anlamasam da bol ünlemli, bol gülen suratlı comment’leri görünce iyi olduğunu hemen anladım) bulduğum bu ufak mekanda ister arkadaşlarınla standlarda birkaç tapas tadarak bir şeyler içebilirsin veya bir masa kapıp uzun uzun lezzetli ana yemekler yiyebilirsin. Standart tapasların yanında günlük değişen bir menüsü olan Tximziri’de çıtır tempura (Japon usulü kızartma) hamburger ve İspanya’da yaygın olan Bacalao balığını (Morina) mutlaka tavsiye ederim. Barda oturmayı tercih ederseniz barmenler çok sıcak ve muhabbeti seviyorlar. Gecenin ilerleyen saatlerinde menüde olmayan bazı özel tapaslardan ikram edebilirler!

Chocolateria San Gines

Chocolateria San Gines

Madrid’e gitmemden önce “mutlaka gidip yemen lazım” denilen tek yer burasıydı. Sabah saatlerinde Puerta del Sol’dan yola çıkarak küçük bir ara sokakta bulduğum bu mekanda İspanyolların çıtır çıtır, hafif şeker ve tarçınlı churros’larını yeme fırsatı bulabilirsiniz. Çikolataya bandırarak yenilen churroslar tam paylaşımlık. Çikolatası sanki “Sos mu olsam, sıcak çikolata mı olsam?” sorusuna takılıp arada bir yerde kalsa da bol bol yürüyüş yapacağınız bir gün için mükemmel bir başlangıç. İçeride ödemenizi yaptıktan sonra hemen dışarıda bir masaya konuşlanıp etrafı gözlemlerken hoş sürprizlerle karşılaşabilirsiniz. Madrid öyle bir yer ki sokakta biri akordion çalarken önünden geçen bir adam bir anda durup onunla duet patlatabilir. Chocolateria San Gines civarındayken Palacio Real (Saray) ve Catedral de la Almudena tam görmelik yerler. Görkemli taş yapılar ve fotoğraflık yerlerle dolu bu bölgede içeri girip gezmek isterseniz uzun kuyruklar için hazırlıklı olun.

Madrid’de Bir Pazar: Mercado de San Miguel

marcado de san miguel

Biraz turistlik yaptıktan sonra ayaklarım beni Mercado de San Miguel’e götürüyor. Burası 15-20 tezgahın olduğu büyük bir pazar. İspanyollar haftasonları burada bir ellerinde şarap, diğer ellerinde tapasla ayakta sohbet edip haftasonunun keyfini çıkarıyorlar. Tezgahlar arasında peynir, balık, croquette,  şarküteri, hamburger, kahve, pasta… kısacası her türlü yemeği satan ustalar var. İnsan bu kadar çeşidin arasında kalınca birkaç tur atmadan karar vermekte zorlanıyor. En iyisi en kalabalık tezgahları bulup gözünüze çarpan tapasları yiyip bir sonrakine geçmek. Hem tadımlık, hem hediyelik için en iyi yerlerden biri burası olabilir. Şanslı olup pazarın orta yerinde yapılan flamenco tanıtımlarına denk gelirseniz ayaküstü bir gösteri de yakalamış olursunuz. Mercado de San Miguel’de açlığınızı bastırdıkan sonra şehrin doğu kısmına yönelerek sanat, park, alışveriş üçlüsüne geçebiliriz.

mercado de san miguel

Museo del Prado, Parque del Retiro, Salamanca Bölgesi

Puerto del Sol’ün doğusuna geçip 15-20 dakika yürüyüşten sonra kendinizi Prado sanat müzesinde bulursunuz. Burada Goya ve Velazquez gibi ünlü İspanyol sanatçıların yanında birçok farklı Avrupa ülkesinden gelen eserleri görebilirsiniz. Sanata ilginize bağlı olarak burada istediğiniz kadar uzun veya kısa vakit geçirebilirsiniz. Girişte birkaç Euro fazla vererek müze kataloğunu almanızı tavsiye ederim; böylece biletiniz neredeyse bedavaya geliyor.

retiro park

Hava güzelse Prado’yu biraz kısa kesip (bir sonraki gelişe bir şeyler kalsın!) Retiro Park’ına geçmek şart. Şehrin ortasında yeşillik içerisinde güneşlenenler, bankta oturanlar, sokak sanatçıları, gölde kayıklar, koşu yapanlar, bisiklet kiralayanlar, her şeyiyle muhteşem bir park burası. İstanbul’un betonlaşmasına alıştıktan sonra böyle parklar kesinlike insana iyi geliyor.

Alışveriş tutukunları parkın içinden kuzeye dönerek meşhur Salamanca bölgesine yol almak isteyebilir. Nişantaşı gibi burada da lüks butiklerin yanında ilginç hediyelik eşyalar satan ufak mağazalar bulabilirsiniz. Serrano Bulvarı ve iki yanındaki paraleller en güzel mağazaların olduğu caddeler.

Madrid’de Nerede Ne Yenir?

Mama Framboise

mama framboise

Bu kadar yürümenin ardından kendinizi ödüllendirip biraz dinlenmek isterseniz Mama Framboise en iyi seçeneğiniz olabilir. Önündeki kalabalığı görünce farkettiğim bu mekan İspanyol malzemelerin ön plana çıktığı bir Fransız pastane. İçerideki kalabalıktan ötürü burada masalar paylaşılıyor, kime denk geleceğiniz belli olmuyor. Benim gibi şansınıza masanıza İngilizce bilen birileri düşerse tanışabilir, ilginç hikayeler dinleyebilirsiniz. Burada tatlılar üç boy geliyor – mini, tek porsiyon ve paylaşımlık. Çayınızı söyleyip reyondan tatlınızı seçtikten sonra burada uzun uzun oturabilirsiniz. Denemesem de menüdeki sandviç, quiche ve croissant’lar dikkatimi çekti, eminim hepsi mükemmeldir. 

mama framboise

Mercado de la Reina

Otelinizde biraz dinlendikten sonra tekrar Puerto del Sol bölgesine dönerseniz gündüze göre bambaşka bir manzara ile karşılaşabilirsiniz. Akşamları hareketlenen bu meydan tam Taksim metro çıkışı gibi bir buluşma noktası. Tur grupları, İspanyol gençler, çiftler burada buluşup geceye devam ediyorlar. Puerto del Sol’e yakın ana caddelerden biri olan Gran Via (“Bia” okunur) üzerinde yürürken yine karşınıza bir kalabalık çıkabilir. Burası bir duvarı tuğla, karşı duvarı karatahta üzerine yazılı menüsü olan büyükcene bir lokanta/bar. Mutfaktan yükselen kokular ve ızgaradan gelen seslerin Nora Jones gibi müziklerle karıştığı bu mekanda herkese göre bir bölüm var. Kapıya yakın kısımda barda oturanlar tapas ve içki yudumlarken orta kısımda açık mutfak karşısında yemek yiyenler ve en arkada masalarında oturan grupları bulabilirsiniz.  Açık mutfak karşısındaki taburelere oturduktan sonra elinize İngilizce menü tutuştursalar da hemen onu bir kenara bırakın ve karatahtada yazan “Menu 50 Aniversario Mercado de la Reina” (50. Yıl menüsü) istediğinizi söyleyin. İki kadeh İspanyol şarap ve 5 bölümden oluşan bu menüden sonra İspanyol mutfağında İberica Jamon’u ile başlayıp çorba, ahtapot, Bacalao ve Krem Katalan ile biten bir yolculuğu tamamlamış olacaksınız. Bence menünün yıldızı son derece basit bir şekilde hazırlanmış zeytinyağı, balzamik ve kekikli ızgara ahtapot. Her malzemesi son derece taze ve ayarında pişmiş ahtapot kesinlikle lastikimsi değil, ağızda dağılıyor. Yemekten sonra mekanın ön tarafındaki barda geceye devam edebilirsiniz veya biraz daha “cool” olan alt katındaki Gin Club’da (son yıllarda Madrid’de cin kokteyller son derece popülermiş) kokteyller deneyebilirsiniz.

puerta del sol

Santiago Bernabeau

Programınız el veriyorsa gelmişken mutlaka Santiago Bernabeau’da bir Real Madrid maçı yakalamanız gerekiyor. Benim şansıma Pazar günü 12’de Real Madrid – Getafe maçı vardı ve akşamki uçağımdan önce Pazar gününü değerlendirmek için daha iyi bir program olamazdı. Yine de görkemli bir stat olan, 85 bin taraftar kapasiteli Santiago Bernabeau’daki İspanyollar kesinlike Türkiye’deki taraftarlarla yarışamaz. Daha sakin bir deneyim olsa da, dünyanın en güzel statlarından birinde dünyanın en iyi oyuncularını kaçırmamak lazım.

Pazar günü Real Madrid beni 4 golle (Ronaldo’nun hat-trick’iyle beraber) uğurladıktan sonra Barajas Havaalanına doğru yol alırken bir sonraki gelişimde nereleri göreceğimi, ne yiyip içeceğimin planlarını yapmaya başlamıştım bile. Bu şehri kaçırmayın derim.

*Real Madrid maç biletleri için en kolay yol www.ticketmaster.es sitesinden önceden satın almak. Gittiğiniz hafta maç yoksa turistler için düzenlenen stat turlarına da katılabilirsiniz.

Moon Music: Coldplay’den Uzaya Yolculuk Yapan Albüm

2000 senesinde Coldplay ilk albümü olan Parachutes’i yayımladığında 2000’li yıllara damgasını vuracak bir şey yavaş yavaş gökyüzünden yere doğru iniyordu. Albümdeki parçaları dinlerken bizler de hüznün ağır bastığı duygulara kendimizi kaptırıp Coldplay’in bize sunduğu paraşütün güveniyle astral bir seyahate çıkıyorduk. Coldplay bu sefer de bizi aya götürmek istiyor. Bakalım bu yolculuktan keyif alacak mıyız? Yolculardan biri olarak kendi fikirlerimi sizlerle paylaşacağım.

Coldplay | Fotoğraf: Consequence

Grubun 10. albümü Moon Music (Music Of The Sphere vol 2: Moon Music) 4 Ekim’de piyasaya çıktı. Albüm, 35 milyon pound bütçesiyle en pahalı albümlerden biri oldu. Albümün reklamı amacıyla Barcelona kulübü, Spotify ile olan sponsorluk anlaşmasının parçası olarak 16 Ekim tarihindeki dünyanın en önemli derbi maçlarından biri olan Real Madrid maçına, üzerinde Coldplay yazan formayla çıktı. Moon Music, İngiltere ve Amerika başta olmak üzere pek çok ülke listesinde bir numaraya yükseldi.

Albüm müzik otoritelerinden özellikle şarkı sözleri konusunda oldukça eleştiri aldı. Parçaları incelerken buna da değineceğim. Benim Moon Music hakkında ilk söyleyeceğim şey, albümün pop ağırlıklı deneysel bir albüm olması. Şimdi parçalara biraz göz atalım.

İlk parça, albüme ismini veren “Moon Music”. Coldplay’in önceki albümlerine de katkı veren John Hopkins’in etkisi bu parçada da belli oluyor. Parça elektronik öğelerle uzay temalı bir sinema filmi atmosferinde başlıyor. Bu kısmı dinlerken aklıma bir an Max Richter bile geliyor. Ardından piyano ve sonlarda vokal giriyor. Full Moon Edition’da, “Moon Music – Elodie” ismiyle sadece piyanolu bölümün çalındığı bir versiyonu da var bu parçanın.

Ardından güzel bir geçişle albümün enerjik ve benim favori parçalarımdan biri olan “Feels Like I’m Falling In Love” geliyor. Güzel synth’lere sahip bir pop parçası olan “Feels Like I’m Falling In Love”ın klibi 3 milyon euro bütçesiyle tarihteki en pahalı kliplerden biri. Parçanın sözleri, yapay zeka tarafından grubun geçmiş şarkılarının derlenmesiyle oluşturulmuş gibi denilerek çeşitli eleştiriler aldı. Aslında bu albümün ismi Moon Music (Lalalala) olsaydı hiç yabancılık çekmezdik. Çünkü bu parçayla başlayan “Lalalala” diye giden vokaller pek çok yerde karşımıza çıkıyor. Tam konserlerde seyirciyi coşturacak ve dinleyicilerin “Lalalalar”la şarkıya dahil olmasını sağlayacak bir parça.

Sonraki parça “We Pray” albümdeki bir başka favori parçam. Yaylıların güzelleştirdiği, bazen arabeski bile duyabileceğiniz hip hop türüne yakın parçada Nijeryalı Burna Boy, Filistinli Elyanna, Arjantinli Tini ve İngiliz rapçi Little Simz gibi çok sayıda konuk şarkıcı var. Parçanın sözlerinde ise Florida’da bir polisi öldürdüğü gerekçesiyle haksız yere suçlanan Guatemalalı Virgilio Aguilar Mendez ve Shervin Hajipour isimli İranlı şarkıcının yazdığı protest parçaya göndermeler var.

Dördüncü parça “Jupiter”, Extreme’in “More Than Words”u gibi başlayan ve akustik gitar üzerine kurulu bir parça. “Lalalala” bu parçada da devam ediyor. Kimi isterseniz onu sevin diyerek homofobi ile yüzleşen birini anlatıyor. Parçada konuk olarak back vokale eşlik eden H.E.R, Lous and The Yakuza gibi çeşitli isimler var.

“Good Feelings”de konuk vokalist koltuğunda Nijeryalı şarkıcı Ayra Starr var. Albümün neşe – mutluluk pompalayan parçası synth pop ve funk gibi türlere göz kırpıyor. M83, MGMT gibi grupların albümlerine uyabilecek bir şarkı. Ardından gelen gökkuşağı emojili parça “Alien Hits / Alien Radio” enteresan bir parça. İlk bölümünde uzay temaları da var, Kitaro’ya benzeyen new age havası da. Sonraki bölümde ise parça bir anda post rock’a dönüyor. Sanki karşınızda Sigur Ros var.

Azim, pes etmeme gibi konuları işleyen “IAAM”, “I Am A Mountain”’ın kısaltması. Parçanın girişini özellikle yetmişler ve seksenlerde çok ünlü olan İtalyan grup Ricchi E Poveri’nin “Sara Perche Ti Amo” şarkısına benzettim. Albümde öne çıkardığım bir başka parça olan “Aeterna”, albümün en hareketli parçalarından biri. Tam dans pistleri için yapılmış bir şarkı.

Ardından gelen “All My Love” ile dans pistlerine çıkan tempo bir anda düşüyor ve saf bir ballad ile karşılaşıyoruz. Kapanış parçası ise bence albümdeki en saçma şarkılardan biri olan “One World”. Aslında ismi “One Word” olsa daha iyi olurmuş. Bu iki kelimeye şarkının sonunda sadece “In The End, It’s Just Love” ve albümün ana nakaratı “Lalalala” ekleniyor. Biraz da kuş sesleri var. Bence çocuk şarkısı gibi olmuş. Eleştirilen şarkı sözlerine bu parça da bayağı katkıda bulunmuştur. 

Albüm hakkında genel düşüncem Coldplay’in unutulmaz albümleri arasına girebilecek bir albüm değil. Müzikte diğer öğelere şarkı sözlerinden daha çok önem verdiğim için eleştirilere hak vermekle beraber bu konu beni çok rahatsız etmedi. Pek çok parçada konuk vokalistlerin katılımıyla oluşan çok seslilik albümün beğendiğim yanı oldu. Moon Music, tam bir Avatar tarzı başka gezegende geçen bir bilim kurgu filminin soundtracki olurmuş. 

Kapak Fotoğrafı: Coldplay

İlginizi çekebilir: Gürkan Sonat’tan Ayın Yeni Albümleri

Müzik Dünyasının Günceli: Son Haberlere Bakış

Müzik dünyasında bu ay meydana gelen olaylara bir göz atalım.

Jimi Hendrix | Fotoğraf: Juxtapoz Magazine

Queen’in davulcusu Roger Taylor, yeniden müzik yapabileceklerini söyledi. Ünlü grup 1995 senesinde, efsane vokalistleri Freddie Mercury’nin 1991 yılında hayatını kaybetmesi sonrasında son albümleri olan Made In Heaven’ı yayımlamıştı. Queen, 2004 yılında vokalist Paul Rodgers ile beraber konserler verirken 2011 yılında vokale Adam Lambert geçmişti. Grup 2022 senesinde ise Freddie Mercury’nin vokallerini içeren “Face It Alone” isimli parçayı yayımlamıştı. Bir röportaj sırasında Roger Taylor’a grubun yeni materyal kaydetme ihtimali olup olmadığı sorulduğunda, ünlü davulcu “Hâlâ çalabiliriz, hâlâ söyleyebiliriz. Elimizde iyi bir materyal olursa neden olmasın?” şeklinde cevap verdi.

İngiliz rock grubu The Cure, Dünya Kanser Araştırma Fonu’na bağış toplamak için iki gitar tasarladı. Humbucker versiyonu 50, single coil versiyonu 25 olmak üzere  75 adet üretilen gitarların her birinin fiyatı 1500 dolar. “Robert Smith Shellflower UltraCure Signature Series” olarak adlandırılan gitarlar, Shecter Guitars ile ortaklaşa çıkarıldı. Satılan her gitar için Robert Smith ve Schecter Guitars 250’şer dolar bağışta bulunacak. Gitarlar, özel kılıfı ve Robert Smith imzalı orijinallik sertifikası ile birlikte geliyor.

Amerikalı şarkıcı Olivia Rodrigo, Guts dünya turnesi kapsamında konser verdiği Melbourne şehrinde dekordaki deliğe düştü. Kaza, 14 Ekim tarihinde, şehirdeki dört konserinin sonuncusunu verdiği Rod Laver Arena’da gerçekleşti. Hayranlarını selamlamak için koşarken karanlıkta görünmeyen bir deliğe düşen sanatçı, delikten hemen çıkarak “Aman tanrım, çok eğlenceliydi. Ben iyiyim. Bazen sahnede bir delik oluyor ama sorun yok. Nerede kalmıştık?” diyerek konserine devam etti.

Jimi Hendrix’in hiç duyulmamış şarkıları açık arttırmaya çıkıyor. Satışa çıkan parçalar arasında “Up From The Skies”, “Little Miss Lover”, “Ain’t No Telling” ve “Stone Free” gibi parçaların farklı versiyonları var. Bu parçaları sadece satın alanlar dinleyebilecek. Müzayede evi Propstore’un müzik danışmanı Mark Hochman, bu versiyonların daha önce hiç duyulmadığı ya da yayımlanmadığını, ayrıca uzunluk ve ses olarak daha farklı olup daha çok gitar barındırdığını, parçaları dinleyen uzmanlara göre bilinen versiyonlardan daha üstün olduklarını söyledi. 15 Kasım’da yapılacak ve canlı yayımlanacak müzayede sonrası parçaları almaya hak kazanan kişi, sanatçının mal varlığını yöneten temsilcilerle görüşmeden bunları kamuya açık bir platformda yayımlayamayacak. Müzayedede ayrıca Jimi Hendrix’in maaş bordroları, sahne kostümlerinin kuru temizleme faturaları, turne güzergahları ve Ringo Starr’a ait Londra’daki evden tahliye edildiğine dair bir not da satışa çıkarılacak.

Ünlü erkek gruplarından One Direction’ın üyelerinden Liam Payne, Arjantin’in başkenti Buenos Aires’te balkondan düşerek hayatını kaybetti. Casa Sur otelinin çalışanları 911’i arayarak alkol ve uyuşturucu etkisinde olan Liam Payne için yardım talebinde bulundu. Ekipler geldiğinde balkondan düşen sanatçının düşmeye bağlı iç ve dış kanama sonucu öldüğü açıklandı. 31 yaşında yaşamını yitiren Liam Payne’in 7 yaşında bir oğlu bulunuyor. 

Ozzy Osbourne’in eski gitaristi Jake E. Lee, Las Vegas’da evinin önünde vuruldu. Gece 2 sularında köpeğini gezdirmek için evinin önünde duran gitarist, rastgele açılan ateş sonucu 3 yerinden vuruldu. Kolundan, ayağından ve sırtından vurulan 67 yaşındaki Jake E. Lee’nin bilinci açık ve hayati tehlikesi bulunmuyor. Polis, saldırının rastgele yapıldığına inandığını söyledi.

Geçen sene hayatını kaybeden Elvis Presley’in kızı Lisa Marie Presley’in, ölen oğlu Benjamin Keough’un cesedini iki ay boyunca buzda sakladığı ortaya çıktı. Ölümünden sonra aktör kızı Riley Keough’un tamamladığı “Buradan Büyük Bilinmeyenlere” isimli yeni çıkan kitabında anlatıldığına göre, Lisa Marie Presley acıyla başa çıkmak için, 2020 yılında 27 yaşında intihar eden oğlunun cesedini Los Angeles’de bulunan ayrı bir misafir evinin yatak odasında 2 ay boyunca buzda saklamış.

Son haberimiz ise yeni bir The Beatles belgeseliyle ilgili. Martin Scorsese’nin yapımcılığını üstlendiği Beatles ‘64 isimli belgesel, 29 Kasım tarihinde Disney +’ta gösterime girecek. Yönetmen koltuğunda David Tedeschi’nin yer aldığı belgesel, grubun 1964 Şubat’ında Amerika’ya yaptığı ilk seyahate odaklanacak.

Eylül Ayında Müzik Dünyasında Neler Olmuştu?

Müzik ve müzisyenlerle ilgili bu ayın gelişmelerinden bazılarına birlikte göz atalım.

Fotoğraf: Rayo

Chester Bennington’ın annesi Susan Eubanks, Linkin Park’ın yeni vokalisti Emily Armstrong ve yeni davulcu Colin Brittain ile tekrar yola devam etmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirirken, grubun yeni kadrosu yüzünden ihanete uğramış hissettiğini söyledi. Rolling Stone dergisine açıklamalarda bulunan Susan Eubanks, oğlunun intiharı sonrası grubun gelecekle ilgili planladıkları her şeyden kendisine haber verecekleri sözünü verdiğini, ancak bu sözü tutmadıklarını belirtirken, grubu geçmişi silmeye çalışmakla suçladı. Oğlunun şarkılarının bir başkası tarafından söylendiğini duymanın da acı verdiğini ekledi.

Amerikalı alternatif rock grubu Jane’s Addiction grubu üyelerinden vokalist Perry Farrell ile gitarist Dave Navarro Boston’da verdikleri konserde sahnede kavga etti. Perry Farrell konser sırasında Dave Navarro’yu önce itti, sonra yumruk attı. Kavga, sahne görevlileri tarafından ayrıldı ve ışıklar kapatıldı. 11. şarkıda sona eren konser sonrası özür dileyen grup, turnenin kalanını iptal etti.

Doksanlarda müzik endüstrisi tarafından kullanılan sabit diskler okunamama tehlikesi ile karşı karşıya. Arşivleme uzmanı Iron Mountain Media şirketi, yaptığı bir araştırmanın sonuçlarını paylaştı. Sonuçlara göre, sabit disklerin beşte biri okunamaz durumda. Bu da doksanların başından ortalarına kadar olan kayıtların ölmekte olduğu anlamına geliyor. Doksanlardan önce stüdyo kayıtları ve masterlar, uzun ömürlü olması için optimum saklama koşullarına ihtiyaç duyan manyetik bantlarda saklanıyordu. 

İngiliz aktör Jude Law, verdiği bir röportajda Radiohead grubuyla çalişma isteğini dile getirdi. Thom Yorke ve arkadaşlarının tarihteki en iyi gruplardan biri olduğunu ve onların büyük bir hayranı olduğunu söyleyen aktör, 2012 yılında Greenpeace için hazırlanan ve iklim değişikliği nedeniyle doğal yaşam alanından ayrılmak zorunda kalan bir kutup ayısının hikayesini anlatan filmde, grupla bir araya gelmişti. 

Taylor Swift’in seçimlerde Kamala Harris’i desteklediğini açıklaması üzerine, Taylor Swift’ten nefret ettiğini söyleyen Donald Trump’a sanatçının hayranları ve birçok ünlü isim tepki gösterdi. Stephen King, Billy Baldwin, Mark Hamill, Flavor Flav gibi isimler, X’te “Taylor Swift’i seviyorum’ paylaşımında bulundu. Instagram’da 284 milyon takipçisi bulunan Taylor Swift’in Kamala Harris’e destek paylaşımı 10 milyonun üzerinde beğeni almıştı.

Jon Bon Jovi, köprüden atlamaya hazırlanan bir kadını kurtardi. Polisin yayınladığı görüntülerde, ünlü ismin video çekimi için geldigi Amerika’nın Nashville şehrinde, John Siegenthaler isimli köprüde intihar etme girişiminde bulunan bir kadını görüp, yanındaki bir kişiyle beraber ona yaklaşıp konuşmaya başladığı görülüyor. Daha sonra kadını kolundan tutup korkuluklardan indiren sanatçıya Nashville polis şefi de teşekkür etti.

Mozart’ın kayıp olduğu düşünülen bir eseri Almanya’nın Leipzig şehrinde bir kütüphanede bulundu. Wolfgang Amadeus Mozart’ın 1760’larda, gençlik yıllarında bestelediği, yaylı çalgılar üçlüsü için yedi küçük hareketten oluşan eser 12 dakika sürüyor. Araştırmacıların, Mozart’ın eserlerinin yer aldığı Köchel kataloğunu derlerken buldukları eser, Ganz Kleine Nachtmusik ismini aldı. Yeni keşfedilen el yazmasının, Mozart’ın kendisi tarafından yazılmadığı, 1780’lerde yapılmış bir kopya olduğuna inanılıyor. 

https://youtu.be/X_YFaoJo8Go?feature=shared

No Doubt grubunun orijinal trompetçisi Gabriel Gonzales, Hermosa Beach’de geçirdiği motosiklet kazasında hayatını kaybetti. No Doubt’dan Gwen Stefani ve kardeşi Eric’le lisede tanışan müzisyen, trompet çalması dışında grubun “Total Hate 95” ve “Paulina” isimli parçalarının söz yazımına da katkıda bulunmuştu.

Tempo Music isimli bir şirket, Miley Cyrus’a hit parçası “Flowers”ın, Bruno Mars’a ait olan 2013 tarihli “When I Was Your Man” parçasından kopyalandığını iddia ederek dava açtı. Tempo Music Investment, tazminat dışında, parçanın çoğaltılması, dağıtılması ve kamuya açık yerlerde icra edilmesinin durdurulmasını talep ediyor.

Ağustos Ayında Müzik Dünyasında Neler Olmuştu?

İlk haberimiz müzik satışlarıyla ilgili. Dijital müzik platformlarının sektörü ele geçirmesinden sonra, yirmi yılda ilk defa fiziksel müzik satışları artış eğiliminde. Official Chart Company, 2024 yılının ilk altı ayında yüzde 3.2 artışla 8.044.760 fiziki albüm satışı gerçekleştiğini, bunun da 2004 yılından beri ilk defa yükselişe işaret ettiğini açıkladı. Bunu sağlayan albümlerin başında, 254.241 satışla Taylor Swift’in The Tortured Poem Department albümü geliyor. İlk beşe giren diğer albümler ise Billie Eilish’den Hit Me Hard And Soft, The Last Dinner Party’nin ilk albümü Prelude To Ecstasy, Liam Gallagher ve John Squire’in kendi adını taşıyan albümleri ve de Rod Stewart – Jools Holland’ın Swing Fever albümü. Plak satışları da nisan ayında son otuz yılın en yüksek rakamına ulaşmıştı.

Ünlü İtalyan tenor Andrea Bocelli, müzik hayatının 30. yılını kutlamak üzere 25 Ekim tarihinde yayınlayacağı Duets albümünde pek çok ünlü isimle çalışacak. Shania Twain’in 1998 tarihli “From This Moment On” parçasının klasik yorumu, “Da Stanotte In Poi” ismiyle bu ay yayınlanarak albümden çıkan ilk single oldu. Shania Twain dışında Duets albümünde sanatçıya eşlik edecek diğer isimlerse; Chris Stapleton, Hans Zimmer, Gwen Stefani, Marc Anthony, Karol G, Elisa, Sofia Carson, Matteo Bocelli, Lauren Daigle.

Drake, Kanada ile Arjantin arasında oynanan Copa America yarı final maçına ülkesi Kanada’nın kazanacağına dair 300 bin dolar bahis oynadı. Ancak Arjantin galibiyeti sonrası parasını kaybetmesi dışında Arjantin’in imalı paylaşımıyla karşılaştı. Zafer sonrası Arjantin, Messi ve arkadaşlarının galibiyeti kutladıkları fotoğrafı, Kendrick Lamar’ın Drake’e attığı dis parça “Not Like Us” başlığıyla paylaştı.

Madonna’nın biyografik filmi ile ilgili yeni bir güncelleme geldi. Uzun süredir beklenen film, sanatçının Celebration turnesine odaklanması dolayısıyla Universal Pictures tarafından rafa kaldırılmıştı. Ünlü sanatçı, yeni Instagram paylaşımlarında bir daktilonun başında senaryo üzerinde çalışıyormuş gibi görünüyor. Paylaşımda hayatımın hikayesi ibaresi de var. Madonna’nın yönetmenliğini yapacağı filmin ismi Who’s That Girl olurken, ünlü şarkıcıyı Julia Garner canlandıracak.

İngiliz şarkıcı Adele, müziğe bir süre ara vereceğini açıkladı. Alman ZDF kanalına röportaj veren sanatçı, ağustos ayında Münih’te vereceği konserler sonrası uzun bir süre müziğe ara verip başka yaratıcı işlerle uğraşmak istediğini söyledi. Şöhretin kendisini rahatsız ettiğini, hep göz önünde olmayı sevmediğini de ekleyen sanatçı ayrıca İngiltere – Hollanda maçında Ed Sheeran ile beraber tezahürat yaparken görüntülendi.

The Boss lakaplı Amerikalı şarkıcı Bruce Springsteen, müzik dünyasından milyarder statüsüne ulaşan bir başka isim oldu. 2021 yılında yaklaşık 500 milyon dolara müziğinin telif ve yayın haklarını Sony Music’e satan Bruce Springsteen, bu yıl düzenlediği turneden ve de Born In The Usa albümünün 40. yıl özel baskısından da ekstra gelir elde etti. Sanatçı, ayrıca yeni bir konser belgeseli duyurdu.

Eski White Stripes vokalisti Jack White, sürpriz bir albüm çıkardı. Albümün ilginç yanı, sadece Third Man Records mağazasında alışveriş yapanlara ücretsiz olarak dağıtılması. Third Man Records’ın şubeleri olan Londra, Nashville ve Detroit’de beyaz bir kılıf içinde yalnızca tek gün dağıtılan albümün üzerinde de sadece “No Name” yazıyor.

İngiliz şarkıcı Jessie J. üç ay önce kendisine dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu ile obsesif kompulsif bozukluk hastalığı teşhisi konduğunu açıkladı. Hayatı boyunca biraz farklı olduğu ve bazı şeyleri farklı hissettiğini bildiğini söyleyen sanatçı, sonunda bunun nedeninin açıklanmasının biraz tuhaf hissettirdiğini söyledi. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunu doğru perspektiften bakıldığında bir süper güce benzeten sanatçı, çocuk sahibi olmanın da belirtileri daha çok açığa çıkardığını belirtti.

Temmuz Ayında Müzik Dünyasında Neler Olmuştu?

İlk haberimiz müzik satışlarıyla ilgili. Dijital müzik platformlarının sektörü ele geçirmesinden sonra, yirmi yılda ilk defa fiziksel müzik satışları artış eğiliminde. Official Chart Company, 2024 yılının ilk altı ayında yüzde 3.2 artışla 8.044.760 fiziki albüm satışı gerçekleştiğini, bunun da 2004 yılından beri ilk defa yükselişe işaret ettiğini açıkladı. Bunu sağlayan albümlerin başında, 254.241 satışla Taylor Swift’in The Tortured Poem Department albümü geliyor. İlk beşe giren diğer albümler ise Billie Eilish’den Hit Me Hard And Soft, The Last Dinner Party’nin ilk albümü Prelude To Ecstasy, Liam Gallagher ve John Squire’in kendi adını taşıyan albümleri ve de Rod Stewart – Jools Holland’ın Swing Fever albümü. Plak satışları da nisan ayında son otuz yılın en yüksek rakamına ulaşmıştı.

Ünlü İtalyan tenor Andrea Bocelli, müzik hayatının 30. yılını kutlamak üzere 25 Ekim tarihinde yayınlayacağı Duets albümünde pek çok ünlü isimle çalışacak. Shania Twain’in 1998 tarihli “From This Moment On” parçasının klasik yorumu, “Da Stanotte In Poi” ismiyle bu ay yayınlanarak albümden çıkan ilk single oldu. Shania Twain dışında Duets albümünde sanatçıya eşlik edecek diğer isimlerse; Chris Stapleton, Hans Zimmer, Gwen Stefani, Marc Anthony, Karol G, Elisa, Sofia Carson, Matteo Bocelli, Lauren Daigle.

Drake, Kanada ile Arjantin arasında oynanan Copa America yarı final maçına ülkesi Kanada’nın kazanacağına dair 300 bin dolar bahis oynadı. Ancak Arjantin galibiyeti sonrası parasını kaybetmesi dışında Arjantin’in imalı paylaşımıyla karşılaştı. Zafer sonrası Arjantin, Messi ve arkadaşlarının galibiyeti kutladıkları fotoğrafı, Kendrick Lamar’ın Drake’e attığı dis parça “Not Like Us” başlığıyla paylaştı.

Madonna’nın biyografik filmi ile ilgili yeni bir güncelleme geldi. Uzun süredir beklenen film, sanatçının Celebration turnesine odaklanması dolayısıyla Universal Pictures tarafından rafa kaldırılmıştı. Ünlü sanatçı, yeni Instagram paylaşımlarında bir daktilonun başında senaryo üzerinde çalışıyormuş gibi görünüyor. Paylaşımda hayatımın hikayesi ibaresi de var. Madonna’nın yönetmenliğini yapacağı filmin ismi Who’s That Girl olurken, ünlü şarkıcıyı Julia Garner canlandıracak.

İngiliz şarkıcı Adele, müziğe bir süre ara vereceğini açıkladı. Alman ZDF kanalına röportaj veren sanatçı, ağustos ayında Münih’te vereceği konserler sonrası uzun bir süre müziğe ara verip başka yaratıcı işlerle uğraşmak istediğini söyledi. Şöhretin kendisini rahatsız ettiğini, hep göz önünde olmayı sevmediğini de ekleyen sanatçı ayrıca İngiltere – Hollanda maçında Ed Sheeran ile beraber tezahürat yaparken görüntülendi.

The Boss lakaplı Amerikalı şarkıcı Bruce Springsteen, müzik dünyasından milyarder statüsüne ulaşan bir başka isim oldu. 2021 yılında yaklaşık 500 milyon dolara müziğinin telif ve yayın haklarını Sony Music’e satan Bruce Springsteen, bu yıl düzenlediği turneden ve de Born In The Usa albümünün 40. yıl özel baskısından da ekstra gelir elde etti. Sanatçı, ayrıca yeni bir konser belgeseli duyurdu.

Eski White Stripes vokalisti Jack White, sürpriz bir albüm çıkardı. Albümün ilginç yanı, sadece Third Man Records mağazasında alışveriş yapanlara ücretsiz olarak dağıtılması. Third Man Records’ın şubeleri olan Londra, Nashville ve Detroit’de beyaz bir kılıf içinde yalnızca tek gün dağıtılan albümün üzerinde de sadece “No Name” yazıyor.

İngiliz şarkıcı Jessie J. üç ay önce kendisine dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu ile obsesif kompulsif bozukluk hastalığı teşhisi konduğunu açıkladı. Hayatı boyunca biraz farklı olduğu ve bazı şeyleri farklı hissettiğini bildiğini söyleyen sanatçı, sonunda bunun nedeninin açıklanmasının biraz tuhaf hissettirdiğini söyledi. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunu doğru perspektiften bakıldığında bir süper güce benzeten sanatçı, çocuk sahibi olmanın da belirtileri daha çok açığa çıkardığını belirtti.

Haziran Ayında Müzik Dünyasında Neler Olmuştu?

İlk haberimiz Spice Girls’den. Grup üyelerinin, nisan ayında 50. yaşına giren Victoria Beckham’ın doğum günü partisinde bir araya gelip “Stop” parçasını söylemesi üzerine grubun tekrar bir araya geleceği yönünde söylentiler çıkmıştı. Victoria’nın eşi ünlü eski futbolcu David Beckham, Variety’e yaptığı açıklamada Victoria’nın tüm kızları tekrar bir arada gördüğü için çok mutlu olduğunu ancak tüm grup üyelerinin kendi işleri ile çok meşgul olması dolayısıyla grubun tekrar birleşmesinin gerçekleşemeyeceğini söyledi. 

Tekrar bir araya gelemeyeceklerini açıklayan bir başka isim, Fleetwood Mac’in vokalisti Stevie Nicks oldu. Ünlü şarkıcı Mojo’ya verdiği röportajda, geçirdiği felç sonucu 2022 yılında hayatını kaybeden grubun vokalist ve klavyecisi Christine McVie olmadan grubun tekrar birleşmesinin imkânsız olduğunu söyledi. Stevie Nicks ayrıca yaptığı açıklamada, haberi aldıktan sonra uçak kiralayıp yanına gitmek istediğini ancak ailesinin o kadar vakti olmayabilir demesinden sonra ertesi gün Christine McVie’nin hayatını kaybettiğini ve ona veda edemediğini belirtti.

Pek bilinmeyen ama “3 O’Clock In The Morning” ve “My World Versus Your World” gibi harika parçalara sahip olan İngiliz alternatif rock grubu Jack’in vokalisti Anthony Reynolds, 10 seneden uzun süredir yaşadığı evin, ev sahibi tarafından satılması sonucu evsiz kaldı. Bunun üzerine GoFundMe sitesinde sanatçı için bir yardım kampanyası başlatıldı. 8000 pound toplanması hedeflenen kampanyada şu ana kadar toplanan para 3400 pound. Geçen seneyi karavan, pansiyon gibi yerlerde geçiren sanatçının ailesinin yaşlı olduğu ve evlerinde onun yaşaması için bir alan olmadığı açıklandı. Toplanacak parayla yeni bir evin depozitosu ve ön ödemelerinin karşılanması amaçlanıyor.

Amerikalı rapçi Nas, dönemin hip hop kültürünü, breakdance, graffiti gibi unsurlarla işleyen, 1984 yapımı Beat Street filminin Broadway müzikali uyarlaması için kolları sıvadı. Müzikalin yapımcılarından biri olacak Nas, ayrıca orijinal filmin soundtrack’inden yeni materyaller yaratacak. Tribeca Film Festivali’nde Beat Street filminin 40. yılı gösteriminde haberi duyuran Nas, Beat Street’in hip hop kültürünü dünyaya yayılmasına katkıda bulunduğunu ve genç nesillere ilham verdiğini, bu projede yer almanın kendisini heyecanlandırdığını söyledi.

Billie Eilish, Spotify’da aylık yüz milyon dinleyiciyi aşan tarihteki üçüncü isim oldu. Genç sanatçının önünde olan isimler ise 107 milyon dinleyici ile The Weeknd ve 102 milyon dinleyici ile Taylor Swift. Ancak bu isimlerin Spotify’da çok daha fazla parçaları varken Billie Eilish bunu sadece 82 şarkıyla başardı. Ayrıca 22 yaşında 100 milyonu geçerek bu başarıya ulaşan en genç sanatçı ünvanına da sahip oldu.

Amerikalı şarkıcı Justin Timberlake, Long Island’da alkollü araç kullanırken yakalanarak gözaltına alındı. 18 Haziran’da gözaltına alınan ünlü sanatçı, yaz aylarında zengin ziyaretçilerin uğrak noktası olan Sag Harbour’da mahkemeye çıkacak. Polis raporuna göre, Justin Timberlake durdurulduğunda polise sadece bir tane martini içtiğini söylemiş.

Blondie’nin solisti Debbie Harry, gelecekte Johnny Depp ile çalışmak istediğini söyledi. Kendisiyle yapılan bir röportajda birlikte çalışmayı hayal ettiği bir isim olup olmadığı sorulan sanatçı, çalışmak istediği çok sayıda aktör ve yönetmen olduğunu ancak Johnny Deep’in her zaman hayranı olduğunu söyledi. Ünlü şarkıcı Six Ways To Sunday ve Good Night to Die gibi filmlerde rol aldı.

Fransız yıldız Françoise Hardy, 80 yaşında hayatını kaybetti. 2004 yılından beri lenf kanseri ile mücadele eden sanatçı aynı zamanda gırtlak kanserine de yakalanmıştı. “Tous Les Garçons Et les Filles” şarkısıyla şöhreti yakaladıktan sonra müzik dünyası dışında, moda ve sinemada da kendini gösteren Françoise Hardy, Yves Saint Laurent, Paco Rabanne gibi tasarımcılarla çalıştı. Beyaz perde de Grand Prix gibi filmlerde rol aldı.

Mayıs Ayında Müzik Dünyasında Neler Olmuştu?

Slim Shady | Fotoğraf Kaynağı: Cumhuriyet

İlk olarak Eurovision ile başlayalım. Bu yıl İsveç’in Malmö kentinde düzenlenen 68. Eurovision Şarkı Yarışması’nı İsviçre’den Nemo “The Code” isimli parçasıyla kazanırken, ikinciliği Baby Lasagna “Rim Tim Tagi Dim” ile Hırvatistan, üçüncülüğü ise Alyona Alyona – Jerry Heil “Teresa & Maria” ile Ukrayna elde etti. Yarı final gecesinde 2003 birincisi Sertap Erener’de “Everywhere That I Can” parçasıyla sahne aldı. Hollanda adına yarışan Joost Klein, prodüksiyon ekibinden bir görevliyle tartışması sonucu yarışmadan diskalifiye edildi.

Kanadalı şarkıcı Justin Bieber ve model eşi Hailey Bieber ilk bebekleri için gün sayıyor. 2018 yılında evlenen çift, bebek beklediklerini Instagram paylaşımı ile duyurdu. Yapılan açıklamada, Hailey Bieber’ın altı aylık hamile olduğu belirtildi.

Eminem’in bu yaz yayınlayacağı 12. Albümü The Death Of Slim Shady (Coup De Grace) öncesi Detroit gazetesi Detroit Free Press’de sanatçının alter egosu Slim Shady’nin ölüm ilanı yayınlandı. Ölüm ilanı, Slim Shady’nin kalıcı izler bıraktığı ve hayranları tarafından unutulmayacağı başlığı ile verildi. Albümün tanıtımı da Detroit Murder Files isimli hayali bir reality show programı reklamıyla yapıldı.

Ses yetenek yarışma programı The Voice’un Amerika versiyonu The Voice US’in 26. Sezon koçları belli oldu. Ünlü country şarkıcısı Reba McEntire ve No Doubt’ın ünlü ismi Gwen Stefani dışında bu sezon koçluk yapacak son iki isim Michael Buble ve Snoop Dogg olurken, Chance The Rapper, country ikilisi Dan + Shay ve John Legend bu sezon programdan ayrıldılar. 

Led Zeppelin’in grup üyeleri tarafından onaylı resmi konser – belgesel filmi Becoming Led Zeppelin, duyurulmasından 5 yıl, Venedik Film Festivali’ndeki prömiyerinden ise 3 yıl sonra beyaz perde yolunda önemli bir adım attı. Bernard MacMahon tarafından yönetilen filmin gösterim hakları Sony Pictures Classics tarafından satın alındı. Belgeselde, grubun hayatta olan üyeleri Jimmy Page, Robert Plant ve John Paul Jones ile yapılan röportajların yanı sıra, 1980 yılında ölen grubun davulcusu John Bonham ile yapılan ve daha önce yayınlanmamış röportajlar da yer alıyor. Daha önce gösterilmeyen eski konserlerin görüntüleri de filmde gösteriliyor. Filmin vizyon tarihi ise henüz belli değil.

Sırada bir kayıp haberi var. Ünlü saksafoncu David Sanborn 79 yaşında hayatını kaybetti. Altı Grammy ödüllü sanatçının, 2018 yılından beri mücadele ettiği prostat kanseri sonucu gelişen komplikasyonlar sonucu hayatını kaybettiği açıklandı. David Sanborn, kendi albümleri dışında, Eric Clapton’dan James Brown’a pek çok ünlü müzisyen ile de çalıştı. Yine Eric Clapton’la beraber, unutulmaz filmlerden Cehennem Silahı’nın müziklerini yapan isimlerden biriydi.

1 Haziran tarihinde, Londra’nın ünlü Wembley Stadı’nda Borussia Dortmund – Real Madrid takımları arasında oynanacak Şampiyonlar Ligi finali öncesi Lenny Kravitz, Pepsi Kick Off Show kapsamında bir konser verecek. Konser hakkında konuşan Lenny Kravitz, kalbinde özel bir yeri olan Londra’da vereceği konseri dört gözle beklediğini, pek çok kişi için büyük anlam ifade eden bu finalde konser verecek olmanın kendisini çok heyecanlandırdığını söyledi. Bu ay Blue Electric Light isimli yeni bir albüm yayınlayacak sanatçı, ayrıca 2024 Rock And Roll Hall Of Fame adaylarından.

İngiltere’nin ilk milyarder müzisyeni Paul McCartney oldu. Geçtiğimiz yıl gelirini 50 milyon sterlin arttırarak 1 milyar sterlinlik servete ulaşan efsane ismin bu gelir artışında, 2023 turnesi ve “Now And Then” parçasının yayınlanması gibi çeşitli etkenler rol oynadı. Beyonce’de “Blackbird” parçasını yeni albümünde yorumlayarak bu artışta pay sahibi oldu. İngiltere’nin 40 yaş altı en zenginler listesinde ise, müzik dünyasından Dua Lipa, Harry Styles, Adele, Ed Sheeran gibi isimler yer aldı. Sonraki yazıda görüşmek üzere.

Nisan Ayında Müzik Dünyasında Neler Olmuştu?

Fotoğraf: Planet Radio

Beyonce’nin kızı Rumi, Billboard Hot 100 listesine giren en genç kadın sanatçı ünvanını kazandı. Üstelik de bu ünvanı kardeşi Blue Ivy’den aldı. Cowboy Carter albümünde bulunan “Protector” parçasının “Mom, can i hear the lullaby please” diyerek açılışını yapan 6 yaşındaki Rumi, parçanın 42 numaradan listeye girmesi ile bu ünvana sahip oldu. Geride bıraktığı kardeşi Blue Ivy ise, Lion King: The Gift filminin soundtrack’i için yapılan “Brown Skin Girl” parçasında annesine eşlik ettiğinde 7 yaşındaydı. Blu Ivy, doğumundan iki gün sonra Jay Z’nin “Glory” parçasında da yer almış ancak o parça Hot 100 listesine girememişti. Tüm zamanlara baktığımızda, Hot 100 listesine giren en genç sanatçı ise, 1992 yılında “Dur Dur D’etre Bebe!” şarkısıyla 4 yaşındayken 58 numaraya ulaşan Fransız şarkıcı Jordy Lemoine.

Spotify abonelik fiyatlarına yeni bir zam daha gelmesi bekleniyor. Geçen yaz bir fiyat artışı yapan platform, bir yıl dolmadan ikinci bir zam daha yapacak. Nisan ayı sonuna kadar İngiltere, Avustralya, Pakistan gibi ülkelerde, önümüzdeki aylarda ise Amerika’da 1 – 2 dolarlık bir artış bekleniyor. Ülkemiz için henüz bir bilgi olmamasına rağmen Türkiye’nin bu zamdan etkilenmemesi pek mümkün görünmüyor. İçinde sesli kitapların yer almadığı yeni bir abonelik planı da dahil olmak üzere, değişik planların kullanıcılara sunulacağı da iddia ediliyor. Spotify ile ilgili bir başka haberse, kullanıcıların parçaları hızlandırma, yavaşlatma ya da remix oluşturmasına olanak sağlayacak yeni bir özellik getirmeyi planlaması.

Taylor Swift’in parçaları TikTok’a geri döndü. Şubat ayında Taylor Swift’in plak şirketi Universal Music Group, TikTok’la yeni lisans anlaşması yapmamıştı. Gerekçe olarak, uygulamının  sanatçılara yeterli para ödemediği ve platformda kullanılan yapay zekanın zararlı etkilerini göstermişti. UMG ve TikTok arasında henüz bir anlaşma yapılmamasına rağmen Taylor Swift’in müziğinin uygulamaya neden geri döndüğü hakkında bir açıklama yapılmadı. Olivia Rodrigo, Billie Eilish, The Weeknd gibi UMG’nin diğer sanatçılarının durumu henüz belirsiz. 

Bonnie Tyler’ın 1983 tarihli klasik parçası “Total Eclipse Of The Heart” (Tam kalp tutulması), güneş tutulmasının yaşandığı pazartesi günü 1.8 milyon dinlenme sayısına ulaştı. Güneş tutulmasındaki önceki 10 günde, günlük ortalama 233 bin kez dinlenen parça, pazar günü 307 bin dinlenme sayısına ulaştıktan sonra bir günde yüzde 486 artarak, pazartesi günü 1.8 milyon kez dinlendi. Müzik servislerindeki dinlenmesinin yanında, satışları da artan parça, pazartesi günü iTunes listesinin zirvesinde yer aldı.

Shakira verdiği bir röportajda Milan ve Sasha ismindeki iki oğlunun Barbie filminden nefret ettiğini söyledi. Filmin, erkekten erkek olma sorumluluğunu çaldığını düşünen oğullarına katıldığını belirten sanatçı, çocuklarının kadınlara saygılı olmasını ama bunu yaparken de kendilerini güçlü hissetmeleri gerektiğini ekledi. 

Nicki Minaj, ilk ayakkabı koleksiyonunu duyurdu. Spor giyim markası Loci işbirliği ile çıkarılan koleksiyonda 11 dizayn bulunuyor. Pembe renklerin hakim olduğu seride erkek ve kadın bedenleri mevcut. Geri dönüştürülebilen malzemeden üretilen ayakkabıların fiyatları ise 185 ile 200 dolar arasında değişirken, her ayakkabının dilinde bir Nicki Minaj damgası bulunuyor.

Ünlü country şarkıcısı Morgan Wallen, Nashville’de Chief’s isimli barın çatısından sandalye fırlattığı gerekçesiyle tutuklandı. Sandalyenin aşağıda bulunan polis memurlarının bir metre uzağına düştüğü açıklandı. Görgü tanıkları, Morgan Wallen’ın çatıdan bir sandalye alıp fırlattığı ve buna güldüğünü söyledi. Kefaletle serbest bırakılan sanatçının mahkeme tarihi ise 3 mayıs.

Son olarak 2020 yılında ses tellerinden ameliyat olan Bon Jovi, her gün yaptığı vokal terapisi sonucunda eğer eski performansını yakalayamazsa bir daha canlı olarak şarkı söylemeyeceğini açıkladı. Stüdyoda olmakla turnede olmanın farklı olduğunu söyleyen sanatçı, “Eskisi gibi şarkı söyleyemezsem, canlı performansları bırakırım, bununla da barışık olurum. Şişman Elvis olmaya ihtiyacım yok” dedi.

Mart Ayında Müzik Dünyasında Neler Olmuştu?

Neil Young Spotify’a geri dönüyor. 2022 yılında Joe Rogan’ın podcastlerinde Covid-19 hakkında yanlış bilgiler verildiği için müziğini Spotify’dan kaldıracağını duyuran sanatçı, bu podcastlerin Spotify’da bitmesi ve daha sonra Apple ve Amazon tarafından alınması üzerine müziğini tekrar Spotify’a koyacağını açıkladı. Ayrıca müzik platformunun ses kalitesinden de memnun olmayan sanatçı, müziğini düşük kalitede yayınladığı için Spotify’ın yayınını, görüntüsü piksel piksel olan bir filme benzetmişti. 

Amerikalı müzisyen Eric Carmen 74 yaşında hayatını kaybetti. Yetmişlerin ünlü power pop grubu Raspberries’in vokalisti olan, ancak daha çok solo kariyerindeki “All By Myself” ve “Hungry Eyes” gibi hit parçalarıyla tanınan sanatçının ölüm nedeni açıklanmazken, uykusunda hayatını kaybettiği belirtildi. 1995 yılında Nicole Kidman, Matt Dillon gibi isimlerin rol aldığı To Die For filminin soundtrackinde yer alan “All By Myself”, Celine Dion tarafından da yorumlanmıştı. Bir başka hayatını kaybeden isim ise yetmişlerin glam rock grubu Cockney Rebel’in solisti Steve Harley oldu. Grubu tanımayanlara “Sebastian” isimli harika parçayı öneririm.

Bu sene en iyi orjinal şarkı dalında Oscar’ı kazanan parça, Barbie filminde yer alan ve benim de favorim olan “What I Was Made For” oldu. Billie Eilish’in seslendirdiği parça, bu yıl en iyi şarkı dalında Grammy ödülünü de kazanmıştı. En iyi film müziği ödülü ise Oppenheimer filmi ile Ludwig Göransson’a gitti. İsveçli besteci, aynı ödülü 2018 yılında Black Panther filmiyle de kazanmıştı.

Avrupa Birliği Apple’a 1.8 milyar dolar ceza verdi. Cezanın nedeni, Apple’ın uygulama geliştiricilerine, iOS kullanıcılarını uygulamaya alternatif daha ucuz müzik abonelik hizmetleri hakkında bilgilendirilmelerini engelleyen kısıtlamalar getirmesi ve bunun antitröst kuralları gereğince yasa dışı olması.

Berlin tekno müzik kültürü, resmi olarak UNESCO kültür miras listesine eklendi. UNESCO, 13 Mart tarihinde yaptığı açıklamada, Almanya’dan aralarında dağcılık, meyve şarabı, Kirchseeoner Perchtenlauf isimli bavyera geçit töreni gibi etkinliklerin yanında Berlin tekno müzik kültürünün de somut olmayan kültürel miras listesine alındığını söyledi.

Elton John iki yeni müzikal üzerinde çalışıyor. Sanatçının eşi David Furnish yaptığı açıklamada, Elton John’un temmuz ayında İngiltere’de prömiyerini yapacak olan The Devil Wears Prada ve  Broadway’de ki Nederlander Tiyatrosu’na taşınan Tammy Faye müzikalleri üzerinde çalıştığını ve 3. bir müzikal fikrine de açık olduğunu söyledi. Ayrıca ocak ayında bir diz ameliyatı geçiren ünlü şarkıcının, önümüzdeki günlerde diğer dizinden de ameliyat olacağı açıklandı. 

Beyonce’nin üçleme albüm serisinin ikincisinin adı belli oldu. İlki 2022 yılında çıkan Act 1: Renaissance albümünün ardından, mart ayında yayınlanacak ikinci albümün ismi Act 2: Cowboy Carter oldu. Country tarzında olacak albümden “Texas Hold’em” ve “16 Carriages” isimli iki single da yayınlandı.

Karaoke makinesinin mucidi Japon Shigeichi Negishi 100 yaşında hayatını kaybetti. Bir elektronik şirketinde çalışan Shigeichi Negishi, 1967 yılında ofisinde kötü bir sesle şarkı söylerken yakalandıktan sonra, karaokenin ilkel versiyonu olan ve jetonla çalışan Sparko Box’ı tasarladı. Shigeichi, Japonca’da boş ve orkestra kelimelerinin kısaltması olan “Karaoke” kelimesini de yarattı. Ancak Japonca’da tabut anlamına gelen “Kanoke” kelimesine benzediği için distribütörler tarafından beğenilmeyen karaoke yerine, Sparko Box ismiyle yola devam etti. Mucidin kızı Atsumi Takano, babasının düşme sonucu doğal nedenlerle öldüğünü açıkladı.

Son haberimiz ise Bruno Mars’tan. Amerikalı şarkıcının 50 milyon dolar kumar borcu olduğu açıklandı. Las Vegas’da dokuz senedir şovlarına devam eden sanatçının, MGM Grand Casino ile yaptığı anlaşmadan 90 milyon dolar kazandığı ancak borçlar ve vergiler çıktıktan sonra gecelik 1.5 milyon dolar eline geçtiği bildirildi.

Şubat Ayında Müzik Dünyasında Neler Olmuştu?

Be Gees | Fotoğraf: biography.com

İlk olarak Grammy Ödülleri ile başlayalım. 66. Grammy Ödülleri sahiplerini buldu. Trevor Noah’ın sunuculuğunu üstlendiği gecede, Billy Joel, Joni Mitchell, Billie Eilish gibi isimler sahne aldı. “What Was I Made For” parçasıyla yılın şarkısı ödülünü Billie Eilish kazanırken, yılın albümü ödülünü Midnights albümü ile kazanan Taylor Swift, bu dalda 4. kez ödül kazanan ilk isim oldu. Diğer kategorilerin bazılarına göz attığımızda ise, yılın kaydı ödülünü “Flowers” parçasıyla Miley Cyrus, en iyi yeni sanatçı ödülünü Victoria Monet, en iyi rock şarkısı ödülünü “Not Strong Enough” parçasıyla Boygenius, en iyi rock albümü ödülünü ise, This Is Why albümüyle Paramore’un kazandığını görüyoruz.

En iyi rap şarkısı, en iyi rap performansı ve Michael albümüyle en iyi rap albümü dallarında 3 Grammy ödülü kazanan Killer Mike, Grammy ödül töreninde ödülünü alıp sahneden indikten hemen sonra gözaltına alındı. Törenin düzenlendiği Crypto.com Arena’da çalışan bir güvenlik görevlisi ile kavga ettiği için tutuklanan Killer Mike, daha sonra serbest bırakıldı. Rap ikilisi Run The Jewels’ın da üyesi olan 48 yaşındaki rapçi, daha sonra katıldığı The View programında hukuki süreç devam ettiği için olay hakkında fazla detay vermezken, Malcolm X, Mandela gibi isimleri kastederek, kahraman olarak gördüğü isimlerin de kelepçelendiğini söyledi.

Taylor Swift hayranları, Londra’yı Taylor Swift’in gözünden, daha doğrusu onun şarkı sözlerinden gezebilecekleri yürüyüş turlarına katılma fırsatı bulacaklar. Sanatçının favori mekanlarını ve 2019 tarihli “London Boy” parçasının sözlerinde geçen bir çok mekanı kapsayan turlar, üç buçuk saatle sekiz saat arasında değişiyor. ToursByLocals tarafından düzenlenen turlarda, ayrıca sanatçının “End Game” gibi parçalarının kliplerinin çekildiği noktalar ve Taylor Swift’in sık ziyaret ettiği yeme – içme noktalarına da uğranacak. Ünlü şarkıcı, “London Boy” parçasını o zamanki erkek arkadaşı Joe Alwyn ile şehre yaptığı ziyaretten ilham alarak yapmıştı.

Beach Boys grubundan tanıdığımız Brian Wilson’a, demans hastalığı yüzünden temel ihtiyaçlarını karşılayamadığı için, menajeri LeeAnn Hard ve sanatçının halkla ilişkilerini yürüten Jean Sievers vasi olarak atandı. Sanatçının hem menajeri, hem eşi olan Melinda Ledbetter’ın ölümü üzerine, Brian Wilson’ın kendisi, yedi çocuğu, evdeki hizmetçisi Gloria Ramos ve doktorunun ortak değerlendirmesi sonucu bu kararın alındığı açıklandı.

Bee Gees grubunu anlatan biyografik filmin yönetmenliği için Ridley Scott Paramount Pictures  ile görüşme halinde. Film ilk kez 2019 yılında duyurulmuş ve pek çok yönetmenin adı geçmişti. Bee Gees’i oluşturan Gibbs kardeşlerin hayatını ve kariyerini anlatacak filmin şu an için ismi, yayın tarihi ve oyuncu kadrosu belli değil. Ridley Scott’un ayrıca filmin yapımcılarından biri de olacağı tahmin ediliyor. Scott’un Gladiator filmini yazan John Logan senaryoyu kaleme alırken, idari yapımcı ise, grubun hayatta kalan son üyesi Barry Gibb olacak.

Paul McCartney’nin 50 yıldan uzun süredir kayıp olan Höfner marka bas gitarı bulundu. Paul McCartney, birçok Beatles klasiğinin yapılmasındaki rolü nedeniyle tarihteki en önemli bas gitar olarak kabul edilen 1961 Höfner 500/1 marka gitara tekrar sahip olmasından dolayı duyduğu sevinci ve bunu sağlayanlara olan minnettarlığını paylaştı. Gitarı bulmak için 2018 yılından beri “Kayıp Bas Projesi” isimli bir halk kampanyası yürütülüyordu. 1972 yılında Notting Hill bölgesinde bir minibüsten çalınan gitarın izini süren bu kampanya sayesinde, sonunda hırsızın gitarı sattığı kişiye ulaşıldı ve gitar Paul McCartney’e geri döndü. Sanatçının 1961 yılında Hamburg’da aldığı gitar, Beatles’in ilk iki albümünde kullanılmıştı. Gitarın biraz yıpranmış olsa da iyi durumda olduğu ve biraz bakımla tekrar çalınabilir duruma geleceği açıklandı.

Son olarak, Kingsley Ben-Adir’in Bob Marley’i canlandırdığı biyografik film Bob Marley: One Love, ilk 6 günde 46 milyon doların üzerinde hasılat elde etti. 14 Şubat sevgililer Günü’nde vizyona giren film, ilk 6 günde ulaştığı bu rakam ile, Elton John’un biyografisi Rocketman, Elvis Presley’i anlatan Elvis ve Aretha Franklin’in biyografisi Respect gibi benzer yapımların önüne geçti.

Ocak Ayında Müzik Dünyasında Neler Olmuştu?

Koca bir yılı daha geride bıraktıktan sonra, 2024’ün ilk ayında müzik dünyasında neler olmuş bir göz atalım.

Cant Get Enough | Fotoğraf: Youtube

Geçtiğimiz yıl temmuz ayında hayatını kaybeden İrlandalı ünlü şarkıcı Sinead O’Connor’ın ölüm nedeni açıklandı. 56 yaşında Güney Londra’daki evinde hayatını kaybeden sanatçının doğal yollarla öldüğü kesinleşti. Sky News’un haberine göre, ölümünün doğal yollardan olduğu kesinleştiği için artık ölüm nedeni ile ilgili araştırmaların durdurulduğu belirtildi.

Daft Punk’dan tanıdığımız Thomas Bangalter’in müziklerini yaptığı Fransız komedi filmi DAAAAAALi!’nin soundtrack’i 7 Şubat’da yayınlanacak. Haber, soundtrack’i piyasaya sürecek olan Ed Banger Records’ın Instagram paylaşımında duyuruldu. Filmin yönetmeni ise aynı zamanda Mr Oizo sahne adıyla DJ olan ve “Flat Beat” parçasıyla tanınan Quentin Dupieux. 

Amerikalı ünlü rapçi Kanye West bir hayranını yumruklamakla suçlanıyor. Justin Poplawski ve eşi Tiffany Marshall, saldırı, darp, manevi zarar gibi nedenlerle Kanye West hakkında Los Angeles bölge mahkemesinde dava açtı. İddiaya göre Justin Poplawski 13 Ocak 2022’de Los Angeles’da Kanye West’den imza istedi. Kanye West ise, önce küfürler etti, sonra da birkaç kez yumruk attı. Olaydan kısa bir süre sonra, Poplawski’nin yerde yattığı ve o sırada Kanye West’in bağırdığı bir video sosyal medyada yayınlanmıştı. Polis delilleri inceledikten sonra, dava açılmasına gerek olmadığına karar verdi.

Jennifer Lopez, 16 Şubat’da çıkacak This Is Me… Now isimli yeni albümünün ilk single’ı olan “Cant Get Enough”ı geçmiş evlilikleri ile dalga geçtiği eğlenceli bir kliple yayınladı. Dave Meyers tarafından yönetilen klipte, geçmiş evliliklerine komik göndermelerde bulunan sanatçı, bir eşten diğerine geçerken, konuklar ise evliliğinin ne kadar süreceğine dair bahse giriyorlar. Çiçek buketini havaya attığında ise, konuklardan biri “Yakalama! Lanetli” diye mırıldanıyor. Videonun sonunda ise kameranın önünde oturan Jennifer Lopez, eski eşlerinden gelen şikayetleri dinliyor.

Selena Gomez, kendisi gibi Meksika kökenli olan, müziğin efsane isimlerinden Linda Ronstadt’ın hayatını anlatan filmde rol alacak. Linda Ronstadt’ı canlandıracak olan sanatçı, sosyal medyada Ronstadt’ın Simple Dreams isimli kitabını paylaşarak projeyi duyurdu. Filmin yönetmeni, oscar adaylığı bulunan David O. Russell olacak. Film projesini yürütenler ise, Linda Ronstadt’ın menajeri John Boylan ve James Keach. Filmde rol alacak diğer isimler ve vizyon tarihi henüz belli değil. 11 Grammy ödülü sahibi Linda Ronstadt, hastalığı nedeniyle 2011 yılında müzik hayatına nokta koymuştu. 

Amerikalı şarkıcı Michael Bolton, beyninde tümör olduğunu ve bu yüzden acil bir operasyon geçirdiğini duyurdu. 70 yaşındaki sanatçı, sosyal medya paylaşımında ameliyatın iyi geçtiğini ve ailesiyle evinde iyileşme sürecinde olduğunu açıkladı. Michael Bolton ayrıca, bir süre sahnelerden uzak kalacağını, ancak iyileşme sürecini hızlı geçirip sahnelere dönmek için elinden geleni yapacağını söyledi.

Taylor Swift hakkında bir komplo teorisi daha üretildi. Amerikan Fox News kanalında çalışan Jesse Watters, Taylor Swift’in Pentagon tarafından kullanıldığını iddia etti. Projenin Pentagon Psikolojik Operasyonlar Birimi tarafından 4 yıl önce başladığını söyleyen Jesse Watters, kanıt olarak da Nato işbirliğindeki siber savunma ile ilgili bir konferansda bulunan bir konuşmacının, küresel etkiye sahip isimlerden biri olarak Taylor Swift’den bahsetmesini gösterdi. Pentagon ise Taylor Swift’in “Shake It Off” parçasını kullanarak iddiaya alaycı bir şekilde yanıt verdi.

Kanadalı şarkıcı The Weeknd, Spotify’da bir rekora imza attı. Sanatçının “Blinding Lights” parçası 4 milyar dinlenmeyi geçen ilk parça oldu. Şarkı, yaklaşık bir buçuk yıl önce, Ed Sheeran’ın “Shape Of You” parçasını geçerek en çok dinlenen parça olmuştu. The Weeknd’in “Starboy” parçası da iki buçuk milyar dinlenme sayısı ile altı numarada bulunuyor. “Blinding Lights” parçası bu dinlenme oranı ile 20 milyon doların üzerinde bir gelir getirecek ancak başta söz yazarları olmak üzere gelirden pay alacak isimlerin olması dolayısıyla, bunun hepsi The Weeknd’e gitmeyecek.

Kapak Fotoğrafı: Le Parisien

İlginizi çekebilir: Gürkan Sonat’tan Ayın Yeni Çıkan Albümleri