

A Complete Unknown: Minneapolis’in Asi Ozanı
Bazı filmler sadece bir karakteri anlatmak yerine, bir dönemin, bir akımın veya dönemin ruhunu taşıyan insanların sesi olmak ister. A Complete Unknown, işte tam da bunu yapmaya çalışan bir film. Ne kadar başarılı olduğu konusu ise birazcık şüpheli… James Mangold’un yönetmenliğinde, Bob Dylan’ın yükselişinin arkasındaki – sancılı olduğuna ikna olmamız gereken – süreci, müziğin şekil değiştiren doğasını ve sanatçının kimlik arayışını izliyoruz. Ancak bu, her biyografik filmde olduğu gibi bir ‘sıfırdan zirveye’ hikayesi değil. Dylan’ın içsel çatışmalarını, sahne üzerindeki dönüşümünü ve sistemle olan ince(aşırı ince) savaşını gözlemliyoruz. Film, müziği bir isyan biçimi olarak ele alıyor ve dönemin sosyal çalkantılarıyla iç içe geçiriyor. İşte tam da bu yüzden A Complete Unknown, bir biyografiden fazlası olmaya çalışıyor diyebiliriz.

Timothée Chalamet’nin performansı, filmin en çok tartışılan unsurlarından biri. Fiziksel benzerliği yakalaması ve Dylan’ın duruşunu başarılı bir şekilde yansıtması, ona rol içinde esaslı bir özgüven sağlamış, gözlerinden okunuyor. Ancak oyunculuğu, Dylan’ın o kendine has vokal tınısını ve enerjisini birebir yansıtmak yerine, daha kişisel bir yorum sunuyor. Bu durum, izleyiciyi ikiye bölebilir: Gerçekçi bir taklit mi, yoksa özgün bir canlandırma mı şeklinde. Chalamet’in Dylan’ı, büyük oranda kendine has bir hava estirirken, yer yer yapay hissettirdiği de oluyor. Yine de, özellikle sahne performanslarında taşıdığı sahicilik, kendisinin rolün hakkını verdiğini düşündürtüyor. Eğer Dylan’ı birebir görmek istiyorsanız, eski kayıtlardan devam ediyoruz…

Yan karakterler ise filmin asıl gücünü oluşturuyor bence. Edward Norton’un canlandırdığı Pete Seeger, folk müziğin ‘ahlaki’ pusulası olarak öne çıkıyor. Mangold, Seeger’i sadece bir yan figür olarak bırakmıyor; onu Dylan’ın müzikal yolculuğunun bir mihenk taşı olarak sunuyor. Monica Barbaro’nun Joan Baez yorumu ise neredeyse filmdeki en güçlü performanslardan biri. Baez’in karizmasını, gücünü ve duygusal gelgitlerini izleyiciye doğrudan aktarıyor. Öte yandan, Elle Fanning’in canlandırdığı karakter biraz yüzeysel kalıyor ve sadece Dylan’ın dünyasında bir yan motif olarak yer bulabiliyor. Bu da senaryonun karakter gelişimi açısından bazı zayıflıkları olduğunu gösteriyor. Ama kabul edilebilir seviyede.
Mangold, atmosfer yaratma konusundaki ustalığını bir kez daha konuşturuyor. 60’ların Amerika’sı, müziğin politikleştiği ve sanatın bir direniş biçimi olarak öne çıktığı bir dönem. Konser sahneleri özellikle etkileyici; Dylan’ın performansları sırasında kameranın kullanımı ve onun sahne üzerindeki varlığını bir tabiri caizse fenomene dönüştürüyor. Ancak film, hikaye anlatımı açısından bazı açılardan eksik kalıyor. Bir noktadan sonra Dylan’ın iç dünyasına daha fazla odaklanmak yerine, olay örgüsü yüzeysel bir akışa kapılıyor.

Senaryonun en büyük eksisi, büyük çatışmalar yaratmaktan kaçınması. Dylan gibi bir figür, kariyerinin başından itibaren müzik dünyasının geleneklerine meydan okuyan biriydi. Film, onun bu başkaldırısını anlatıyor, ama bunu yaparken gerilim yaratacak anları gerektiği kadar derinleştiremiyor. Folk müzikten rock müziğe geçişinin yarattığı infial, onun kimlik arayışı ve müzik endüstrisiyle olan çatışmaları çok daha güçlü işlenebilirdi. Dylan’ın devrim niteliğindeki kararları, filmin duygusal yükünü artırmak için mükemmel bir malzeme sunarken, senaryo bu potansiyeli hiç umursamıyor sanki.
Sonuç olarak, A Complete Unknown müzikal bir ikonun portresini çizerken Dylan’ın hikayesini bilmeyen izleyiciler için ilgi çekici bir keşif oluyor, onun hayatına ve müziğine aşina olanlar için eksiklikler barındırıyor.
Kapak Fotoğrafı: IMDb
İlginizi çekebilir: Sine Magger’dan Netflix’te Bu Ay Neler Var
İlk yorumu siz yazın!