A Rabbit Hole Getaway: Olimpos'ta Lezzet Şöleni
Julia Roberts’ın Javier Bardem ile ya da Meg Ryan’ın Tom Hanks ile bir araya geldiğinde fonda çalan müzik insana nasıl güzel hissettiriyorsa, Olympos Mountain Lodge otelinin içerisinde yer alan A Rabbit Hole Getaway’a adımımı attığımda benim de fonumdaki müzikler benzer hisleri yaşattı bana… Fly me to the moon’un kulağıma çalındığı sırada prosecco’mun içindeki çileği parmaklarımla yakalayıp ağzıma götürmek gibiydi…
A Rabbit Hole Getaway Konum
Yıllar önce B. “Kübra bak Ankara’da böyle bir yer var, senin hoşuna gider” deyip mideme bir kelebek kondurmuştu da maalesef Ankara’ya yolumu düşürtüp listemdeki bu yeri deneyimleyememiştim. Derken takip ettiğim sayfalarından Olimpos’ta otel açtıklarını öğrenmemle, kedinin balığa ulaşmak için atlayıp hoplaması tadındaki serüvenim başladı.
Olimpos Dağı eteklerinde Beycik’te konumlanmış tatlı otelin, şahane bir orman yolu var. Kapıda karşılanıp isimlerimizle hitap edilerek odamıza geçiriliyoruz. Çocuk, lunaparka girdiğinde ve ilgisini çeken birçok oyuncağa denk geldiğinde nereye koşacağını şaşırır, bir yandan annesinin elinden çekiştirerek hızlanmasını sağlar ya, işte ben de H.’nin elinden tutup “Hadi bir an önce odadan çıkıp oteli keşfedelim.” hissine kapılıverdim.
Çok vakit kaybetmeden kendimizi bara atıyoruz. Buranın imza kokteyllerinden “Ra-Ra Rabbit” ve “Whiskey Gin”’leri söyleyiveriyoruz. Kır ampülleriyle donatılmış bir ağacın altında, tadından pek keyif aldığımız kokteylleri içiyoruz.
Ertesi gün efsane bir kahvaltıyla midemizi şenlendiriyoruz. Ben buranın kahvaltısında üstünde şeftali altında croissant parçaları olan ve sütlü bir karışımla hafif yumuşatılmış bir tabağın hastası oldum. Ben ki “Omletsiz kahvaltı kahvaltı değildir.” diyen birisiyim, bilgisayar başına geçip burayı yazmaya koyulduğumda omlet eksikliğini fark ettim.
Burada her aldığın suyu “Haneye yazalım.” şeklinde bir yaklaşım yok. Gastronomi dünyasından bahsedilirken şikayet edilen konulardan; “Chef kaprisi” de yok. Aksine H.’nin de benim de bayıldığımız samimi bir yaklaşım var.
İki elin parmaklarını geçmeyecek sayıda odası var otelin. Hal böyle olunca herkese adıyla hitap edebildikleri, profesyonel ama samimi ortamı yaratıyorlar gelen misafirlere.
Rakım 900 metre civarında, dolayısıyla deniz kenarı gibi bir ortam yok. Havuz sevmediğim için başta bir tık dudak bükmüştüm. Ama bu dudak büküş sonrasında, çimler üzerindeki şezlonglarda, fonda cırcır böcekleriyle gayet keyifli zamanlar geçirmemiz, hayattan alınan bir ders niteliğinde oldu “Ön yargılarından arın Kübra”.
“Peki neden Rabbit Hole?” diye Su’ya sorduğumda hem Alice in Wonderland’den esinlendiklerini, hem de Ankara’daki evin labirentimsi bir yapısı olması dolayısıyla böyle bir isimleri olduğunu öğreniyorum.
Burası bence “50 best restaurants”ta listelenmeyi hak eder nitelikte bir gastronomi deneyimi sunuyor. Bunun, sadece verilen yemeklerin tadı ve kalitesiyle değil, kendi bostanlarının oluşuyla, sunulan ambiyansla, sunum şekilleriyle –pek beğendiğim Touline Ceramics’i tercih etmeleri- ve misafirlerle kurdukları diyaloglardan dolayı olduğunu düşünüyorum. Gün içerisinde ikramlar oluyor. Mesela ilk günümüzde mercimekli böreğe, ikinci günümüzde ise falafele denk geldik. “Ona minik sürprizler yapın.”
Ben buradaki esnekliğe de ayrıca hayran kaldım. Mesela; “Kahvaltı saati nedir?” sorusuna aldığım yanıt, “Kafanıza göre takılın, sizi aç bırakmayız.” idi. Pek şahit olduğum bir durum değil. Bir başka sevimli mesele de mutfağa ilgin varsa “Birlikte bir şeyler yapabiliriz.” şeklindeki yaklaşımlarıydı, ki buna yönelik de birtakım projeleri varmış ama sihri kaçmasın diye teaser niteliğinde bırakıyorum.
Artık esas meseleye, hayata anlam katana, giriş yapma vakti geldi sanırım: yaşasın yemek yemek! İlk akşam BBQ gecesi yapıldı. Pirzola, şaşlık ve öncesinde gelen mezeler harikaydı. Muhammara, humus, patlıcanlı meze, patates salatası, pancarlı yoğurt, zahter ve etler için de sarımsaklı sos. Ben geldiğim yerin güzelliğinin şaşkınlığıyla pek de içeriklerini not almamışım ama zahterli bir humus yapmışlar ki dillere destan olmuş. Bu güzel yemeklerle, burada tanıdığımız Mahrem’in Sangiovese’sini içip mest olduk.
A Rabbit Hole Getaway Tadım Menüsü
İkinci akşam 6 çeşitten oluşan tadım menüsüne nail olduk. Zaten akşam yemeği için “a la carte” gibi bir opsiyon sunulmuyor. Bunu bilerek gelmek lazım. Peki, insanlara Ankara’dan bu yemekleri tatmak için yol katettiren neler vardı bu seferki tadım menüsünde? –Sahiden bu ekibi Ankara’da deneyimlemiş ve tatil için buraya gelen insanlarla tanıştık!-
İsli Tereyağı & Ev Yapımı Ekşi Mayalı Ekmek
İnek tereyağını ormandaki sedir ağacı talaşlarıyla isliyorlar. Geriye şahane ekmeklere bu tereyağını yaydırıp, dilinin üzerinde döndürmek kalıyor. İkisi adeta tango yapar gibi. H. isli tereyağını o kadar beğendi ki, hiç tereddüt etmeden bir tane daha getirmeyi teklif ettiler.
Adaçayı Tempura
Bahçeden topladıkları adaçayını alıp, mayayı yetiştirirken artan kısımlara bulayarak kızartılan bir yemek bu. Üstüne de içinde lime ve vanilya olan kendi yaptıkları mayonezi ekliyorlar. “Bombalar yağar bu şehre seviştiğimizde.”
Salmorejo – Soğuk Çorba
Sirke, zeytinyağı, sarımsak, ekşi maya içi, bahçeden domates harmanlanıp yaklaşık 20 dakika kadar bekletiliyor. Üzerinde ise pancetta ile servis ediliyor. Soğuk çorbayı sevdirenlerden. İnanılmaz kremamsı bir dokusu vardı, tek kelime ile “efsane”!
Somon Tartar
Somon Tartar’a bahçeden vişne ve erik katarak tatlı ekşi tadı yakalıyorlar. “Somonla soğan tek vücut”. En altta da mürekkep balığının mürekkebinden yaptıkları bir tart var. Tartar’ın pek hayranı değilimdir ama bunu sevdim.
Gnocchi
Gnocchi’nin hamurunu lor ile yapıyorlar, içinde alıştığımız patates yok. Taze kuşkonmaz, karamelize kırmızı soğan, rokfor, sarımsak kombinasyonundan ağızda bir şölen etkisi yaratan şahane bir yemek çıkıveriyor karşımıza.
Kuzu Tandır
Ve finali erik, kayısı, soğan birleşminden oluşan kuzu tandır ile yapıyoruz. Et, 24 saat kadar bir marinasyondan geçiriliyor, sonrasında ise 4,5 saat kadar taş fırında pişiriliyormuş. Tüm bu güzel yemeklere Mahrem Ekigaina kırmızı şarabımız eşlik ediyor.
Son gün çıkış işlemlerimizi yaparken Başak ile konuşma şansım oluyor ve “Aslında biraz zaman geçtikten sonra 50 Best Restaurants listesine girmeyi düşünseniz ne güzel olur.” diyorum. “Bilmem hiçbirimiz o kafada değiliz” diyor. “Yani, evet güzel ama biz o kafaya sokmak istemiyoruz kendimizi” diye de ekliyor. Ve bir an durup düşünüyorum. “Evet işlerini severek, karşılarındakilere de keyif vererek bir şeyler üretirken neden bu kısıtlamaya kendilerini sokmaları geçti ki aklından Kübra…”
Hani şahane bir gün batımı ya da dolunaya denk gelirsiniz, o turunculuğu çekmeye çalışırken o görüntüyü yakalayamadığınız için “Gözün gördüğünü teknoloji yakalayamıyor.” dersiniz ya, işte ben de bu üç günüm için “Yaşananı anlatmakta sözler yetersiz kalıyor.” şeklinde tarifleyebiliyorum.
Başak, Su ve Mehmet Ali’nin ortaklığı ile şahane bir harmoni çıkmış ortaya. Dilerim ilk günlerdeki heyecanlarını hep korur ve bizi mest etmeye devam ederler. Tadı damağımda kalan bu güzelliklerin tadına vardıktan sonra, kışın buradaki dağ evinde geçireceğim bir hafta sonunun hayali ile ağzımın salyalarına hakim olmaya çalışarak sözü bitiriyorum. Bisous!
Kapak Fotoğrafı: Kübra Kağan
İlginizi çekebilir: Kübra Kağan’dan Trata Ayvalık
İlk yorumu siz yazın!