Bugün, hakkında en çok konuşulan Netflix yapımlarının başında gelen Adolescence, yaklaşık üç yüz yıl önce Jean-Jacques Rousseau’nun Emile ya da Eğitim Üzerine adlı eserinde ebeveynlere verdiği “Çocuklarınıza, başkaları tarafından ket vurulabilecek arzulardan kaçınmayı öğretin.” tavsiyesine getirilmiş modern bir yorum niteliğinde. Dizi, cinayetle suçlanan 13 yaşındaki Jamie’nin (Owen Cooper) sanal dünyanın topluma yabancılaştırdığı çocukların içine hapsoldukları kafesin ve eğer önüne geçmezsek hepimizi bekleyen o karanlık geleceğin, bana göre, oldukça gerekli ve başarılı bir özeti.

Adolescence | Fotoğraf: Netflix

E. Jane, 2016 tarihli Manifesto adlı eserinde, “Hızla ölüyoruz, daha fazla insana, daha iyi bir çevreye, ütopik taleplere ve bizi seven bir kültüre ihtiyacımız var.” diye yazıyor. Patriyarka ise kendine doğuştan hak gördüğü alanları genişleterek büyüyor, diğer avantajlı kimliklerle birleştiğinde kendinden başka hiçbir canlıya seçim hakkı tanımıyor. Erkeklerin üzerine dikilmiş bu dünyada kadınlar hissetme, dönüşme ve kendini bulma haklarından yoksun bırakılıyorlar. İçinde yaşadıkları kültür onları bir türlü sevmiyor. Şiddet, ataerkil dünyanın başat unsuru haline geliyor çünkü bu dünyada üstünlük kurmak ancak şiddetle mümkün gibi duruyor. Bu sebeptendir ki savaşlar, iklim krizi, kapitalizm ve her türlü baskı en çok kadınları hedef alıyor ve etkiliyor.

Adolescence | Fotoğraf: Netflix

Geçtiğimiz günlerde yayımlanan, izleyenlerin övgü yağmuruna tuttuğu ve hatta İngiltere’de okullarda izletilmesi için kampanyalar başlatılan bir Netflix mini dizisi Adolescence. Yönetmen koltuğunda Philip Barantini’nin yer aldığı yapımın senaryosunu ise ilk defa 2021 tarihli Help filmi ile bir araya gelmiş iki isim: Jack Thorne ve hayat verdiği baba – Eddie Miller – karakteri ile tüm diziyi tek başına sırtlayan Stephen Graham paylaşıyor.

Adolescence, odağına henüz 13 yaşında, dalgalı kahverengi saçları ve çatık kaşlarıyla oldukça sıradan sayılabilecek bir çocuğa, Jamie’ye hiç de alışılagelmedik bir konu ve hikâye anlatım tekniğiyle bakıyor. Her ne kadar suç ve psikolojik gerilim olarak adlandırılsa da dizi, sinematografisi, yalınlığı, ve peşine düştüğü karakterleri ile beklentilerin ve janrların üstünde bir seyir keyfi sunuyor. Hem karakterlerine hem de izleyicisine yönelttiği çapraz sorgulama ile başta beklenmedik ve yer yer rahatsız edici olsa da, kendimizi daha önce bakmaya imtina ettiğimiz pek çok karmaşık duygu ile karşı karşıya buluyoruz.

Yazarın Notu: Dizinin, yazarken bana eşlik eden soundtrack’i, Fragile‘i, okurken size eşlik etmesi için buraya bırakıyorum 🙂

Editör Notu: Yazının devamı spoiler içermektedir.

Adolescence | Fotoğraf: Netflix

Olaylar, evine yapılan bir sabah baskını ile cinayetle suçlanan Jamie’nin polis aracıyla karakola götürülmesiyle başlıyor. İlk defa tanıştığımız bu çocuğa karşı neler hissettiğimizi anlamaya çalıştığımız yakın çekimler ve dizinin tamamına yayılan plan sekans sahneleri sayesinde kendimizi duygular ve mekânlar arasında sürekli geçiş yaparken buluyoruz. İzleyici olarak onun saflarına geçmeye hazır beklesek de gözlerini bizden kaçıran ürkek tavırları ile Jamie, onun için hazırda beklettiğimiz tüm iyi dilekleri elinin tersiyle itiyor. Yaptıklarının bilincinde ve kimsenin merhametine ihtiyacı yok.

Adolescence | Fotoğraf: Netflix

İlk bölümün sonuna yaklaşırken olay yeri görüntülerini güvenlik kamerası kayıtlarından izleyen baba, Eddie ile birlikte dağılıyoruz. Tam da bu noktada anlaşılıyor ki dizinin, izleyicisinin zihnini “Katil kim?” sorusuyla meşgul etmek gibi bir amacı yok. Daha ziyade, meselenin özüne, 13 yaşında bir çocuğun işlediği suç ile kendi arasındaki ilişkiye odaklanmamızı istiyor.

Adolescence | Fotoğraf: Netflix

İkinci kısımda ise isimleri nadiren birlikte anılsa da aynı okulun, aynı mahallenin ve birbirine benzer hayatların çocukları olan, Katie ve Jamie’nin çok kısa zaman önce yürüdüğü okul koridorları, sokaklar ve en sonunda da oldukça etkileyici bir drone çekimiyle trajik olayın yaşandığı park alanına kadar uzanan bir gezintiye çıkıyoruz. Dışarıdan bakıldığında sıradan sayılabilecek bir okulun içinde geçirdiğimiz zaman ilerledikçe bir şeylerin yolunda gitmediğini anlıyoruz. Derse geç kalan hocaları, telefonu elinden düşürmeyen popüler çocukları ve üslupları konusunda fazla rahat bulduğumuz, öğrencileriyle izlediğimiz gerçek bir kaos. Dizi, kendinden önceki sayısız okul dramasından farklı olarak sosyo-ekonomik bir analiz yapma klişesine düşmüyor. Onun yerine, toplu bir çürüme ve çöküşe odaklanıyor. Sanal dünyada yarattıkları kişilikleri ile gerçek hayat arasında tökezleyen her kesimden çocuğun, “sıradanlaşan kötülüğü” karşısında afallıyoruz.

Adolescence | Fotoğraf: Netflix

Burada Nathan Jurgenson’un ünlü “dijital düalizm” eleştirisi, Jamie ve okul arkadaşlarıyla vücut buluyor. Jurgenson’a göre dijital ve gerçek benliklerimiz birbirinden bağımsız değil. İnternette yaptığımız aramalardan takip ettiğimiz kanallara, paylaştığımız meme’lere kadar her türlü içerik, ‘offline’ ya da Jurgenson’un tabiriyle AFK (away from keyboard) halimizin organik bir uzantısı. Aynı şekilde, AFK halimiz de online kişiliğimizin bir parçası. Kısacası, gerçek hayatta kim olduğumuz, sanal dünyada yarattığımız “bizden” izole değil. Jamie de işte tam da bu yüzden, yarattığı online kişiliğinin gerçek hayatta kurbanı haline geliyor. Algoritma, Jamie’yi yalnızca internette gezinirken değil, dersteyken, ailesiyle yemek yerken ve Katie’yi takip ederken de bırakmıyor. Bu yüzden kendi tercihlerimizle eğittiğimiz akıllı cihazlarımız, odalarımızdan dış dünyaya uzanan ve birbirinin kopmaz birer parçası haline gelen her iki versiyonumuzun da kontrolünü tamamen ele geçiriyor.

2ab5b3b4983ab1e07d6b171bc1703424
Adolescence | Fotoğraf: Pinterest

Dizi burada kaynama noktasına çoktan ulaşmış sosyal bir meseleyi, internette kol gezen kadın düşmanı söylemleri, erkeklerin ellerinden kayıp gittiğine inandıkları ayrıcalıklı dünyayı ve kendi bedenlerine karşı geliştirdikleri dipsiz ve asılsız yetersizlik hissinin ne gibi sonuçlara yol açabileceğini gösteriyor. Sanal dünya, bir çocuk için hala oldukça soyut ve yalnızca biyolojik olarak tanımlanmış cinselliğini ve sonrasında toplumsal cinsiyet rollerini – kimi zaman içinde yaşadığı çevrenin beklentisi, kimi zaman da taklit yoluyla – edindiği o sancılı süreçte Jamie gibi aklı başında ve ailesi tarafından sevgiyle büyütülmüş küçük bir çocuğu bile kontrol edilemez bir hız ve radikallikle ağına düşürüyor. Dijitalleşme ve cinselliğin keşfinin kol kola gittiği modern çağda, Jamie, kendi bedeni, arzuları ve kalp kırıklıklarına dair ne kadar sorusu varsa hepsinin cevabını internette arıyor. Yalnız burada düşmememiz gereken bir yanılgı var, internet Jamie için bir kaçış noktası değil, tam tersine, hayatının tek ve seçilmiş gerçekliği.

bbed0d9cd84e49198c7a673f6e8e6689
Adolescence| Pinterest

Maskülinite ise bu gerçeğin içinde her yaştan erkeğin isteyerek veya istemeyerek karşılaştığı, sonradan öğrenilen ve sürekli tekrar yoluyla pekiştirilen bir performans. Kendine yabancı ve merkezini kaybetmiş pek çok erkeğin, dış dünyada onaylanan ve beğenilen bireyler olma yolunda edindikleri ve belki üstlerine hiç de uymayan, yine de giymeye zorlandıkları bir kıyafet, Lacan’ın tabiriyle ise yalnızca bir “yanılsama”. Jamie ve dizinin üçüncü bölümünde tanıştığımız pedagogu arasında geçen sert ve uzun diyalogda, tıpkı Jamie’nin görüşme sırasında pedagoguna tekrar tekrar yönelttiği “Beni seviyor musun, yani insan olarak?” sorusu, dışarıdan ama en çok da kadınlardan beklenen bir sevgi ve beğenilme arzusunun bir çocuğun kimlik inşasında ne kadar hassas bir yer tuttuğunun altını çiziyor. Kaba kuvveti öven ve yapay bir üstünlük hissi ile sınır tanımayan maskülenlik, istediği cevapları alamadığında, örnekleri çoğaltılabilecek pek çok birey gibi Jamie’yi de saldırganlaştırıyor. Lacan’ın yanılsama olarak tanımladığı maskülinite, erkek bireylerin hayatlarına giren kadınlarla yaşadığı travmatik deneyimlerin üstünü örtmek, başka bir deyişle, kaybedilen özgüveni ve herkesten saklanan kırılganlığı alaşağı etmenin ya da -miş gibi yapmanın sahte bir yolu. Bu denklemde kadınlar, erkekler için hem arzu nesnesi hem de travmatik deneyimin kaynağı olma potansiyelleriyle korkulan ve nefret edilen birer figür. Üzerine konuşmadığımız tüm duyguların ne kadar yıkıcı olabileceği sorusunun cevabını ise bu kez Katie’yi hedef alan o soğukkanlılıkta buluyoruz.

Adolescence | Fotoğraf: Netflix

Dizinin son kısmında ise başlarına gelenlerden sonra birbirleri için var olmaya devam eden ve tüm zorluklara rağmen yeni hayatlarına alışmaya çalışan bir aile var. Doğru olanın gitmek mi, kalmak mı olduğunu sorgularken kaçmaya çalıştıkları ne varsa, kendilerinin ayrılmaz bir parçası olduğunu biliyorlar. Her şeyden çok sevdikleri evlatları, tüm hataları ve yanlışlarıyla yalnızca onlara ait. Dizinin belki de en etkileyici sahnelerinden biri olan baba Miller’in, oğlunun artık boş olan, renkli ve anılarla dolu odasına yaptığı ziyaret ise geçmişe ve çocukluğun tüm masumiyetine yapılmış duygusal bir veda.

Kapak Fotoğrafı: Netflix

Ceren Kandemir’den Adolescence