Filmekimi listesinde konusuna dahi bakmadan sadece Paul Mescal’ı gördüğüm için tutulduğum, ancak bir türlü izleyemediğim Aftersun filmine sonunda Mubi ile kavuştum. Fethiye’de bir tatil, 90lı yılların sonu, bol güneş, fonda Candan Erçetin ve bir baba kız hikayesi…

Aftersun
Aftersun | Fotoğraf: Vanityfair

Filmin yönetmeni Charlotte Wells’in şu sözleriyle başlamak en iyisi olacak sanırım, çünkü filmin ardından bir düzlemde uygun kelimeleri bir araya getirmek oldukça güçleşti. “Geçmişten bir anıyı yad etmek ve o anın size ne hissettirdiğini hatırlamaya çalışmak yepyeni bir duyguyu beraberinde getiriyor.” diyor Wells. Sanırım filmin bende bıraktığı duyguyu en güzel bu cümle özetliyor.

Hiç geçmişten bir anıya dalıp, kalbinizin sıkıştığını ve yoğun bir özlem duyduğunuzu hissettiniz mi? Kişiden ziyade o asla bir daha geri gelmeyecek ana duyduğunuz özlem… Temmuz ortası, kavruk bir sıcakta babamla denize gittiğim o günleri anımsadığımda, hala tenimde o güneşin sıcağını ve dudağımda deniz tuzunun bıraktığı o yakıcı hissi çok net, tüm detaylarına varıncaya kadar hatırlıyorum ve bir daha asla yaşayamayacağım o günlere duyduğum derin bir özlemle karşı karşıya kalıyorum. Tıpkı Wells’in bize Fethiye’nin sıcağında yaşattığı, geçmişe dair o anıdaki gibi.

Charlotte Wells ve Babası
Charlotte Wells ve Babası | Fotoğraf: A24

Charlotte Wells’in kendi çocukluğundan ve kaybettiği babasından esinlenerek yazdığı ilk uzun metraj filmi Aftersun, deneyimlemesi gereken bir seyirlik. O nedenle anlatmaya başlamak oldukça güç. Filmin başrollerinde; bir çoğumuzu Normal People’da kendine aşık eden Paul Mescal ve 11 yaşındaki Sophie olarak karşımıza çıkan Frankie Corio yer alıyor. 90’lı yılların sonunda, Fethiye’ye tatile gelen; genç bekar bir baba olan Calum ile ergenliğe yaklaşan kızı Sophie’nin bir yaz anısına şahit olduğumuz; anlatımıyla, renkleriyle, el kamerası çekimleriyle adeta bizleri nostaljinin o güzel tüneline sokan Aftersun, bizi buruk bir gülümseme ile kalbimize saplanan bıçağa bakarken kalakaldığımız bir anda terk ediyor.

Barış Bıçakçı’yı çok severim, kelimelerle çok güzel oynadığı için; ve tüm hislere karşılık bir cümle kurabildiği için belki de bilmiyorum ama her duruma ait mutlaka kurduğu bir cümle vardır kalplerimize işleyen. Aramızdaki En Kısa Mesafe kitabında, altını çizdiğim ve asla unutmadığım “tuz kokusu dedi babam, ölümsüzlük hissi verir” sözünü hatırladım bu filmi izlerken; bence hikayesini izlediğimiz Sophie, her babasını hatırladığında o tuz kokusunu hissediyordur.

Filmde kısa da olsa Sophie’nin büyümüş haliyle buluştuğumuzda; büyümüş Sophie, Calum’un yıllar öncesinde üzerine uzandığı, hikayesi olduğuna inandığı kilimine adım attığında; “ah kalbim” dedirtiyor bize. Sanırım film tam orada biz izleyenlere sapladığı bıçağı daha derine doğru sokuyor. Wells kelimelerin yanı sıra, kamera oyunlarıyla, sahne geçişleriyle ve o polaroid renkleriyle filmi kalbimize, tıpkı bir kilim gibi işliyor.

aftersun2
Aftersun | Fotoğraf: IMDB

Filmin bir diğer hassas noktası ise, tabii ki müzikler. Şu an bu yazıyı yazarken bile arkada dinlediğim soundtrack listesi gerçekten inanılmaz. Macerana’dan Losing my Religion’a; Candan Erçetin’den Queen ve David Bowie’ye uzanan bir müzik listesiyle kendine hayran bırakıyor. Uzun süre de bu soundtrack listesine mahkum olacağız gibi duruyor doğrusu.

Soğuk bir Ocak ayında battaniyemize sarılı şekilde ekran başına geçtiğimizde; içimizi ısıtan güneş, sofralarda tombul efes pilsen şişesi, Mescal’ın Under Pressure çalarken ettiği dans ve biz izleyenlere buruk bir gülümseme bırakan hafızalarımıza kazıdığımız bir baba kız hikayesi… kulağa çok güzel gelmiyor mu?O zaman bu naif filmi izlemenizi şiddetle önererek, yazıyı Erçetin’le bitiriyorum… “Çok mu dertsiz duruyorum uzaktan bakınca…

Kapak Fotoğrafı: MUBI

İlginizi çekebilir: Kaan Ersöz’den Land