Aidiyet: Kişisel Bir Trajedinin Sinemasal İzdüşümü
Prömiyerini Berlin Film Festivali’nde yapan, dünyadaki birçok festivalde gösterilen ve ödüller kazanan Aidiyet, Türkiye ve dünyanın birçok şehrindeki özel gösterimlerle izleyici karşısına çıkmaya devam ediyor. Burak Çevik, alışılmışın dışındaki sinema dilini Aidiyet’te son derece kişisel bir hikayeyi olabildiğince nesnel bir şekilde anlatmak için kullanıyor.
Aylarca köşe kapmaca oynadıktan sonra, 24 Aralık’ta Kadıköy Sineması’ndaki özel gösterimi sayesinde Aidiyet‘i izleyebildim sonunda. Gösterimden önce heyecanlı, bir o kadar endişeliydim. Tanıdığımdan beri, kendi de bilir, Burak Çevik‘in film zevki benim için çok belirleyici olmuştur. Ama pek de sandığınız gibi değil: O bir filmi çok beğenirse, çok överse, bir festivalin kaçırılmayacakları arasında sayarsa, o filmin bana göre olmadığını anlayıp hiç kendimi yormam, direkt listemden çıkarırım. İşte endişem de bu yüzdendi – bu kez söz konusu filmin yönetmeni kendisiydi ve bu kadar bekleyip, filmi anlamaz ya da beğenmezsem çıkışta yüz yüze bakmak çok tuhaf olacaktı. Hiç de öyle olmadı…
Her ailenin bir trajedisi vardır, bu da benimki… Aidiyet‘in benim için olmazsa olmazı ve bence en etkileyici yanı, filmin açılışında yönetmenin kendi sesiyle yaptığı, bu cümleyi de içeren girişi. Filmin ne olduğu ya da ne olmadığından çok ne kadar kişisel olduğunu anlatan, içten ve içine çeken, hassas ama soğukkanlı bir giriş bu. Önce yönetmen bir cinayetten söz ediyor ve sonra o cinayetin gerçek hikayesini, gerçek cümlelerle başka bir ses anlatmaya başlıyor. Gerçek kayıtlardan çıkarılmış sanık ifadesi, noktasına – virgülüne dokunmadan kullanılıyor, yıllar önce yaşanan olayları belgelemese de yaşananların hissiyatını aktaran görüntüler o sese eşlik ediyor. Derken kurmaca giriyor devreye, filmin ilk yarısında duyduğumuz cümlelerin özneleri olduğunu anlasak da onlar oluşuna anlam veremediğimiz kadar bağ kurabildiğimiz, hatta sempati duyabildiğimiz bir kadın ve bir adamla tanışıyoruz. Hikayelerini, hayatlarını, hayallerini dinlemeye, birbirilerini tanımalarını izlemeye koyuluyoruz – olacakları bile bile…
Benim için, yeni olan her şey heyecan verici değildir, heyecan verici bulduğum her şey de yeni değildir. Yönetmene sorarsanız çok da yeni bir şey yapmadığını söylüyor ama Aidiyet benim için son derece yeniydi, duygusuyla da, ama bilhassa biçimiyle. Ve aynı zamanda son derece heyecan vericiydi. Sınıflandırmak ise benim için çok önemlidir. Aidiyet‘in kurmaca mı, belgesel mi, docudrama mı olduğuysa umrumda bile olmadı izlerken ya da izledikten sonra. Son derece kişisel bir trajediyi böyle nesnel anlatabilmek, izleyiciye kendi hislerini düşünme, kendi gerçekliğini kurma iznini vermek büyük başarı çünkü. “Bir suç dosyasındaki ifadeyle, devletin cümleleriyle birini, hayatını, (belki de olmayan) motivasyonunu anlayabilir miyiz?” diye soran ilk kişi değildir yönetmen tabii, ama bunu kişisel tarihinden çıkarıp sormak, hele ki o ifadedeki bir sözcüğü filmine ad koymak da büyük cesaret çünkü. Seçilmiş, çekilmiş, kurgulanmış görüntüleriyle, ses tasarımıyla ve tüm bunlarla konuşan müziğiyle her anı takıntılıca düşünülmüş bir kişisel ziyaret Aidiyet.
IMDb Puanı: 6.3/10
9 Ocak‘ta Beyoğlu Sineması‘ndaki özel gösterimde Aidiyet‘i yönetmenin ilk filmi Tuzdan Kaide ile arka arkaya yakalayabilir, Ankara‘da 17 Ocak‘ta Kızılay Büyülü Fener Sineması‘nda, İzmir‘de 24 Ocak‘ta Karaca Sineması‘nda izleyebilirsiniz.
İlginizi çekebilir: Emre Eminoğlu’ndan Bir Beyaz Yakalı Komedisi: Küçük Şeyler
İlk yorumu siz yazın!