Yeasayer

İkinci albümleri “Odd Blood” ile daha geniş kitlelere hitap etmeye ve büyük festivallerde çalmaya başlayan üçlü için asıl sınavın bu albümle geldiği söylenebilir. Gerçekten de bu kadar ilgiyi hak edecek kadar iyiler mi, yoksa şansları mı yaver gitti? İşte üçüncü albüm bu noktada dinleyici ve blogları ikiye ayırıyor.

Fragrant World“Fragrant World” kesinlikle başarılı bir albüm, baştan sona kendini dinletiyor, hatta bağımlılık yapıyor ve şarkıların hepsi de son derece başarılı. Ama albümün “O.N.E” gibi bir tepe noktası yok. Dinlerken bunun eksikliğini fark ediyorsunuz, albümde “O.N.E”, “Ambling Alp” ya da “Love Me Girl” kadar parlak yükselişler yok. Şarkıların kendi arasında daha dengeli olduğunu ve keskin geçişler olmadığını söylemek mümkün. “Fragrant World” müzikal açıdan hareketli bir albüm, ama bu kez sözler biraz daha karanlık. SPIN için verdikleri röportajda Chris Keating de albümdeki şarkı isimlerinin albümün karanlık duruşunu desteklediğini belirtiyor.

Albümden çıkan ilk iki single “Henrietta” ve “Longevity”, albümün beklentileri boşa çıkarmayacağını belli etmişti. Albüm de bunu doğruluyor. “Fingers Never Bleed”le yaptığı açılıştan “Glass of the Microscope”la albümü kapayana kadar albümden kopmuyor ve zevkle dinliyorsunuz. Albümden benim favorilerim “No Bones”, “Reagan’s Skeleton”, “Longevity” ve “Damaged Goods”.  Longevity’yi hedonist bir çağrı olarak tanımlıyor Anand Wilder. “No Bones” ise bence albümün beklenmedik yıldızı.

Yeasayer

Yeasayer diskografisinin tepe noktası olmayacak olsa da, “Fragrant World” yılın en iyi albümlerinden biri. İki yıllık beklentiyi boşa çıkarmıyor, dinleyicisini hayal kırıklığına uğratmıyor. Yeasayer yeniliğe açık bakış açısı ve aralarındaki uyum sayesinde dinleyicisini şaşırtmaya ve başarılı albümler yapmaya devam edecek diye umuyorum ben de.