Ali Bilge Akkaya ile: Görkemli Yapılar Arasındaki Yalnızlık
Ali Bilge Akkaya’nın “Dört veya Kaotik Kentlerin Çözülmüş Sessizliği” adlı yeni kişisel sergisi, 21 Eylül’de x-ist’te açıldı. Çevresini gözlemleyip kayıt altına almaktan öteye geçerek kendisine ait yapılar inşa etmek istediğini ve bu sürecin çalışmalara yansıdığını söyleyen Akkaya ile son sergisi kapsamında sohbet ettik. Sanatçının güçlü grafiksel formlar ile beraber kendi iç dünyasını da yansıtan hikâyeler anlattığı sergiyi 30 Ekim’e dek ziyaret edebilirsiniz.
“Dört veya Kaotik Kentlerin Çözülmüş Sessizliği” adlı dördüncü kişisel serginizde anı yakalamaktan öte tasarım odaklı bir perspektif karşımıza çıkıyor. Siz bu dönüşümü nasıl ifade edersiniz?
Aslında fotoğraf çalışmalarımda izlediğim yol aynı ama bunun üzerine çevremi gözlemleyip kayıt altına almaktan öteye geçerek kendime ait yapılar inşa etmek istedim. Pandemi süreci bu dönüşümü hızlandırdı diyebilirim. Bu dönemde sokaklara yani kendi atölyeme erişimim kısıtlanınca hayalimde kadrajlamak istediğim yerleri, formları, mekânları fotoğraflarımın çerçevelerine müdahale ederek tasarımsal yaklaşımlarla kendi sergimde fiziksel hâle getirdim. Bir fotoğraf sanatçısından bir sanatçıya doğru evrilme isteğim aynı zamanda tasarım geçmişim de bir araya gelince kendi içimdeki dönüşümüm bu sergide ortaya çıkmış oldu.
Sergi başlığında ki “dört” 4. kişisel serginiz olması dışında neyi ifade ediyor?
Şu ana kadar açtığım her sergi başlığımın kronolojik bir şekilde rakamlarla başladığını görebilirsiniz. Bunun ilk sebebi eserlerimi üretirken kullandığım felsefi yaklaşımımın devamı niteliğinde olmasını anlatma çabamdır. Her sergimde ilk sergimdeki çıkış noktamın üzerine bir şeyler eklemeye çalışıyorum. Daha komplike, karmaşık kompozisyonlar ve yapılar inşa etmeyi ve kendi limitlerimi zorlamayı seviyorum. İşlerimde güçlü grafiksel formlar ile beraber kendi iç dünyamı da yansıtan hikâyeler anlatmaya çalışıyorum, sergimin adı “Dört veya Kaotik Kentlerin Çözülmüş Sessizliği” bu anlatım şeklimin yazılı bir ifadesidir. “Dört” form arayışımdaki strüktürel ve matematiksel yaklaşımımı, “Kaotik Kentlerin Çözülmüş Sessizliği” ise üretimime karşı kavramsal yaklaşımımı sembolize eder.
Sergiye nasıl hazırlandınız? Eserler nasıl bir kurguda bir araya geldi?
Her açtığım kişisel sergi sonunda önümde yepyeni boş bir sayfa belirir. Çektiğim fotoğraflar, karşıma çıkan insanlar ve mekânlar belli bir yere doğru gitmeye başladığında sergimin çatısını inşa etmeye başlarım ve devamında bu çatı altında üretimime devam ederim. Biraz doğaçlama, biraz içgüdüsel ve rastlantısallık üzerine bir tema inşa ediyorum. Kadrajladığım bazı fotoğraflar ile beraber gerçeklik üzerinden bana ait olan yeni yapılar inşa etme fikri bu sergimin temelini oluşturmakta. Kent yaşamı ve bireylerin bu yapılar arasındaki yalnızlık ve kaybolmuşluğu bir gerçeklikten bana ait olan başka bir gerçekliğe geçiş yapar.
Bu sergide pandemi süreci, eserlerin oluşumunu çok fazla etkiledi. Atölyemde geçirdiğim süre zarfından sokaklarda yaptığım mesainin bir bölümünü bilgisayar başında bana ait yapılar inşa etmek için harcadım, bu durum eserlere karşı yaklaşımımı değiştirdi ve benim de neler yapabileceğimi görmemi sağladı. İlk kez bir heykel çalışması işlerim arasında form buldu. Bu eser ise sergimin temasına kontrast olarak mimarinin temel taşlarından biri olan bir kolonun fotoğraflaşma çabası olarak da nitelendirilebilir.
Seçkideki tüm eserlerin siyah beyaz olmasının bir sebebi var mı?
Sergiden öte neden genel olarak siyah beyaza doğru gittiğimi açıklamak daha doğru olur diye düşünüyorum. Yıllardır çektiğim fotoğraflarımda hep mimari yapıların formları ön plana çıkar. Kompozisyonları oluşturma şeklim geometrik ve matematiksel estetik kaygılardan oluşmakta, bunun da temeli aslında benim disleksi olmamla kaynaklı. Renk ise çalışmalarımda bunlardan sonra kendine yer bulur. Dünyayı siyah beyaz olarak gördüğümü düşünüyorum ve kendimi en güçlü hissettiğim bu alanda ifade etmek istiyorum.
Mekânların, özellikle şehirlerin hafızasına inanır mısınız? Çalışmalarınızda bir hafıza tutma eylemi olarak tanımlamak doğru olur mu?
Şehirlerin bir kimliği olmalı. İnsan ilişkilerinde olduğu gibi her bir şehirde yaşayacağınız deneyim de size aittir ve ben kendi keşfettiğim detaylarda bu kimliği arıyorum. Fotoğraflarımda ise bu alanları yanımda götürebiliyorum ve başkalarıyla paylaşarak hepimize ait bir yer hâline getiriyorum.
Kentlere form perspektifinden yaklaşıyor ve geometrik estetiği yakalıyorsunuz. Fotoğraftan öte çizim tarzındaki karelerinizin ortak bir dili var mı, nedir?
Bir çizim gibi çözülmesi, mekânla ilişkili figürlerin doğru yerde kompozisyonda konumlanması ile ilgili. Bunun elde edebilmek aynı yerde binlerce fotoğraf çekiyorum ve üzerinden bir seçki yapıyorum. Figür mekân ilişkisi ve figürlerin kendi aralarındaki ilişki kompozisyonlarımın içeriğini oluşturuyor. Bu teknikle yaptığım çekimler gözümüzle yakalayamayacağımız anlık kareleri ortaya çıkarmamı ve bir ressam gibi her detayı düşünülmüş fotoğraflar keşfetmemi sağlıyor. Çalışmalarımın ortak dili bu diyebilirim.
Simetri, illüzyon, karşıt tonlar çalışmalarınızda ağırlıklı karşılaştığımız motiflerden birkaçı. Bu temaların size anımsattığı şehirleri sorsam cevabınız ne olurdu?
Modern ve fütüristik yapılar fotoğraflamak için bana çok fazla malzeme veriyor. Bu açıdan şu an devam eden sergimde de çekim için gittiğim Rotterdam bu sorunun cevaplarından biri olabilir. Bu tip yapılara genelde büyük şehir merkezlerinde ve metropollerde rastlıyorum. Londra, Berlin ve İstanbul bana bu temaları anımsatıyor.
Eserlerinizin ve yaratım pratiğinizin mimari ile kurduğu diyaloğu nasıl tanımlarsınız?
Mimari ile kurduğum ilişki eserlerimin yapı taşı diyebilirim. Şehirlerde gezerken yaptığım gözlemler, çekim esnasında hissettiğim bu görkemli yapılar arasındaki yalnızlığımı kadraja aldığım insanlar üzerinde de okumamdan kaynaklı. Hayatımız boyunca bu yapıların arasında dolaştık. Gözümüz o kadar alıştı ki bazen ne kadar etkileyici olduklarını, içlerinde gizledikleri detayların güzelliklerini göremez olduk. Çalışmalarımda bu detayları arayarak izleyiciye yeniden görebilecekleri, üzerine düşünebilecekleri bir alan oluşturmayı hedefliyorum.
Seçki kapsamında otoportre ve heykel çalışmalarınız da ilk defa karşımıza çıkıyor. Bu çalışmaları üretmek ve farklı disiplinleri deneyimlemek nasıl bir süreçti?
Bir sanatçı olarak kendinizi tanıyabilirseniz her türlü ifade biçiminin kolay bir şekilde form bulduğunu görebilirsiniz. Dördüncü sergimde artık kendimi cesur bir biçimde ifade edebiliyorum. Farklı disiplinleri deneyimlerken hissettiğim duygu da buydu; farklı biçimlerde kendim olabilmek. Önümüzdeki günlerde daha geniş çalışma alanlarında gözlemlerimi paylaşmaya devam etmek istiyorum.
Gelecek projeleriniz arasında neler yer alıyor?
Hayatı gözlemleyerek fotoğraf çekmek benim için her zaman heyecan verici oldu, olmaya da devam ediyor. Bununla beraber yaptığım gözlemleri kendi alanım içinde özgür bir şekilde de anlatmak istiyorum bu yüzden özellikle heykel ve resim çalışmaları da üretmek istiyorum. Farklı disiplinlerdeki tüm işleri tek bir çatı altında toplayarak alanımı genişletmek istiyorum.
Kapak Fotoğrafı: Ali Bilge Akkaya
İlginizi çekebilir: Burcu Dimili’den Acıları Değil Anıları Yaşatmak Üzerine
İlk yorumu siz yazın!