İlk yorumu siz yazın!
All Quiet on the Western Front: Epik, Acımasız ve Alman
“En iyi savaş filmleri” listelerini yeni baştan yazdıran film. Birinci Dünya Savaşının en sıkıntılı dönemlerinde geçen, bir grup genç Alman arkadaşın birbirlerini gazlayıp cepheye doğru yola çıkışlarıyla başlayan, tahmin etmesi güç olmayacak şekilde ilerleyen modern bir başyapıt olarak tanımlanabilir All Quiet on the Western Front. Olayların varacağı noktayı kestirebiliyor olmak filmin seyir zevkine olumlu veya olumsuz bir katkıda bulunmuyor. Zira ne oldu değil, nasıl oldu sorusuna odaklanan film, bu konuda detaya girmekten hiç çekinmiyor, izlemesi zor fakat oldukça sürükleyici bir iş var ortada. Filme Netflix Türkiye’den erişmek mümkün.
Vatanını ne kadar çok sevdiğini kendine ve çevresine kanıtlama içgüdüsüyle savaşa giden bu gençlerin, savaşın gerçekleriyle yüz yüze geldiği anlardan oluşuyor film. Bir noktadan sonra bulunduğun kabın şeklini almak zorunda kalacak olan bu askerlerin, hızla yontulduğu ve karakteristik özelliklerini bir bir yitirdiği anlar bizi kısa sürede boğmaya başlıyor. Fakat görsel anlamda çok estetize oluşu, kurgusunun da neredeyse hiç sendelememesinden ötürü bu boğulma haliyle finale kadar uzanılıyor(Bir savaş filminin bu kadar estetik görünmesi ayrı bir başlıkta tartışılabilir…) İzleyicinin hikayeyi yarıda bırakma veya dikkatini başka yere yöneltme gibi bir şansı yok, film izleyicinin tüm konsantrasyonunu istiyor ve almasını da biliyor…
Editör Notu: Yazının bu kısmından sonrası spoiler içermektedir. Dilerseniz filmi izledikten sonra geri dönebilirsiniz.
Birinci Dünya savaşının nasıl bittiğini bilen herkes, bu Alman gençlerinin güle oynaya evlerine dönemeyeceğini de az çok biliyor. Fakat bu askerlerin aşama aşama derinden hissedilen karakter gelişimleri müthiş derecede kuvvetli. Erkeklikle harmanlanmış vatan sevgisi & toplum baskısı yerini önce korkuya bırakıyor. Gözlüklü oğlanın geçirdiği panik atak ve akabinde Fransızların yaşattığı dev kaos, ilk tokadı vuruyor. İlk tokattan sonrası daha yumuşak olur diye düşünüyor insan ama ekipten kimse kalmayana dek yaşanan her ölüm bir öncekinden beter vuruyor izleyiciyi. Ana karakterle empati yapabilmenin de verdiği yetkiyle, derdin tasanın çamurun içinde kalıyor insan.
Paul’un Fransız askeriyle birebir geçen sekansı, filmin zirve anlarından. Canını kurtarmak için düşmanı öldürüyor, fakat ruhen ve zihnen bambaşka bir reaksiyon veriyor bu sefer. Öldürdüğü kişinin son nefesine ve çırpınışlarına bu kadar yakından uzun süre tanık olmak dakika dakika tüketiyor onu. O andan itibaren gözleri bir başka bakıyor, aklı bir başka algılıyor. Sanıyordum ki hikayenin sonunda öldürdüğü askerin ailesini bulacak af dileyecek vs. Gel gelelim bize hazırlanan sürprizler bitmemiş. En dibe vurduğumuz an o andır sanıyoruz fakat öyle bir çukur kazılmış ki çıkmak mümkün olmuyor…
Öncesinde son derece gereksiz bir çiftlik baskını ile bir ölüm daha gerçekleşiyor. Bu baskın da, askerliğin insanın beynindeki risk analizi sekmesini komple kapattığını gösteren bir sekanstı. Sonrasında da Almanların yine bir o kadar gereksiz son taarruz denemesi yapılıyor. Fakat doğal olarak o da elde patlıyor ve kalabalık şekilde başladığımız hikaye kimsesiz kalmamızla sonuçlanıyor. Cilalı ayakkabılarla, süslü masalarda politika yapan yaşlı adamlar ile nasıl bir yola girdiğinin farkında bile olmayan genç askerlerin arasındaki aşırı kalın çizgiyi gözümüze sokuyor yönetmen Edward Berger. Toplumlar ve politikacılar, böyle hikayelerden detaylı bir ders çıkarabilecek yapıda değil belki hala ama yine de savaş karşıtı savaş filmlerinin başarılı örneklerinin geleceğe bırakılan çok önemli yapıtlar olduğunu düşünüyorum. Sevgiler
Sinema dünyasına ve filmlere dair paylaşımlarıma Instagram üzerindeki film blogumdan (@atıptutuyorum) ulaşabilirsiniz.
Kapak Fotoğrafı: Netflix
İlginizi çekebilir: Sine Magger’dan Netflix’te Bu Ay Neler Var
Filmi gösterime çıktığı gün seyrettim ve sonrasında da üzerine yazıp yazmamak konusunda çok düşündüm ve yazmamaya karar verdim. Siz yazmışsınız elinize sağlık. Uzun uzun diğer iki uyarlama ile kıyaslama yapmayacağım ama hızlıca şunu söyleyebilirim ki filmi teknik ve sinematografik açıdan çok başarılı ancak içerik açısından eksik buldum. Yönetmen bir tercih yaparak romanda ve önceki uyarlamalarından ciddi bir öneme sahip olan cephe öncesini bilerek atlamış; çünkü amacı sadece cepheyi, onun dehşetini göstermek. Bu bence romana bir haksızlık. Savaşa hazırlık aşaması hem romanın hem de Alman toplumumun savaş ile ilişkisini çok iyi ortaya koyan bir bölümdür. Orada Okul Müdürü, savaş destekçisi ve Nazi döneminin ilk habercisi sayılabilecek Kantorek ve özellikle sınıfsal ezikliğini savaş sayesinde gidermeye çalışan ve sonrasında cepheye gittiğinde 'harbe giden' herkes gibi değişim eğitim çavuşu Himmelstoss çok önemli karakterlerdir. Bu kapsamda ana kaynağı bilen ve önceki iki uyarlamayı birkaç kez seyretmiş biri olarak bu filmi tamamlanmamış bulduğumu itiraf edeyim. Öte yandan, muhtemelen dünya edebiyat tarihinin en çok bilinen anti-savaş romanını genç kuşaklara tanıttığı ve baştan sonra ekrana bağlayacak şekilde başarılı sinematografisi için filmin seyredilmeye değer olduğunu düşünüyorum. Sevgiler..
Cephe dışında kalan hikayelere de cepheden bakan bir anlatı kurmuş olması benim hoşuma gitti aslında, dış dünyaya dair bilinmezlik hissi başka bir boyut katmış gibi geldi. Teşekkürler yorumunuz için de🙂
Evet yönetmenin bilinçli bir seçim yaptığı açık. Bu arada değinmeyi unutmuşum; gerçekten çok estetik bir film olmuş ayrıca, yazınızda bunun altını çizmenizi de taktir etttim 🙂