Müziğin Evrenselliğinin Peşinde: Alper Tuzcu
Alper Tuzcu’nun “Between 12 Waters” ve “Aurora” adlı albümleri ve “Lines” adlı EP’sini dinlediğinizde, müziğin ne kadar evrensel bir dili olduğu üzerine düşünecek, onunla birlikte kültürlerarası bir yolculuğa çıkacaksınız. Hayatının her alanında müzikle iç içe olan, gitaristlik ve besteciliğin yanı sıra prodüktörlük de yapan Alper’le müziğini ve müziği konuştuk.
Bu röportaj Alper Tuzcu’nun yeni albümü Aurora‘nın ardından, Ekim 2018’de güncellenmiştir.
Merhaba Alper, öncelikle kısaca kendinden bahsedebilir misin?
Merhaba! Ben Alper Tuzcu, Boston’da yaşayan bir besteci, prodüktör ve gitaristim. 12 yaşımdan beri şarkı yazıyorum. Arada 4 senelik bir ekonomi okuma maceram dışında hep müziği takip ettim, bu yoldan taviz vermemeye özen gösterdim. Profesyonel anlamda müziğe başlamam 2012’de İtalya’daki Umbria Caz Festivalinde kazandığım bir burs sonrası girdiğim Berklee College of Music’de başladı. Bu süreçte İspanya’da yaşadım ve de burada kayıtlar ve konserler yapma şansım oldu. Bu sırada 12 değişik kültürden etkilenerek yazdığım 12 şarkıdan oluşan ilk albümüm Between 12 Waters 2016’da çıktı. 2017 sonlarında da Lines isimli yeni EPim Boston menşeili plak şirketi Palma Records tarafından yayınlandı.
İlk albümün “Between 12 Waters”da farklı müzik türleri, farklı kültür ve diller bir arada yer alıyordu. Bu kadar farklı parçayı bir araya getirirken uyumlu bir bütün oluşturmaları için en çok neye dikkat etmiştin?
Projeye başlamam Valencia’da Rebetiko’nun Anadolu’daki kaynakları üzerine bir tez için araştırma yapmam ile başladı. Sonra bir süre boyunca bunları bir kenara koyup tamamen Valencia’nın otantik kültüründen ve kozmopolit yapısından ilham alarak bir albüm yapma fikrine odaklandım. Tez yazmak öğreticiydi, ama buradaki bulguları parçalara ayırıp ‘Evet bu güzel bir şey ama 21. yüzyıla uygun bir yemek yapmak için bu elementlerin hangisini kullanabiliriz?’ sorusunu sorunca parçalar birleşmeye, şarkılar ortaya çıkmaya başladı.
“Between 12 Waters”da birçok müzisyen ve vokalistle işbirliğin söz konusuydu. Şimdi “Lines”da da Mirella Costa ve Sofía Paola’nın katkısını görüyoruz. İşbirliği yapacağın isimleri nasıl seçiyorsun?
Çalıştığım insanları düşününce fark ettim ki, aslında hepimiz arkadaşız, çünkü beraber yaptığımız şey, ayrı yerlerden gelsek de, aynı yöne bakmamız ve aynı vizyonu paylaşmamız sonucunda ortaya çıkıyor. Bu anlamda kendine özgü bir sesi olan ve yeni söyleyecek bir şeyi olan insanlar ile çalışmaya özen gösteriyorum.
“Between 12 Waters”dan “Lines”a kadar geçen sürede sen ve müziğin nasıl değişti?
Between 12 Waters henüz “sound’umu” aradığım bir projeydi ve “Nerede olmalıyım, nerede yaşamalıyım?” sorusunun cevabını arıyordu. Daha sonra Boston’a geri dönüp kendimi Amerika’daki müzik sahnesinin içine attım. Los Angeles’ta, New York’ta ve Boston’da sürekli olarak konserlerde çalmaya başladım. Bu arada Amerika’da bulunmanın en büyük avantajlarından biri olan Latin Amerika kültürüne merak saldım. Brezilya, Kolombiya, Arjantin, ve Küba’lı sanatçılar ile beraber çalışmaya başladım ve bir Avrupa turnesi de yaptıktan sonra artık içinde bulunduğum meslek grubunun gereği zaten “nerede” sorusunun cevabının “her yerde” olduğunu fark ettim. Yani zaten müziği farklı yerlerden ilham alarak yaptığım için şarkıları yaptıktan sonra her yeri dolaşıp o şarkıları insanlara geri vermem gerekiyor. Bunu çözünce “ne zaman” ve “neden” soruları daha ağır basmaya başladı. Bu anlamda Lines bir geçiş dönemi projesi. Son birkaç haftadır yaptığım şarkıları düşününce artık Lines bile eski geliyor.
Müziğinin farklı kültür ve dillerle ilişkisi bir yana konserler ya da verdiğin eğitimler için birçok farklı yerde bulunuyorsun. Yolda olmanın, seyahat etmenin müzikle ilişkisi nedir senin için? Müzik yapıyor olmanın mı yolda olmana katkısı daha çok, yoksa yolda olmanın müziğine katkısı mı?
Hareket halinde olduğumuz için yaşadığımıza, sürekli hareket halinde olan canlıların hayatta kaldığına inanıyorum. Kör adam ve fil analojisi, veya belki de mağara alegorisi gibi, uzaklaşmak ve yer değiştirmek hem olaylara bakışımı değiştiriyor, hem de hep kendimle yeni bir şeyler öğreniyorum. Kendimle öğrendiğim her şey de yeni bir düşünceye ve duyguya, bu da müziğe dönüşüyor.
_Bugüne kadar bir performans, atölye çalışması ya da masterclass için bulunduğun en ilham verici, en ilginç yer neresiydi? Burayı bir seyahati için seçeceklere önerilerin neler olur?
En ilham verici deneyimlerden biri Harvard’da şarkı yazımı ve müzik prodüksiyon dersi vermekti, bir başkası da geçtiğimiz haftalarda aynı dersi İspanya’da tamamen İspanyolca vermek oldu. Bunlar dışında Sri Lanka en farklı deneyimdi çünkü insanlar çok ilgili ve sakinler, tamamen kendi hızlarında çalışıyorlar. O yüzden gelirken önceden saat saat program yapıp bir şeyleri planlamayın, çünkü bir anlamı yok. Doğal güzellikleri son derece etkileyici, bir de bol bol güzel körili yemek yemeye hazır olun!
Ben her şeyi kendi ilgi alanlarıma, özellikle de sinemaya bağlamaya çalıştığım için mi bilmiyorum ama albüm ve EP’ni dinlerken bazı anları çok sinematik buldum. Film müziği alanında herhangi bir projen ya da hedefin var mı – ya da zaten oldu mu?
Film müziği konusunda hep yenilikçiliğe inanıyorum. Mesela Antonio Sanchez’in Birdman için yaptığı veya Trent Reznor’ın yeni teknolojiler kullanarak yaptığı işleri dikkatle izliyorum. Bu tarz işler tabii ki besteci ve yönetmen arasında müthiş bir uyum gerektiriyor. İleride böyle bir ortak çalışma olursa bunun için müzik yazmayı çok isterim.
Verdiğin eğitimler arasında prodüksiyon, bestecilik ve söz yazarlığının dışında müzisyenler için markalaşma ve sosyal medya başlığı da dikkatimi çekti. Bu alanda örnek aldığın ve örnek gösterdiğin bir başarı hikâyesi geliyor mu aklına?
Bugün birçok müzisyen arkadaşımız büyük plak şirketlerinden bağımsız olarak kendi kariyerlerinin her alanlarını kendileri yönetiyorlar. 2018 yılında artık bu durum sırf müzikte de değil, reklamcılık, pazarlama, hatta yönetim danışmanlığı alanlarında bile öne çıkmış durumda. Müzikten önce ekonomi eğitimim ve iş deneyimim olduğu için verdiğim kararların işin business tarafında nasıl karşılanacağını çoğu zaman sezebiliyorum. Bildiklerimi de müzisyen arkadaşlar ile paylaşıp onların daha bağımsız olabileceği inisiyatifleri de destekliyorum.
Türkiye’den Grammy Ödülleri jürisinde yer almak üzere seçilen en genç müzisyen olduğunu okudum. Bilmeyenler için, Grammy Ödülleri jürisinde yer almak tam olarak ne demek? 80 kategoriden hepsi için oy kullanıyor musun, süreç nasıl işliyor?
Uzun bir başvuru sürecinden sonra jüriye kabul edildim. Grammy ödülleri bu jürideki insanların 80 kategoride verdiği oylar ile seçiliyor. İlk başta ilk tur oylamaları yapılıyor, burada en çok oy alanlar Grammy adayı arasına giriyor. Sonra kazananı seçmek için ikinci tur oyları veriliyor.
Bu yılki Grammy adayları arasından, en beğendiğin çalışmalardan birkaçını sayabilir misin?
Bonobo – Bambro Koyo Ganda: Bonobo yıllardır çıtayı kendisi belirliyor. Orkestral düzenlemeler, Kuzey Afrika rüzgarı, elektronik bir çatı.. Best Dance Recording alanında.
Natalia Lafourcade – Musas: ‘Chavela Vargas’ın ruhu artık Natalia’nın içinde yaşıyor’ dendiğini duymuştum. Bence insan hem kendi köklerine inebilir, hem de oradan kendi şarkılarını yazarak şaheser bir orman oluşturabilir. Ayrıca her şarkı için çok güzel videoları var!
Jorge Drexler – Salvavidas de Hielo: Albümün adı “Buzdan Can Yelekleri” anlamına geliyor. Jorge Drexler bir şair, doktor, bir müzisyen ve daha önce kötü bir albüm yaptığına şahit olmadım.
Jay-Z – The Story of OJ: Uzun süredir gördüğüm en güzel animasyon filmlerden birini bu şarkı için yaptılar, görmeyenlere tavsiye ederim.
***
Röportajı, 19 Ekim 2018’de, Alper’in yeni albümü Aurora‘nın yayınlanmasıyla tazeledik…
9 ay kadar önce sana ““Between 12 Waters”dan “Lines”a kadar geçen sürede sen ve müziğin nasıl değişti?” diye sormuşum. Aynı soruyu “Lines”tan “Aurora” arasındaki dönem için sorayım…
Geçen Kasım ayında Lines sonrası Portekiz, İspanya, İtalya ve Avusturya’yı kapsayan bir Avrupa turnesi yapmıştım. Bu seviyede yaptığım ilk turneydi. Hem eğlenceli, hem yorucu hem de olgunlaştıran bir deneyimdi. Bu arada turne boyunca eğitim programları da verdiğim için dijital programlar ile olan ilişkim daha da derinleşti. Turneyi bitirdiğimde yeni bir eşiğe ulaştığımı, yeni bir sese sahip olduğumu fark ettim. Hem daha çok gitar kullanmak, daha çok elektronik efektler kullanmak istedim.
Turneden gelince istediğim türe yaklaşmak için sürekli yazmaya başladım. İki haftada yaklaşık 30 şarkı oluştu. Bir tür inziva dönemi olduğu için sözlerden daha çok düzenlemelere, şarkının oluşturmak istediği etkiye, yani onun özüne odaklandım. Birkaç ay sonra sözler üstüne çalışmaya başladım. Sözler oluştukça Berklee’den müzisyen arkadaşlarıla şarkıları kaydetmeye başladık. Hiç acele etmedik, dolayısıyla özenle işlenmiş bir sonuç ortaya çıktı.
“Aurora” adı kuzey ışıklarından mı geliyor?
Evet. ‘Kuzey ışıklarının renkleri’ anlamına gelen Aurora’nın birçok müzik türünün renklerini yansıttığını düşündüm.
Albümde sana eşlik eden sanatçıların Berklee’den arkadaşların olduğunu söyledin. Her birinden ve albümde yer aldıkları şarkılara olan katkılarından kısaca bahsedebilir misin?
Aurora arkadaşlarım sayesinde türlerin ötesine geçen derin bir çalışma oldu. Bazı şarkılarda, mesela New Life’ta Küba ritmleri, bir udun caz solosu ile bir araya geldi. Vokallerde Danielle Angeloni (ABD), Micaella Cattani (Ekvador), LASYA (Hindistan) ve Kat Kennedy (ABD) hepsi kendilerinden önemli bir şeyler kattılar. Diğer enstrümanlarda da İtalya’dan basta Carlo de Biaggio ve piyanoda Tommasso Taddonio, Kıbrıs’tan perküsyoncu George Lernis, Kolombiya’dan Juan Tello var. Amal Waqar iki şarkıda udda harikalar yarattı.
Spotify | Facebook | Instagram
Yaşamın ve sanatın farklı alanlarından hikâyeler okumak, yeni insanlarla tanışmak için RÖPORTAJ kategorimizi takip edin!
İlk yorumu siz yazın!