American History X: Değişen Amerika ve Değişemeyen Toplum
IMDb’deki oylamalara göre en iyi 32. film olan American History X, eski bir neo-nazinin kendi gibi yanlış yola sapmış olan kardeşini kurtarma hikâyesini anlatıyor. Amerika’nın kuruluş temellerinde şekillenen ayrımcı yapıyı (ırk kelimesini kullanmaktan özellikle kaçınıyorum) “neo” bir oluşumdan ele alan film, aynı zamanda değişen Amerika ve değişemeyen toplumu sivri bir dille eleştiriyor.
Filme geçmeden önce ilk olarak Amerika’nın kuruluşuna değinmek ve temeldeki düşünce yapısını kavramak gerekiyor. Herkesin bildiği üzere Amerika, coğrafi keşifler sırasında keşfedildi ve Avrupalılar tarafından sömürülmeye başlandı. Sömürü sürecinin sonrasında ise, özellikle de sahip olduğu statüden memnun olmayanlarca kolonileşmeye başladı. Kolonileşmenin ilk zamanlarında her ne kadar köleler sonradan gelen Avrupalılar olsa da, 18. yüzyılın ikinci yarısıyla birlikte dini uyanışın da etkisiyle Avrupalı köleler yerlerini Afrikalılara bırakmaya başladı. Bu süreçle birlikte de kölelik anlayışı gelişmişlik düzeyi düşük kabul edilen siyahîlerin köle olarak kabul edildiği bir noktaya geldi.
Sonraki süreçte her ne kadar köleliğe karşı gelişmeler yaşanmış da olsa, özellikle güneydeki pamuk ve tütün tarlalarında ayrımcılık ve kölecilik etkisini sürdürdü. Kölelik anlayışını da bünyesinde barındıran farklı ekonomik etkinlikler ve görüşler sebebiyle patlak veren Amerikan İç Savaşı’yla birlikte ise yasal olarak kölecilik sekteye uğradı. Buna rağmen siyahi “vatandaşlara” (!) sunulan haklar ve vaat edilen eşitlik düşünceleri yetersiz kaldı ve kölecilik anlayışı Ku Klux Klan’da olduğu gibi saldırgan, daha tehditkar bir boyuta ulaştı. Sistemdeki kimine göre radikal olan bu değişimi kabul edemeyenler, değişimi ve oluşan toplumsal yapıyı reddederek odaklandıkları ayrımı statüden renge kaydırdı. Bugünkü daha eşitlikçi ve anlayışçı yapıya gelene kadar da siyah ayrımcılığı azalarak varlığını sürdürdü. Hala daha çağdaş ve gelişmiş olduğunu iddia eden toplumlarda görülmeye devam da ediyor.
Amerikan Tarihi boyunca değişerek varlığını sürdüren ayrımcılık kavramı, sosyal statü kaynaklı olmasına karşın renk üzerine şekillenmiştir. Bunun sebebi ise Avrupa’daki eşitsizliklerin insan-merkezciliğin doğru anlaşılmasını engellemesi ve sebep olduğu yanlış anlaşılmanın insanları, kendilerini bazılarından (ya da “diğerlerinden”) daha üstün görmek için bahaneler üretmeye yönlendirmesidir. Bunun bir örneği olarak da Amerikalı beyazlar, aşina oldukları toplumsal yapıda ve daha önceden gelip ihya ettikleri topraklarda hayal ettiklerini bulamamanın acısını çıkarmak, bir anlamda da kendilerini tatmin etmek için siyahları ikinci sınıf insan konumuna itelemeleri gösterilebilir. Bu bilgiler dahilinde ise filmdeki D.O.C. oluşumu, siyahlara duyulan nefret ve Derek’teki değişimin sebepleri daha anlaşılır hale geliyor. Özellikle de Derek’in geçmişindeki siyah-beyaz çekimin 3 yıl değil de daha öncesine ait bir sahne izlenimi yaratmasıyla 20. yüzyıl ortalarındaki ayrımcı düşünce yapısıyla bir ilişki kuruluyor.
American History X, aslında bu siyah-beyaz ayrımını ve beyazların üstünlüğünü destekler bir görüşle başlıyor. Beyazların masum gösterilmesi, yaşanan olaylarda haksız taraftakilerin siyah olması, izleyicide bir önyargı oluşturma amacı güdüyor. İzleyiciyi beyazlardan yana olmaya çekip, benzer düşünceye sahip olsun ya da olmasın herkesi Derek’in masum olduğuna inandırmaya çalışıyor. Fakat daha sonrasına ise bu sahnelerdeki görüşün taraflı değil tesadüfî olduğu imajı çizerek, objektifleşmeye başlıyor ki bu noktadan itibaren de aslında gerçekler yavaş yavaş gün yüzüne çıkıyor.
Bu gerçeklerden ilki, vücutlarında Swastika taşıyan ve Nazi Almanya’sından kalma bayraklarla, posterlerle ve figürlerle odasını süsleyen, saç kesiminde neo-nazileri örnek alan D.O.C. grubu ve grubun üzerine kurulu olduğu yanlış politika. American History X, bu noktada neo-nazi Amerikan gençliğini sunarak zaten toplumun sahip olduğu ayrımcı anlayışı yerden yere vuruyor. Öyle ki saf Alman ırkı anlayışını benimseyen bir topluluğun, saf olmayan bir toplum yapısınca temel alınması ironisini gündeme getiriyor. Almanların ideolojik, fiziksel, yapısal ve genetik olarak ayırmaya çalıştığı bir yapıyı örnek alıp da ortaya yalnızca renk temelli olarak çıkan anlayışın komik tarafını ortaya çıkarıyor. Film bir anlamda da ırkçılık ve ayrımcılık arasındaki farkı gözler önüne sererken, Amerika’daki ayrımcı beyazların, ırkçılık kavramını nasıl yanlış algıladığını ve nasıl yanlış kullandığını eleştiriyor. Vücutlarda şekil bulan bu fanatikliği de hem etkileyici hem de “salakça” göstererek, başlardan itibaren bir yanlış olduğunu hissettiriyor.
Ayrımcı düşünce yapısının yanlış bir temele dayandığı, ilk olarak Doktor Bob Sweeney ve Derek arasındaki ilişkiyle belirtiliyor. Öyle ki siyahlara duyduğu nefrete karşın –ki bunda babasının rolü malum– Derek, siyahî öğretmenine duyduğu hayranlık ve saygıyı sürekli olarak dile getiriyor. Her ne olursa olsun onu diğerlerinden, öteki olarak gördüğü siyahlardan ayırıyor. Bunun sebebi de tabii ki Doktor’un sosyal statüsü ve kendini geliştirmiş bir birey olması. Çift diplomalı bir öğretmen olarak zekâsı ve farklı yaklaşımıyla statü olarak Derek ve ailesinin üstünde bir pozisyonda duruşuyla “ötekilerden ayrılıyor”. Ayrımcılığın aslında statü farklılığında şekillendiği ise hem statüsü daha üstün bir siyah olan Bob hem de Derek ile aynı statüde olduğu Lawrence (hapishanedeki çalışma arkadaşı olan siyah) üzerinden açıkça belirtiliyor. Özellikle de aynı konumda yani hapishanede ortamında bulunan Derek ve Lawrence arasındaki ilişkideki dinamiklerle, bu temel daha da belirgin bir hal alıyor. Lawrence ile Derek’in işlediği suçlar arasındaki farklı şiddet unsuruna rağmen aynı muameleyi görüyor olmalarıyla yumuşayan Derek, aynı zamanda da aynı noktadan bakıldığında –hapishanede herken mahkumdur– pek de farklı olmadıklarını görerek sahip olduğu ayrımcı düşünce yapısını sorgulamaya başlar. Bütün bunlara ek olarak D.O.C. ekibiyle benzer bir yapıda olduğunu sandığını neo-nazilerin hapishane koşullarındaki yozlaşmışlığıyla, düşüncesinin temellendiren odakların aslında ne kadar yüzeysel olduğunu anlar. Derek’teki (ve tabi ki izleyicideki) bu aydınlanmaya karşın Cameron tarafından yanlış şekillendirilen D.O.C. topluluğunun büyüyerek devamlılığını sürdürüyor oluşuyla da ayrımcı anlayışını bugün de sürdüren kesim, cahil ve geri kalmış olarak nitelendirilerek eleştiriliyor. Katlanarak yayılan bu yanlış düşünce yapının sonuçları da hem süpermarket saldırısıyla hem Derek’in ceza çekmesiyle hem onun işlediği cinayetle hem de kardeşi Danny’nin yaşadıklarıyla çarpıcı olarak gösterilerek, bu duruma artık bir dur denmesi gerektiği filmce belirtiliyor.
Filme ve derse American History X adının verilmesi ise bu durumun sebebi olan sürecin belli bir tarihte başlamıyor, Amerika kıtasından önce Avrupa kıtasında temelleniyor oluşu -ki böylesi uzun bir süreç, yaşanan değişimler ve olaylara rağmen belli bir anlayışın devamlılığını sürdürmesindeki ilginçlik bu açıdan vurgulanıyor.
Esas olarak yanlış kullanılan ırkçılık kavramı, yanlış temellenmiş ayrımcılık anlayışı ve farklı olaylarla yeniden gündeme gelen ayrımcı düşüncenin tehlikeli yapısını ele alan, Amerikan hapishanelerinin yapısı, eğitim sektörü ve Amerikan toplumundaki çeşitlilik gibi farklı konulara da ucundan kıyısından değinen American History X, IMDb’de 32. sıraya kalmayı başarıyor. Not olarak belirtmekte fayda var ki Edward Norton’ın performansı takdire şayan.
IMDb Puanı: 8.5/10
İlginizi çekebilir: Mert Tanöz’den diğer IMDb Top 100 incelemeleri, The Shawshank Redemption, Schindler’s List ve Requiem for a Dream
İlk yorumu siz yazın!