Antonius ve Kleopatra
Girizgahımdan sanılmasın ki Kleopatra Antonius’u evirip çevirip parmağında oynatmış. Onlar ki bir araya geldiklerinde bir kadeh şarapla meşk sarhoşu olmuş, dünyayı unutmuş iki aşık… Onların aşkı yürek parçalayan, yoran cinsten. ‘Ne seninle ne sensiz’ denir ya, işte tam o hesap. Yokluğu bir diğerinin yüreğini dağlamış, varlığı bir hastalık gibi kanına işlemiş ötekinin. Türlü dolaplar, oyunlar çevirmişler karşılıklı. Antonius, Roma’nın içi geçmiş, kendinden bozuk halinden usanıp doğu dilberinin eşsiz kollarında zamanı unutuvermiş. Huzuru bulmuş zannedilse de varını yoğunu kaybetmiş; aklını, onurunu yitirmiş. Ömrüne son vermiş.
Bir aşk masalı bu, tarihin bize öğrettiği. Ciğerlerime bu kadar işlemesinin sebebiyse Oyun Atölyesi‘nde seyrettiğim Haluk Bilginer ve Zerrin Tekindor‘un nefes kesen performanslarıyla, şaha kalkmış Kemal Aydoğan rejisiyle sahnelenmiş “Antonius ve Kleopatra” idi. Kendime has methiyemi yapmayı borç biliyorum. İflah olmaz bir tiyatro aşığı olarak Londra 2012 Shakespeare festivali kapsamında Shakespeare’s Globe’da sahnelenmesi beni yeterince gururlandırmıştı oyunun. Yani Shakespeare üstadın kendi evinde ilk kez bir Türk oyunu sahnelenmişti.
Oyuna gelirsek… Hafifmeşrep, dengesiz, kurnaz Kleopatra performansıyla alışılagelmiş rollerinden çok ötede Zerrin Tekindor‘dan mı, duygusuz, politik bir demir abidesi Sezar olan Mert Fırat‘tan mı, yoksa haberci rolündeki Onur Ünsal‘ın Kleopatra’yla karşılıklı, hiç bitmesin dedirten sahnelerinden mi bahsetsem? Haluk Bilginer‘in muhteşem oyunu demeye gerek bile duymuyorum. Shakespeare’in “Antonius ve Kleopatra”sının gözyaşından uzak, trajedi içine yedirilmiş bir komedi halinde harika bir uyarlamasıydı bence.
Hikayenin trajikliği ortada. Kleopatra cinfikirli, kurnaz, istediğini elde edinceye kadar hırslarının ve tutkularının esaretinde yaşayan bir kadın. Tutkuları da en çok ona zarar vermiş. İçini yiyip bitiren Antonius’u kaybetme korkusuyla çevirdiği bin bir dolaba rağmen aşkı öylesine büyükmüş ki, ondan gizli evlendiği halde Antonius’u yine gönlüne, yatağına almış. Antonius da onun böylesi korkulacak bir kadın olmasının farkındaymış. Bir yanı hep Roma’da kalacak şekilde Tarsus yollarında, İskenderiye kıyılarında bitap düşmüş çoğu zaman. Yine de vazgeçememiş Kleopatra’dan.İkisi de birbirini kaybetmekten delicesine korkmuş. Birbirleriyle olmaları da ayrı bir felaketmiş oysa ki! İşte bu felaket olaylar zincirini çok başarılı sahnelemiş Bilginer ve ekibi. Zerrin Tekindor’un anlık gelgitler içinde kaybolan deli dolu Kleopatrası izlenmeye değer. Sahneyi şen şakrak sesiyle, histerik çığlıklarıyla, çapkın bakışlarıyla öyle haşmetli sarmalıyor ki…
Oyun Atölyesinde izlediğim Kleopatra, tarihte yer alan sevimsiz entrikacı kadından birkaç açıdan daha farklı onu da belirtmeliyim. Tarihteki Kleopatra, yani kral Ptolemy’nin kızı VII. Kleopatra, iktidar hırsıyla kavrulmuş, bu uğurda kardeşiyle dahi evlenmiş, türlü entrikaların kadınıymış. Sahnede izlediğimiz Kleopatra ise daha çok ihtirası ve kıskançlığıyla esip gürleyen, duygularının peşinden doludizgin koşan bir kadın.
Oyun 2 saat 50 dakika sürdü. Çıktığımda Kadıköy sokaklarında düşünceler içinde buldum kendimi. Asırlar önce meydana gelmiş aşk oyunları günümüzden çok da farklı değil. Kadının güce duyduğu aşkı bir kez daha anlıyoruz oyunun sonunda. Ve bizler gücün sahibi değiştikçe aşkımızın rotasını da değiştirebiliyoruz çoğu zaman. Belki de o iktidar hırsı tüm hücrelerimizde mevcut biz kadınların. Bundandır ki tarih çoğu kez politikanın ya da savaşların değil, kadınların siyaseti belirlemesinden tekerrür etmiş. Bir diğer ayrıntı ise, o güç sembolü erkeklerin bazı anlarda hepimizden daha zayıf olabildiği. O anlarsa, yenilgiler. Erkek güçsüzleştikçe kadına hiç olmadığı kadar ihtiyaç duyuyor, bu uğurda onurunu kaybetmeyi dahi göze alabiliyor. Tıpkı Antonius’un bir kadın uğruna canına kıyması gibi.
Oyunla İlgili Bazı Anektodlar;
Oyunun müzikleri, Oyun Atölyesi’nin çoğu oyununda olduğu gibi Tolga Çebi tarafından yapılmış. Ritmik doğu ezgileri içeren müzikler gerçekten içimi kıpır kıpır ettirdi.
Oyuncuların hiçbiri oyun boyunca sahneden ayrılmıyor. Sırası biten sahnenin karanlık yerindeki sandalyesinde yerini alıyor. Bu beni gerçekten tiyatroya verilen önemin vurgulanması açısından çok etkiledi.
Son olarak beni derinden etkileyen iki sözee yer vermek istiyorum;
“Kadın mı? Onu şeytan bile yemez.”
İlk yorumu siz yazın!