Sally Rooney adını sıkça duyduğum bir yazardı ve Arkadaşlarla Sohbetler kitabi içinse pek çok kez ”karakterleri okumak ilginçti ama onlarla gerçek hayatta karşılaşsam asla sevmezdim.” yorumuna denk gelmiştim. Bu sebeple kitap epey ilgimi çekti ve okumaya başladığımda bu yorumun sebebini hemen anladım.

Arkadaşlarla Sohbetler kahramanları alışıldık anlamıyla iyi insanlar değiller. Doğru olanı biliyorlar ama yine de istediklerin yapmayı tercih ediyorlar. Ben de sanırım onlarla arkadaş olmak istemezdim. Bu yüzden kitabı okurken onlarla empati de kuramayacağımı düşünmüştüm, fena halde yanılmışım. İstediğimden daha sık bir şekilde, özellikle Frances ile kendimi özdeşleştirebiliyorum. 

Evli bir erkekle hiç ilişkim olmamasına rağmen, çeşitli nedenlerden dolayı birlikte olmamam gerektiğini bildiğim erkeklerle ilişkilerim oldu. Benim durumumda, bu yanlışlık başka bir kadın yüzünden olmasa bile benim için doğru kişiler değillerdi. Genç bir kadın olarak, birinden uzak durmanız gerektiğini bilmenin ama bunu yapmak istememenin nasıl bir his olduğunu biliyorum. Frances ve Nick kötü bir durumdayken, Frances’ in kendini nasıl kullanılmış ve değersiz hissettiğini anlıyorum. Erkeklerin ilişkilerde kadınları “kullandığına” inanmıyorum, ancak yine de bir ilişki sonrasında bomboş, bir erkek tarafından bomboş hale getirilmiş, olmanın ne demek olduğunu da anlayabiliyorum.

conversations-with-friends-cwf-104-eb-02387rt-1-1652727888
Conversations with Friends Dizi | Fotoğraf Kaynağı: elle.com

Yirmili yaşlarında bir kadının, hayatının tam bir karmaşaya dönüştüğünü fark etmesi, kararlarının merkezinde bir erkeğin olması ve her şeyi anlamlandırmaya çalışırken tüm varlığını sorgulamaya başlamasıyla ilişki kurabilirim. Aşık olduğunuzda sadece karşınızdaki kişiyle değil, yaşadığınız değişimlerle de başa çıkmak zorundasınız. Hayatta her şeyden çok, ilişkiler bizi gerçekte kim olduğumuzla yüzleştirir. Hepimizin zihnimizin en üst raflarında yüzleşmek istemediğimiz gizli travmaları, karanlık sırları ve çirkin gerçekleri vardır. Ancak romantik ilişkiler bu rafları paramparça eder ve her şeyi önümüze döker. Frances’in rafları çok kırılgandı. 

Frances’e kendimi çok yakın hissettiğim bir diğer nokta da Nick’in seks sonrası hastalanmamasına ve kendisinin hastalanmasına duyduğu öfkeydi. Bir jinekoloğun muayenehanesinde reçete alırken erkeklere küfreden tek kişinin ben olduğumu sanıyordum 🙂 Ayrıca, normalde Frances ve Bobbi arasındaki arkadaşlığı biraz garip bulurdum, ancak romanda bunu oldukça iç açıcı buldum.

Özetle, bu kitap bana esas olarak başkalarını dinlemek için zaman ayırmanın ve onları gerçekte oldukları gibi görmek için çaba sarf etmenin önemini hatırlattı. Onun yerinde olsaydım asla Frances’in davrandığı gibi davranmayacak olsam da, eylemlerinin ve duygularının ardındaki nedenleri tartıştığında yine de bir model tespit edebiliyorum. Onunla bu bağı hissettikten sonra, onu destekleyeceğim anlamına gelmiyor, ancak hayatta herkesin kendi yolu olduğunu hatırlamak önemli. Birini aldatan ya da yalancı gibi bir etiket olarak gördüğünüzde, onu yargılamak inanılmaz derecede kolaydır. Ancak hiç kimse bu kadar basit değildir. İnsanlar çok karmaşık varlıklar olduğu için onları tanımlamak imkansızdır. Bizden hem fiziksel hem de duygusal olarak uzakta olan insanların deneyimlerini okumak, hayatın büyük resmini görmemize yardımcı olur.

Tüm bu küçük “hayat derslerinin” yanı sıra, hikaye iyi yazılmıştı ve ilginç bir okumaydı:) Yazar Sally Ronney duygu aktarımında oldukça başarılı ama asla dramatik bir tonu yok, durgun yazı diliyle karakterlerine karşı mesafeli durduğu bile söylenebilir. Bu sebeple oldukça özgün bir ses. Not: Ben kitabi İngilizce baskısında anadilinde okudum, Türkçe çevirisi ile ilgili bir yorum yapamıyorum. 

Kitaptan beğendiğim bazı alıntılar:

  • Başkalarına iyi davranıyor muydum? Buna karar vermek zordu. Şayet bir kişiliğim olduğu ortaya çıkarsa bunun kötücül kişiliklerden biri olacağından korkuyordum. Yoksa bu soruyla ilgili endişe etmemin tek sebebi, bir kadın olarak başkalarının ihtiyaçlarını kendiminkilerin önüne koymak zorunda hissetmem miydi? “İyi kalplilik” çatışma esnasında boyun eğmenin başka bir adı mıydı yalnızca? Ergenliğimde günlüğüme bu tür şeyler yazıyordum: Bir feminist olarak kimseyi sevmeme hakkına sahibim.
  • Nick’in boşalttığı bir bardak gibiydim ve o an içimden dökülen her şeye bakmam gerekiyordu: kendi değerime ilişkin tüm hezeyanlarıma ve olmadığım biri gibi davranma heveslerime.
  • Acı çekiyor olmak beni özel kılmayacaktı, acı çekiyormuş gibi yapmak da beni özel kılmayacaktı. Bu konuda konuşmak, hatta yazmak bile acı çekmeyi yararlı bir şeye dönüştürmeyecekti. Hiçbir şey dönüştürmeyecekti.

Kapak Fotoğrafı: thelast-magazine.com

İlginizi çekebilir: Cemre Akman’dan Sorun Bende Mi Diye Sorgulatan Kitaplar