İlk yorumu siz yazın!
Arrival Filmi: Dil, Zaman ve Bellek İlişkisi Üzerine Bir Analiz
Senaryosu Eric Heisserer’a ait bir bilim-kurgu filmi olan Arrival, aynı temayı işlemiş olan diğer filmlerden oldukça farklı. Bu defa uzaylılarla iletişim kurmak o kadar da kolay değil. O halde gelin Arrival filmini dil, zaman ve bellek ilişkisi üzerinden mercek altına alalım.
Daha sonradan uzaylılara ait gemiler olduğunu anlayacağımız on iki cisim dünyanın farklı noktalarına iniş yapıyor. Dünyadaki güçler ve tüm insanlık panik halinde ne olduğunu anlamaya çalışırken bir yandan da gemilere yakın yerlere temas ve iletişim noktaları kuruluyor. Amerika’nın Montana eyaletine kurulan bir iletişim noktasına iki uzman getiriliyor: Dilbilimci Dr. Louise Banks ve matematikçi Ian Donnelly. Her on sekiz saatte bir uzay gemisinin kapıları açılıyor ve keşif ekibiyle birlikte iki uzman içeri giriyor. Daha sonradan Louise ve Ian’ın, Abbott ve Costello ismini verdiği iki uzaylı temsilci ile iletişim kurmaya çalışılıyor. İletişim nedeni ise; neden geldiklerini ve amaçlarının ne olduğunu anlamak. Louise’in yazıyı denemesiyle birlikte kullandıkları dilin oldukça farklı olduğu açığa çıkıyor.
Louise daha sonradan cümle olduklarını öğrendiğimiz dairesel şekilleri çözmeye, uzaylıların dilini öğrenmeye, bunlarla birlikte de açıklayamayacağı deneyimler yaşamaya başlıyor.
Aslında Louise’in deneyimlerinin biz seyircelere vermek istediği mesaj açık: (Senaristin Sapir-Whorf Hipotezinden yola çıktığını varsayarak) Dil sadece düşünce sistemimizi değil, zaman algımızı da değiştirir. Öyle ya hepimiz İngilizce dilbilgisindeki zaman yapılarından biri olan Present Perfect Tense’i anlamakta güçlük çekmedik mi? 🙂 İşte kullanmış olduğumuz dilin zaman algımız üzerindeki kısıtlayıcı etkisi.
Arrival filminde Louise’in öğrendiği dilin zaman algısı üzerindeki etkisi bu kadar küçük değil elbette. Zaman algısını doğrusal olmaktan çıkaran bir yapıda. Louise artık döngüsel olan zaman algısı ile geçmişe, şu ana ve geleceğe hakim. Peki ya bunca bilgi nerede ve nasıl depolanıyor? Değişen zaman algısı bellek sistemlerini ne ölçüde etkiliyor? Şu anda çoğunlukla kabul gören bellek yapılarından söz etmek ne derece mümkün? Bellek işleyişinin ve yapısının bu değişimden etkileneceğini, belki de tamamen yerini başka bir sisteme bırakacağını tahmin etmek zor değil. Zira bellek içerik açısından, (episodik ve semantik bellek) bilinçli olarak hatırlanıp hatırlanmaması açısından, (açık bellek, örtük bellek) zaman içindeki kalıcılığı açısından (kısa ve uzun süreli bellek) vb. farklı sistemlerden oluşur.
Bellek sistemimizde meydana gelecek ilk değişiklik uzun ve kısa süreli bellek sistemimizde olurdu diye düşünüyorum. Uzun süreli bellek yaşantılar yoluyla edinilen birtakım bilgi ve becerileri sonsuz kapasitesinde saklar. Fakat döngüsel bir zaman algısında bilgiye yaşanılmadan erişilebileceği düşünüldüğünde bambaşka bir bellek türü ortaya çıkmayacak mıdır? Döngüsel zaman algısının sağlamış olduğu tüm zamanların bilgisine, bilinçli ya da bilinç dışı olarak ulaşmak konusunda ise sadece hayal gücümüzü kullanabiliriz. Louise, başlarda bilgiyi getirme konusunda iradesini kullanamıyor gibi. Fakat dile hakimiyeti arttıkça bu konuda söz sahibi gibi görünüyor.
İçerik ile ilgili bellek sisteminde ise herhangi bir değişiklik olmazdı diye düşünüyorum. İçeriği ayrıştırma sistemimiz aynı kalırdı ve yine episodik ve semantik bellekten söz etmek mümkün olurdu. Yeni sistemler geliştirebilecek potansiyele ya da zaten var olan ama ortaya çıkmamış birtakım sistemlere sahip olabileceğimize inanıyorum. Ama ben bu potansiyelimi ya da belki zaten var olan sistemlerimi ortaya çıkarmak konusunda istekli değilim. Doğrusal olan zaman algımla gayet mutluyum ☺ Peki ya siz?
Kapak Fotoğrafı: empireonline.com
İlginizi çekebilir: İlke Özteke Altay’dan Esperanto
Benim de en sevdiğim film olabilir bu. Dil ve zaman algısı üzerine uzun süre düşünmeme neden olmuştu.
Filmi bu bakış açısı ile tekrar izlemeye karar verdim. Doğrusunu söylemek gerekirse doğrusal zaman algımla ben de mutluyum!