Arter’de Göçebe Bakış: “Uzak” Aslında Yakınımızda
Güneydoğu Asya sanatından beklentiniz ‘egzotik’ olması mı? Güneydoğu Asya’nın aktivist kimlikli sanatçılarının Türkiye’de yaşananlara oldukça dokunan işler yapmalarına ne dersiniz peki? Arter’in bu seneki son sergisi Göçebe Bakış, yılın en iyi sergilerinden. Yıl bitmeden deneyimleyin, Güneydoğu Asya’ya siz de yakınlaşın…
Uzakdoğu, bize her anlamda “uzak”tır… Ders kitaplarımızda yer almaz, haberlerde pek okumayız, görmeyiz; ancak çok büyük bir felaket haberi gelirse bir süreliğine ilgimizi çeker. Güneydoğu Asya ülkeleri hangileri desek, tam sayabilecek az bulunur; Kuzey Kore, ancak Kim Jong-un’un “efsane capsleri” ile gündemimize girebilir. Orada nasıl sosyal ve kültürel devinimler yaşanır, hiç benzer deneyimlerimiz olmuş mudur bilmeyiz. Belki de o yüzdendir ki üniversitede Meici Japonya’nın batı kültürüne adaptasyon sırasında yaşadıkları geleneksellik ile batı adetleri arasında kaldıkları araf dönemin (ki hala arafta olmadığımızı kim söyleyebilir!?) erken Cumhuriyet dönemi Türkiye’sine ne kadar benzediğini okumak çok ilginç gelmişti. Tabii, konu orada kaldı. Arter’deki Göçebe Bakış sergisine kadar…
İnteraktifliği ile çok konuşulan Göçebe Bakış; Tayland, Filipinler, Singapur, Myanmar, Kamboçya, Vietnam, Endonezya ve Malezya gibi Güneydoğu Asya ülkelerinden bir çok sanatçının işlerini ilk kez Türk sanatseverlerin karşısına çıkıyor. İstiklal Caddesi’nin üzerindeki Arter’in camekanından göreceğiniz grup halinde oynanabilen yuvarlak pinpon masası; verdiği acıyı temsili olarak anlayabilmeniz için yapılmış, boş mermi fişeklerinden yapılma deneyebileceğiniz terlikler; yan yana duran 2 buzdolabının kapaklarını açtığınızda birinde Türkiye’den yiyecekler, diğerinde Malezya’dan yiyecekler olması, kırık hayatları anlayabilmeniz için kırık plak seçip pikaba koyabilmeniz Göçebe Bakışı sergisini ilginç olduğu kadar etkileşimli kılan işlerden bazıları. Fakat serginin bu coğrafyada yaşayanlar için en ilgi çekici kısmı bu deneyimlemeler değil. Asıl ilgi çekici olan; diaspora, etnik melezlik, bölgenin ticari kimliği, kolonyal ve post-kolonyal tarihi gibi konular etrafında kurgulanan serginin sunduğu konuların Güneydoğu Asya ülkelerinden referans alsa da Türkiye’ye ve bizim tarihsel, siyasal ve kültürel deneyimlerimize ne kadar benzediği.
Serginin küratörü Iola Lenzi, verdiği röportajlarda özellikle Türkiye gündemine uygun politik işler seçtiğinin altını çizmiş. Batı sanatının artık daha dekoratif yaklaşımlara kaymışken Doğu sanatının politik ve sosyal konularla çok daha ilgili olduğunu söyleyen Lenzi, Güneydoğu Asya ülkelerinin dini (Müslüman, koyu Katolik, Budist) ve politik (komünizm, sosyalizm, ikisi arasında kalanlar, diktatörlük dönemleri) açılardan oldukça farklı olsalar da tehditler ve yaşanılan sancılı süreçler açısından ortak bir dil ve anlatı yakaladıklarına ve bu dil ve anlatının Türk izleyiciler tarafından kolayca bağ kurulabilecek bir yakınlıkta olduğunu söylüyor. Türkiye de Güneydoğu Asya ülkeleri gibi farklı kültürlerin yer aldığı, doğusu ve batısı arasında farklılıklar olan bir coğrafya olmanın yanı sıra, fikirlerin ve malların geçişine açık bir ülke olarak küreselleşmenin etkisini net bir şekilde hisseden, sancılı demokratikleşme süreçleri yaşayan bir ülke. Özellikle bu tip konulara dikkat çeken sergiden çıktığınızda Lenzi’nin umduğu gibi, Asya sizin için konik şapkalar ve Asya mandası barındıran ‘egzotik’ bir coğrafya değil; benzer süreçlerden geçtiğiniz ve artık daha yakın hissettiğiniz bir bölge olacak.
Bu anlamda bizi Güneydoğu Asya’ya en çok yakınlaştıran işlerden biri, serginin en çok bahsedilen işlerinden olan, Sutee Kunavichayamont’un “Tarih Dersi 2. Bölüm” adlı eseri. Önünde kara tahta bulunan 23 okul sırasına oturup Tayland tarihinin tartışma konusu olmuş olayları ile ilgili yazı ve resimleri renkli kalemlerle önünüzdeki beyaz kağıtlara kazırken kendi ilkokul sıralarınızı, putlaştıran, kalıpçı ve bir o kadar da ‘sakıncalı’ konulara sağır tarih müfredatımızı, ve hatta alevler yanarak düşmanlarımızı bize öğreten o meşhur Milli Güvenlik dersi videosunu düşünmeden edemiyorsunuz. Siz sıraların üstündeki oyukları beyaz kağıdın üzerine kazıdıkça yazılmamış tarihin şekillenmesinde rol almış oluyorsunuz.
Fikrinden çok etkilendiğim ve toplumsal hafızamıza dokunabilecek bir diğer iş de Dinh Q. Le’nin “Hafızamın Dokusu”. Sanatçının Kızıl Khmerler’in hapsederek öldürdüğü kişilerin portrelerini beyaz iple işlediği kumaşta, portreler çok belli belirsizken izleyiciler kumaşa dokundukça el izleri portreleri belirginleştiriyor ve zaman içinde portreler görünür bir hal alıyor. Yani; biz dokunmazsak haksızlığa kurban gidenler de görünmez kalıyorlar…
Arter’in bu seneki son sergisi Göçebe Bakış, yılın en iyi sergilerinden. Yıl bitmeden deneyimleyin, Güneydoğu Asya’ya siz de yakınlaşın…
İlk yorumu siz yazın!