Atatürk Fotoğraflarının Hikâyesi: Tarihi Bir Fotoğraf Kitabı
Bir fotoğrafçı olarak Atatürk fotoğraflarının hikâyesini hep merak etmişimdir. “Nasıl poz verirdi, poz verir miydi, fotoğrafçılar ondan çekinir miydi, içlerindeki o heyecanla kamerayı titretmeden nasıl çekerlerdi?” Karaköy’deki İstanbul Kitapçısı’nda gezerken şans eseri Atatürk Fotoğraflarının Hikâyesi kitabına denk geldim, sorularımın çoğuna da böylelikle yanıt bulmuş oldum.
Atatürk Fotoğraflarının Hikâyesi
İBB Kültür AŞ. tarafından yayınlanan Atatürk Fotoğraflarının Hikâyesi, Dr. Tuna Yılmaz, Tayfun Gönüllü ve Burçak Evren’in derin araştırmaları sonucu bir ‘kaynak kitap’ olarak önümüze konmuştur.
Atatürk’ün Fotoğraflarını Çeken 18 Fotoğrafçı
Yaşamı boyunca Mustafa Kemal’i birçok kişi fotoğraflamıştır. Bu kitapta ise seçilen 18 fotoğrafçı ile Atatürk’ün hayatına, anılarına mercek tutulur. Örneğin, Milli Mücadele’nin kayda geçmesi gerektiğini düşünen Atatürk “Bu ölüm kalım mücadelemizde bir harp fotoğrafçısını yanımızda götürelim.” der ve emri üzerine iki yedek subay Esat Nedim Tengizman ve Etem Tem bu göreve atanır.
Mustafa Kemal’in Milli Mücadele’den sonra da her daim çevresinde fotoğrafçıları olmuştur. Bu fotoğrafçılar Gazi’nin çalışma hayatını, halkla iç içeyken yaşanan anları, inkilapların uygulandığı zamanları dondurarak günümüze taşımıştır. Bu fotoğrafçılardan bazıları; Cemal Işıksel, Jean Weinberg, Selahattin Giz, Foto Süreyya ve Ali Rıza Tuncay.
Şimdi gelin Atatürk’ün fotoğraflarındaki hikâyeleri inceleyelim.
Anıt Fotoğrafı
Atatürk‘ün Kocatepe’deki fotoğrafı denildiğinde tüm akıllarda canlanan tek bir fotoğraf var: Kayaların üstünde, düşünceli, bir elinde sigarası, diğer eli cebinde olan Ata’nın Anıt Fotoğrafı, Etem Tem tarafından çekildi. Kitapta Etem Tem’in kendi cümleleriyle Anıt Fotoğrafı’nın hikâyesine yer veriliyor.
“…Bir aralık o kayalık tepenin ucuna geldi. Hafifçe eğilmişti. Başparmağı dudaklarının arasındaydı… Hemen objektifimi çevirdim, adeta nefes almayacak kadar bir sessizlik içinde deklanşöre bastım, resmini çektim. Saat 11’di… O gün 7*11 boyunda sekiz on rulo film çektim.” Etem Tem
Eski Fotoğraf Makinelerinde “Tabanca” Terimi
O dönemde fotoğraf makinesi flaşına “tabanca” deniliyordu. İstenilen ışık parlaklığını yaratmak amacıyla makineye elle magnezyum yükleniyordu. Bu işlemle birlikte etrafa kıvılcımlar saçılıyordu. Oluşan kıvılcımlar nedeniyle polisle fotoğrafçılar arasında yanlış anlaşılmalar yaşandığı aktarılıyor. Hatta Atatürk’ün fotoğrafçıları koruduğu ve anlaşmazlığı giderdiğine de yer veriliyor.
Fotoğrafçıların en büyük sıkıntısı o dönemdeki makinelerin hareketi net bir şekilde, hızlıca kaydedememesiydi. Fotoğrafçılar kendi tedbirlerini elden bırakmaz, şimdi tripod olarak adlandırılan, kamerada sallantıyı önleyen sehpalar ile çekim yaparlardı.
Fotoğrafçı Namık Görgüç’ün Anılarında Gazi Paşa
1 temmuz 1927’de Ertuğrul Yatı’nda verilen öğlen yemeğinde Gazi Paşa’nın portresini çeken Namık Görgüç o heyecanlı anları şöyle anlatıyor:
“O gün vapurda verilen öğle yemeğinde birkaç resim almak için salonun bir kenarında boş bir masa üzerine yavaşça kurduğum sehpamın arkasında ne yapacağımı düşünerek ter dökmeye başlamıştım. Enteryör çalışılacağı için, obtüratör ayarını bir hayli yavaşlatmak, hatta, o zamanki film ve objektif kudretlerine göre, yarım ve bir saniye kadar poz vermek lazımdı. Birden bire hayret içinde kaldım: O ana kadar, evzaındaki (duruşundaki) vakar nisbetinde, harekatında nev’i şahsına münhasır bir çalaki (çeviklik) görmeye alıştığım Gazi, şimdi bir köşede bir fotoğraf makinesinin vazifeye hazırlandığını hissedince, mahiyetini hiç de değiştirmemekle beraber, bütün kımıldanışlarını adeta rolantiye alarak yapıyordu! O kadar ki, makinemde perdenin yeniden kurulduğunu işittiren küçük hışırtı her tekerrür ettikçe, bir iki saniye kadar sabit kalıyor; sonra gene, bir söz söylemeye yahut karşısındaki bir misafirine iltifat için bir hareket yapmaya geçiyordu. Adesemle (merceğimle) kendi arasında birden teessüs etmiş olan bu ulvi mülakatın bende uyandırdığı minnettar heyecana daha fazla mukavemet edemedim. Yapabildiğim bir iki klişeden sonra hayran ve yorgun, çekildim. Bana sofrasında yer hazırlanmasına emir verecek kadar şefkat gösteren bu büyük mütevazıın, bir köşede işleyen fotoğraf makinesinin basit tekniğine dahi ehemmiyet verecek kadar hassas oluşunu görmekteki bu muzaaf (iki misli) heyecan, o günden beri, hatıramda bir abide gibi canlı durur.”
Ali Rıza Tuncay’ın Heyecanı ve Paşa’nın Naifliği
Bu fotoğraf Cumhuriyet’in ilanından altı yıl sonra Cumhuriyet Bayramı’nda fotoğrafçı Ali Rıza Tuncay tarafından çekildi. Görüldüğü gibi tören sonunda Gazi Paşa ve beraberindekiler Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden çıkıyorlar. Karşılarındaki fotoğrafçılar arasında ise yoğun ilgiden dolayı arbede yaşanıyor ve sonuçta Atatürk’ün özel fotoğrafçısı olan Ali Rıza Tuncay bu önemli anı kendi kamerasında kayda geçiremiyor. Sinirleri bozuluyor ve bir kenara çekiliyor. Bunu gören Atatürk, Ali Rıza Tuncay’a ne olduğunu soruyor. Burada belirtmeliyim ki Atatürk fotoğrafçısına Ali Rıza ismiyle değil, onun yerine kendi koyduğu “Sarı” lakabıyla hitap ediyor. Ali Rıza ismini babasının ismi olması nedeniyle kullanmak istemediği ifade ediliyor. Ali Rıza yani Sarı, Atatürk’e yaşanan arbede nedeniyle fotoğrafı çekemediğini anlatır. Bunun üzerine Atatürk dönüp kafileye “Arkadaşlar, tekrar içeri girip, tekrar aynı şekilde dışarı çıkacağız.” der.
Ve bu kez Sarı, deklanşöre bastığında, kamerasındaki perde doğru zamanda iner, objektifine yansıyan görüntü doğru zamanda aynaya düşer ve bu ânı tarihe kaydeder.
Bir fotoğrafçı olarak bazen önemli, bazen karanlık, bazen hızlı ama bir şekilde fotoğraflanması gereken anlara şahit oldum. Atatürk’ün fotoğrafını çekmek düşüncesi bile beni heyecanlandırmaya yetiyor. O dönemde fotoğrafını çeken fotoğrafçılar, Ata’yla ilk karşılaştıklarında hep çekinmişler hatta korkmuşlar. Fakat onu tanıdıkça, fotoğraflarını çekmek onlar için de kolaylaşmış. Okuduklarımdan yola çıkarak söyleyebilirim ki; Atatürk fotoğrafa ve fotoğrafçıya çok önem verirmiş.
10. Yıl Nutku
Atatürk Fotoğraflarının Hikâyesi yalnızca ilgi alanı fotoğraf olan okurlar için yazılmış bir kitap değil, içerisinde hatrı sayılır derinlikte tarih bilgisi barındırıyor. Hiçbir yerde okumadığınız hatıralarla burada karşılaşabilirsiniz. Geçmişe özlem duymamıza neden olan hatıralar… Onlardan biriyle bitiriyorum yazımı.
Atatürk Cumhuriyet Bayramları’na çok önem verir, kutlamaların üzerine çokça kafa yorar. Cumhuriyet’in 10. yılı içinde bir nutuk yazmaya karar verir. Tüm gece masasında çalışır ve sabaha kadar nutku bitirir. O sırada Çankaya Köşkü’nde bulunan Ord. Prof. Yusuf Hikmet Bayur’a fikrini almak için okur. Bayur, iki cümleden rahatsız olduğunu belirtir, bir vedayı andırması sebebiyle hüzünlü bulduğunu da ekler. Bir kaç kişiden daha aynı tepkiyi gören Atatürk 10. yıl Nutku’nda yazdığı şu iki cümlenin üstünü çizer;
“Bu söylediklerim gerçek olduğu gün senden ve bütün uygar insanlıktan dileğim şudur: Beni hatırlayınız!”
Kapak Fotoğrafı: Cemal Göral
İlginizi çekebilir: Sine Magger’dan Atatürk’ü Anlatan Filmler
İlk yorumu siz yazın!