

Ayça Bildik ile: BenDeniz Oyunu Üzerine
Son yıllarda sayıları artan tek kişilik performanslar arasında beğeniyle izlediğim işlerin başında gelen BenDeniz, Ayça Bildik’in enerjik performansıyla ilk dakikasından itibaren seyircisini içine çekmeyi başarıyor. Hakan Emre Ünal rejisiyle sahnelenen oyunda çocukluktan bu yana abisinin ölümünün kendisinde yarattığı travmayla başa çıkmaya çalışan Deniz’le tanışıyoruz. Hiç tanımadığımız Deniz, oyun süresince anlattıklarıyla adeta arkadaşımız olurken samimi tavrıyla da seyirci-oyuncu arasındaki sınırları da olabildiğince kaldırıyor. Bir süre önce izlediğim oyuna dair Ayça Bildik ile gerçekleştirdiğim bu röportajımda karakterini, oyunculuğu ve metni samimi bir şekilde konuşma fırsatı buldum. Keyifli okumalar dilerim.
Her oyunun sahneye konmadan önceki yolculuğunu merak eden biri olarak ilgi çeken bir hikâyesi olduğuna inanırım. BenDeniz’in hikâyesi nasıl başladı peki? Metni yazmaya karar kılıp harekete geçtiğiniz o anı dinleyerek başlayalım derim röportajımıza.
2019 yılında Suadiye’de kurduğum Atölye Pasaport adında bir atölyem var. Oranın kuruluş öyküsü hem kendi öğrenme ve keşfetme ihtiyacımı karşılamak hem de kendi üretimini yapan, sanatla uğraşan herkes için hazırlık sürecini gerçekleştirebilecekleri, farklı alanlarla yolunun kesişebileceği bir mekân sağlamaktı. Bir nevi ustaların ve çırakların aynı alanda çalışmalarını sağlayıp disiplinler arası bir mekân oluşturduk diyebiliriz. Atölyenin ilk açıldığı sene yüzlerce atölye, söyleşi, buluşma organize ettik. Hatta aynı simalar defalarca farklı eğitimlere geldikleri için birçok kişi ile arkadaş olduk. Bir süre sonra sohbete, çaya, kahveye geliyor oldular.
Maalesef pandemi ile atölyemiz çalışamaz hale geldi. Her oyuncuda olduğu gibi benim için de o dönem mesleğimize karşı umutlarımı yitirdiğim bir süreç oldu. O sıralar Hakan Emre ile tanıştık. Atölye’ye ilk geldiği gün mekâna dair hatta oranın olanakları ile bir oyun çıkarma fikrini vermişti. Sonrasında da N’Olcak Bu Yusuf Umut’un Hali oyunu provaları için Tiyatro Hemhal ekibi atölyemize gelip gitmeye başladı. Hatta ekiplerine beni de dahil ettiler. Bana onların yanında olmak o kadar iyi geldi ki hem çalışma ve yazım süreçlerini görmüş oldum hem de Hakan Emre’nin buraya dair oyun fikri için heyecanlanmaya başladım. İşte tam da o sırada sürekli farklı dallarda atölyelere giden bir kadının hikayesini anlatmak istediğime karar verdim.
Bir tiyatro oyunu metnini yazmak hiç kuşku yok ki oynamak kadar emek isteyen bir durum. Üstelik bu oyun tek kişilikse. Metnin seyirciyi her an oyunun içinde tutan dinamik yapısını BenDeniz’in yazım sürecinde nasıl pratiğe döktünüz? Ve yazım sürecinde kendinizi nasıl beslediniz?
Yazım sürecinde Murat Mahmutyazıcıoğlu’na okuduğum ilk draft’lardan birinde bana “Uzaklara gitme, tanıdık yerleri yaz daha iyi tasvir edersin.” demesi ile daha önce gördüğüm bildiğim yerlere çektim hikâyeyi ve bu da çok etkili oldu. Önce katıldığı atölyeleri sıraladım. Ardından Deniz’in hayatına girip çıkan, onu etkileyen her karakteri ve olayı aralara serpiştirdim. Bazı ögeler ön plana çıktı böylece. Hakan Emre ile daha çok onların üzerinde durmaya başladık. Ekipçe sahne üzerinde Deniz için önemli noktaları düşünerek doğaçlamalarla metinde değişiklikler yaptık. Hem yazım sürecinde hem de sahnede prova ettiğimiz süreçte ekip arkadaşlarım Nadire Eda Kavak ve Zeynep Engin’in de emeği çok büyük. İkisi de yirmili yaşların başında konservatuvarda okumalarına rağmen yönetmenimizin olmadığı provalarda yaptıkları geri bildirimleri ve yaratıcı fikirleriyle oyunun ritmini çok etkilediler.
Metinle bağlantılı olarak merak ettiğim bir husus daha var. Oyunu yazmaya başladığınız ilk anda “Başrolde ben oynayacağım.” düşüncesi kesinleş miydi yoksa süreç içinde metnin şekillenmesiyle birlikte “Bu metnin duygusunu başkasının yansıtması kolay olmaz, sahnede benim olmam lazım.” mı dediniz?
Bu benim ilk yazdığım oyun metni. İçimdeki oynama isteği sebebiyle böyle bir metin yazmaya giriştim aslında. Hatta yazmaya ilk başladığımda beceremeyeceğimi düşünüp yazar bir arkadaşıma yazmak ister mi diye danıştım. Yalnızca fikirden ibaret hikâyemi karşısına geçip doğaçlamalarla anlatmaya çalıştım. O gün Cansu bana dedi ki “Bunu senin yazman lazım. Başkası yapamaz.” Bu itkiyle kolları sıvadım aslında. Bu metni başka oyuncuların da çok iyi oynayacağını düşünüyorum. Hatta yine ekibimizden konservatuvara hazırlanan bir arkadaşımız sınava BenDeniz’den bir parça ile hazırlanmak istediğini söyledi. Ne mutlu bana genç bir arkadaşımda oynama isteği yaratan bir metni oynuyorum. Onu izlemek için çok heyecanlıyım.
Oyunun reji koltuğunda oyunculuğu kadar bugüne dek yönettiği oyunlarla da pek çok tiyatroseverin takdirini toplayan Hakan Emre Ünal oturuyor. Kendisiyle metnin sahnelenme sürecinde nasıl çalışma gerçekleştirdiniz? Ayrıştığınız noktalar olduysa nasıl aynı paydada buluştunuz? Kendisinin reji dokunuşları metni istediğiniz şekilde sahneye taşımanızı sağladı mı?
Oyunu ilk yazdığım ve tamamladığımı sandığımda Hakan Emre’ye okudum. Hiç unutmuyorum okumayı bitirdiğimde suratı asılmıştı. “Hikâyeyi çok sevdim ama başı sonu olan bir şey yazmışsın. Ben daha bitmemiş bir hikâye ile geleceksin sanmıştım. Benim düşündüğüm, bu mekânı da işin içine katmaktı” dedi. O noktadan sonra farklı bir deneme düşündüğünü anladım ve metni ona bırakmayı, diretmemeyi tercih ettim. Eklemeyi önerdiği üçüncü katman ile beraber bütün kurduğum hikâye, ilk iki katman olarak adlandırdığımız Deniz’in çocukluğuna döndüğü dönem ve mimarlık yaptığı dönem hikâyesi de, süreçle beraber değişti dönüştü. İlk yazdığım metnin özünü taşıyan bambaşka bir metne dönüştü.
Oyunun yazarı ve oyuncusu da ben olduğum için her an her yerde hem sahne hem masa başında metin sürekli dönüşüyordu. Metnin yapısı, dramaturjisi ve seyirciyle kurduğu ilişki paralel bir şekilde gelişti. Hatta oyun çıkmadan 3-4 ay öncesinden çevremizden arkadaşlarımızı provaya davet ederek seyirci ile çalışmaya başladık. İşte tam bu nokta benim için biraz zorlayıcı oldu. Davet ettiğimiz arkadaşlarımız da bizimle birlikte ne olduğunu çözmeye çalışıyorlar. Biz de gelen tepkilere göre yol alıyoruz. Bazı provalar oyuncu olarak bir şeyler deniyorum ama çalışmıyor. Hep birlikte çıkışta konuşuyoruz. Üzüldüğüm zamanlar oldu ama bırakmadım, daha çok üstüne gittim. O zamanlar ne kadar zorlansam da şimdi diyorum ki iyi ki bu çalışma sürecinde Hakan Emre’ye güvenip metni ve oyuncu olarak kendimi teslim etmişim. Ona okuduğum ilk versiyonundaki seyirci ile mesafemiz yok oldu. Fark etmeden oyunun içinde buluyorsunuz kendinizi. Her seyirci başka bir deneyim bizim için. Her oyun farklı bir hikaye gibi.
Peki oyundaki Deniz karakteri sizden nasıl izler taşıyor? Ayça ve Deniz birbirine ne kadar benzer ya da birbirinden ne kadar farklı? Ya da bir başka deyişle Deniz ne kadar Ayça?
Deniz’in arayışı ve kaçışı birçok kişinin bağ kurduğu gibi bana da çok yakın bir yerde duruyor. Ben de çok uzun süre kendimi doğru ifade edebilme yöntemi aradım. Farklı işlerle uğraştım. Beş yaşımdayken resim öğretmeni bir komşumuzun teşviki ile bir resim yarışmasına katılmıştım. Türkiye ikincisi olmuştum o yarışmada. Haberi alınca ailecek koltuklarda zıpladığımızı hatırlıyorum. Ondan sonra adım küçük ressam oldu. Yıllarca ailem beni resim kursuna gönderdi. O yaşta sekiz saat hiç ara vermeden resim yapıyordum. Sonrası ressamlıktan para kazanamayacağım için resim yapmayı bıraktım. Başka meslekler farklı hayallerin peşine düştüm. Ama olmadı. O günlerde yaşadığım hazzı arıyordum hep. Şimdi ise BenDeniz’i yazarken ve oynarken aynı hazzı yaşıyor gibiyim. Buradan kaçmaya pek niyetim yok.
Sevincini, üzüntüsünü, hayal kırıklığını, acısını, özlemini ve daha pek çok duyguyu farklı tonlarda sunan oyunları izlemeyi ve karakterin o çalkantıdaki ruh haline eşlik ettiğim oyunları deneyimlemekten mutluluk duyuyorum. BenDeniz’de de seyircisini ilk andan itibaren yakalayan anlatımın o tonu, 80 dakikaya yayılıyor. Ve bunda metnin akıcı dilinden ziyade sahnedeki oyunculuk başarısından da söz etmek gerekiyor. Fakat burada asıl merak ettiğim bir oyuncunun sahnede tek başına olduğu o an. Tarif etmeniz mümkün mü?
Deniz’in tabureye oturup onu dinlediklerini ilk fark ettiği an gibi. Müthiş bir his. Hikâyenizi dinlemeye gelmiş dört gözle sizi takip eden insanlar var. Bir anlatıcı olarak daha ne isterim ki. 80 dakika duygudaşlık yapacağız. Nefes sesleri, bakışlar, gülüşler, burun çekmeler, bazen atılan laflar, o anda verilen cevaplar. Her oyun başka başka partnerlerle çıkıyorum sahneye. Rengarenk bir sahne tecrübesi benim için.
Bir ölümün yarattığı travma, oradan oraya savrulurken doğru yolu bulma çabası, alınan radikal kararlar, zorluklara karşı güçlü kalma çabası ve daha pek çok unsurun zihnimizdeki karşılığı, bizi de bir bakıma Deniz’in bir arkadaşı hatta dostu yapıyor. Bu noktada oyun, izleyen her seyircisine kendi yaşamından da tanıdık his ve hikayeleri hatırlatıyor. Bunu göz önüne aldığımız takdirde oyunun sonrasında seyirciden nasıl yorumlar, geri dönüşler alıyorsunuz?
Hayatımıza giren insanlar, gezdiğimiz yerler, öğrendiklerimiz, cesaret gösterip attığımız her adım bizde bir yer ediyor. Bazen Deniz’in hayatına giren kişiler ile karşılaştığı kişileri benzetenler oluyor. Bazen de sarılmak isteyenler oluyor. Hikâye gerçeklik katmanı ve kurgu arasında geçtiği için en çok gözleri dolu kafa karışıklığı ile çıkıyor seyirci.
Deniz, çocukluktan bu yana abisinin ölümünün kendisinde yarattığı travmayla başa çıkmaya çalışan bir karakter ve bu travma ise onu hayatın her alanında etkiliyor. Yaşadığı şehirden kaçıyor, annesinden uzaklaşıyor, birileriyle arkadaş olmak istemiyor. Sürekli bir şeylerle meşgul olarak kendi zihinden kaçma halinde. Bir yanda da ne olduğunu bilmediği bir arayışı mevcut. Peki “arayış” veya “kaçış”, travmalarla ve hatırlamak istemediğimiz kötü tecrübelerden uzaklaşmak için tek kaçış yolu mu?
Ben kaçışın veya arayışın çözüm olamayacağını düşünenlerdenim. Tam da bu yüzden Deniz oyunda farklı bir tecrübe yaşıyor. Oyun tam olarak bu tecrübenin kurgusu diyebiliriz.
Röportajımızın sonlarına doğru biraz daha kişisel bir soru sormak isterim. Tiyatro, yaşama ve umutsuzluğa bir alan açar mı?
Aslında bir iletişim aracıdır tiyatro. Gözlemlediğimiz fakat günlük hayatta ifade edemediğimiz duyguları, düzensizlikleri, tutkuları ifade edebildiğimiz alan olduğu için bir oyuna gittiğimizde oradaki hikâye, karakterler, durum ile bağ kurabiliyorsak paylaştığımızı, yalnız olmadığımızı hissediyoruz. Bazen de farklı düşünüyoruz ama izleyince farkına varıyoruz öyle düşündüğümüzü. Bu yüzden yaşama ve umutsuzluğa kapı araladığını düşünüyorum tiyatronun.
Ve son olarak BenDeniz’i izleyecek olan seyircinize vermek istediğiniz bir mesaj var mıdır?
BenDeniz kurgu anlamında bizim için farklı bir deneme oldu. Atölye ve Sahne Pasaport’ta çalıştığımız oyunumuzu farklı yerlerde de oynamaya başlayacağız. Her mekân bizim için yeni bir hikâye olacak. Bunun için çok heyecanlıyız. Fakat İstanbul’da bulunan seyircilerimizin, oyunu çalıştığımız yerde -Suadiye Atölye Pasaport’ta- görmesini çok istiyoruz. Herkesi bekliyoruz.
Kapak Fotoğrafı: Çağrı Ertürk
İlginizi çekebilir: Halil Şimşek’ten Bülent Gültekin ile Aramızdaki Mesafe Oyunu Üzerine
İlk yorumu siz yazın!