Ayça Okay ile: Acıları Değil Anıları Yaşatmak Üzerine
Sevgi ve birlikteliğin gücü ile ortak bir hafıza yaratmak mümkün mü? Ayça Okay küratörlüğünde hayata geçen, Mina’nın Çocukları Projesi ev sahipliğindeki Kolektif “Hafıza” sergisi, bu sorudan hareketle yola çıkıyor. 1-11 Eylül 2021 tarihleri arasında Ramada Bodrum’da sanatseverlerle buluşan sergi hakkında merak ettiklerimizi sergi küratörü Okay ile konuştuk.
Kolektif “Hafıza” sergisi, hafıza ile pozitif bir toplum tasarımı oluşturma fikrinden yola çıkıyor. Daha çok şiddetli ve üzücü olayların kolektif hafızayı tetiklediğini düşünüyorum. Savaş, doğal felaket, kaza gibi. Peki bu negatif hatıraları pozitif bir hafızaya dönüştürmek ne kadar mümkün?
Bilimsel olarak da kanıtlanmış bir durum bu. Hafızayı yeniden yapılandırmak pekâlâ mümkün. İnsanlar yaratılıştan kendilerine eklemlenen sevinç, üzüntü, heyecan gibi duyguları yaşamak adına hafızalarında her olaya yeteri kadar yer açamıyorlar ve bir süre sonra unutkanlık hastalığından da muzdarip olduğumuz için olayları farklı boyutları ile hatırlıyor ya da dönüştürüyoruz. Mina’nın Çocukları Projesi baştan sona beni çok etkiledi ve süreci içselleştirdiğimi düşünüyorum. Bu noktada güçlü ve başarılı genç kadınların kolektif olarak iyileştirme hareketi, hafızayı yeniden yapılandırmaya imkân sağlıyor. Acıların ve üzüntülerin yerine, yeni mutlu hikâyeleri geleceğe taşımayı mümkün kılıyor.
Sergiye de adını veren Kolektif “Hafıza”yı günümüzde yeterince kullanıp doğru yönlendirebiliyor muyuz sence?
Kolektif hafıza, millet olmanın birincil unsurları arasında yer alıyor. Yani birlik olabilmek için ortak bir geçmişe sahip olmak şart. Ancak son dönemde yaşanan iklim krizleri, savaşlar, salgın hastalıklar, ekonomik krizler ve daha pek çok olumsuzluk ne yazık ki hafızamızda negatifliklerin daha çok yer tutmasına neden oluyor. En yakın olarak pandemiyi ele alalım. 1,5 yılı aşkın süredir kolektif hafızamıza dünya olarak kazınan, etkileri çok uzun süre devam edecek olan ve unutmanın pek mümkün olmadığı bir olay. Ancak kayıplar ve kötülükleri kadar, alınan dersler ve yaşamımızda artık yer eden önlemler ve alışkanlıklar da mevcut.
Mina Başaran ve arkadaşlarının anısını yaşatmak serginin birincil amacı. Bu kapsamda TÜKD İstanbul Şubesi Mina’nın Çocukları Projesi’nden bahsedebilir misin?
2018 yılında Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği ile yolları kesişen Mina Başaran’ın annesi ve projenin destekçisi Beril Başaran, öncelikle üniversiteli genç kadınların eğitim ve öğrenimlerini desteklemek için TÜKD İstanbul Şubesi’yle iş birliği yaparak Mina Başaran adına eğitim bursu vermeye başladı. Hiç şüphesiz bu birliktelik her iki taraf için de sadece bir burs programını temsil etmiyor. Zamanla oluşan bu gönül bağının sıcaklığı ve dürüstlüğü kızların yeni fikirler ve projeler üretmesini sağlamış. Beril Başaran bu fikirleri daha iyiye taşımak için büyük bir açık yüreklilikle adımlar atmış ve Mina’nın Çocukları Projesi’ni hayata geçirilmiş. Projenin ilk adımında hayatını kaybeden 11 genç kadının anısını yaşatmak için gönüllü 11 üniversiteli genç kız ile yola çıkılmış. Bu genç kızlar, kendi eğitimlerine başarıyla devam ederken, bir yandan da kendi yörelerindeki çocuklara destek olma isteği ve ümidiyle hareket etmişler. Hem kişisel donanımları hem de çocukların gelişimi için alanında uzman kişilerden eğitimler almışlar, atölyeler yapmışlar. Ardından memleketlerine gidip 10-14 yaşlarındaki pırıl pırıl gözlerle bakan kardeşlerini bulmuşlar. Böylelikle projenin ikinci ayağı başlamış.
Dezavantajlı kız çocuklarını desteklemek belki de günümüzde birinin, bir derneğin yapabileceği en değerli şeylerden biri. Özellikle kadının dünyada, bilhassa Türkiye’de yaşadığı, şiddet, ayrımcılık, zorluklar ve kaldırılan İstanbul Sözleşmesi’ni düşünecek olursak. Sanatın toplumu bilinçlendirmedeki yeri kuşkusuz, kadın hakları konusunda neler yapabiliriz, nasıl pozitif bir hareket yaratabiliriz sence?
Kadının toplumun dönüşümündeki sihirli gücü zaten bildiğim ve inandığım bir gerçekti ancak bu sergi ile daha da yerini sağlamlaştırmış oldu. Burada biraz ayrımcılık yapıyor gibi görünebilirim ancak inandığım bir gerçek bu. Toplumda kendine yer bulmak için ekstra çaba sarf etmek zorunda kalmasına rağmen baktığınız her noktada topluma dokunan kadınlar var. Bunun birinci adımı elbette sessiz kalmamak, cesaret edip birlik olma yolunda ilerlemek ve kadın hakları için mücadele vermek. Kamuoyu yaratmak ve gücü beslemek. Bunu yaparken ise gerçekten birleştirici ve buluşturucu etkisi olan sanatı bir araç olarak kullanmak bana çok mantıklı geliyor. Sanatın fonksiyonunu da tartışmamıza yol açan bu durum aynı zamanda pozitif etki yaratıyor. Sosyal sorumluluk projeleri, sanat ile daha çok beslenmeli ve daha çok örneğini görmeliyiz. Umuyorum önümüzdeki dönemde bu alandaki bilinç katlanarak artar ve bu proje diğerlerine örnek teşkil eder.
Kolektif “Hafıza” sergi fikri nasıl ortaya çıktı?
Proje teklifi benim önüme ilk kez geldiğinde farklı tesadüfler ile bir araya gelen kişilerin oluşturduğu ortak bellek ilgimi çekmişti. Konunun üzerine biraz araştırma yaptığımda ve TÜKD Mina’nın Çocukları Projesi’ni incelediğimde yaşanılan bir felaketi dönüştürmek ve iyilikleri hatırlamak üzerine temellendiğini “acıları değil anıları yaşattığını” anladım. Aslında bilinen bir kavram olan kolektif bellek karşımda duruyordu ancak bu sefer farklı bir bakış açısı getirme şansım vardı. Hafızayı yapılandırmaya odaklanacaktım. Öyle de oldu…
Kolektif “Hafıza”’nın kavramsal çerçevesi yaşanan kötü olayları (ekolojik felaketler, iklim krizleri, ekonomik krizler, salgın hastalıklar, savaşlar) dönüştürerek daha iyi bir yer yaratmak ve ortak hafızada pozitif anılar oluşturmak üzere kürasyondaki 11 sanatçının eserleri ile şekillendi. Burada belirtmek isterim ki 11 sayısı da çok anlamlı. Çünkü bu sayı aynı zamanda aramızdan ayrılan güçlü, üretken 11 kadına ve bu elim olayı dönüştürerek sosyal sorumluluk projesi yaratan 11 başarılı bursiyer genç kıza işaret ediyor. Dolayısı ile sanatçıların sayısı da 11 olmalı diye düşündüm.
Sergide nasıl bir küratöryel yaklaşımla karşılaşıyoruz? Sanatçı ve eser seçimleri, tema neye göre şekillendi?
Yazın başında mekâna iki defa detaylı ziyaret düzenledim. Aslında kafamın arkasında sürekli tekrar eden “Bodrum’da bir otel sergisi daha olmamalı” düşüncesi bu projede beni en çok tedirgin eden şeylerden birisiydi diyebilirim. Gerçekten bir tema etrafında buluşturulmuş, izleyiciyi otel trafiğinin yoğun olduğu alandan koparan ve tamamen sergilenme alanında tutmaya yönelik bir rota oluşturmaya niyetliydim. Çünkü bu durum otomatik olarak dekorasyon objeleri ile sanat eserleri arasındaki sınırı kesin olarak belirlemeye faydalı oluyor. Buradan yola çıkarak otelin sağ kanadında Leyla Emadi’nin “I am Going To Start Again” isimli eseri ile girişte yer alan zeytin ağacının altından yeniden başlama ironisi ile sergiye adım atıyoruz. Sonrasında ise eserler birbiri ile konuşacak rotada konumlanarak devam ediyor.
Bitez gün batımı ve rüzgârı ile çok meşhur. Dolayısıyla Mert Ege Köse’nin küçük alüminyum parçaların bir araya gelerek oluşturduğu yarım güneş formu günbatımını içine alacak şekilde yerleştirilerek kavramsal altyapısına eklemlendi. Yine aynı şekilde Pınar Akkurt, eserinin rüzgârın yardımı ile yapısallığını çift taraflı kavanoz kapaklarından uçuşan çağdaş bir kilim gibi göstermesini istemiştim, bu anlamda da konumlandığı yerde rüzgâr yardımcı oldu. Erdil Yaşaroğlu’nun Deniz Kızı isimli heykeli ise daha önce BomontiAda’da sergilenmişti ancak suyla buluştuğunda çok daha farklı bir görüntü Verdi. Küçük Denizkızı masalı üzerinden bir okuma yaptığım için masalın sonundaki sevdiği adam için sesini feda ederek köpüklere karışan denizkızı gibi değil de Bodrum güneşi ve suyunun tadını çıkaran, telefonundan müzik dinleyerek kendi hâlinde eğlenen, sonu mutlu biten bir masala referans verilmesi sağlandı. Aslında çağdaş Türk kadınını anlatıyor bence. Aynı zamanda başlangıçta bahsettiğim kolektif hafızayı dönüştürme ve geleceğe olumlu anıları taşıma, daha insancıl bir yer yaratma durumunda ithafen Ardan Özmenoğlu’nun birleşirsek kolektif hafızamızdaki en güzel figür olan Atatürk’ü geleceğe taşıma, dağılırsak ise ne yazık ki Atatürk’ün değerlerini ve kendisini kaybedeceğimiz bilinci ile, parça bütün ilişkisi üzerinden post-it kağıtları üzerine baskı ile ürettiği eserini seçtim. Fırat Engin ile fikir ve üretim sürecini birlikte yürüttüğümüz “Unutma Bütün Kahramanlar Seninle” isimli eser ise 11 kadına ve peşinden gelen 11 genç bursiyere atfedilmiş düşsel kahramanlarının keten üzerine popüler söylemlerinin yer aldığı bir geçit. Liste uzun, hepsine dokunmak ve ifade etmeyi çok istesem de bir bakıma ziyaretçilerin gelmesini ve görmesini dilediğim için devamını anlatmıyorum.
Sosyal sorumluluk yanı ağır basan bir sergide küratörlük senin için nasıl bir deneyimdi?
Tamamen dönüştürücü. Haziran ayında olduğum kişi değilim şu anda…
Resim, heykel, video ve enstalasyon gibi farklı disiplinlerin karşımıza çıktığı sergide Ramazan Can, Ouchhh, Erdil Yaşaroğlu, Mario Klingeman ve Ardan Özmenoğlu gibi tanınmış birçok isim yer alıyor. Eserler sergi kapsamında mı üretildi, sergide bizi neler bekliyor?
Bahsettiğiniz eserler hazır eserlerdi, sergiye özel olarak seçildi ancak Mert Ege Köse ve Fırat Engin bu sergiye özel eser üretti. Aynı zamanda kolektif olarak iyileşme ve birleşme durumuna ithafen 2 önemli koleksiyoner de eserlerinin bu sergi kapsamında sergilenmesine müsade ederek kamu ile paylaştı; Feride İkiz ve Uğur Ayık. Sergide Ouchhh’un Birleşmiş Milletler‘in Sürdürülebilirlik Gelişimi ile ilgili veri görselleştirme heykeli, Erdil Yaşaroğlu’nun Tavşan Kulesi isimli heykeli, Yiğit Yazıcı’nın bir resmi, Leyla Emadi’nin tipografik enstalasyonu yer alıyor ve birbiri ile ilişkili şekilde konumlanarak belli belirsiz bir rota sağlıyor.
Sergiden elde edilecek gelir bursiyerlere bağışlanacak sanırım. Bu konudan ve derneğin bağlı olduğu Mina’nın Çocukları‘nın gelecek projelerinden bahsedebilir misin?
Sergimizde satış yok. Mina’nın Çocukları Projesi bu sergiyi aslında hem projeye dikkat çekmek ve kitlelere anlatabilmek hem de projenin bursiyerlerine iş imkânı sağlamak ve iş-sanat dünyası ile organik bir bağ kurmak adına gerçekleştirdi. Yine sanatın fonksiyonu olan bir araya getirme ve birleştiriciliğinden maksimum fayda sağlandı diyebilirim. Bu bağlamda çok memnunum projenin bir parçası olmaktan dolayı.
Mina’nın Çocukları Projesi’nin bağlı olduğu TÜKD İstanbul Şubesi bu yıl sanat öğrencilerine de destek verecek. Bu bağlamda sanat alanında eğitim gören başarılı öğrenciler desteklenecek. Buna ek olarak benimle beraber, proje yöneticisi bursiyer kadın öğrenciler çeşitli sergi ve atölye ziyaretleri ile özel koleksiyonların analizi gibi yoğun ve kapsamlı bir sanat yılı geçirerek yeni deneyimlere devam edecek.
Kapak Fotoğrafı: Mert Ege Köse, Ain’t No Sunshine When She’s Gone
İlginizi çekebilir: Artsy Magger’dan İstanbul Sergi Takvimi
İlk yorumu siz yazın!