Başak Demir (Eusa) ile: "MELANCHOLIA" Sergisi Üzerine
Melankoli barındırdığı anlamlardan dolayı tarih boyunca farklı disiplinler tarafından incelenen ve birbirinden farklı biçimlerde yorumlanan bir olgu. Edgar Allan Poe’ye göre melankoli bütün şiirsel tonların en yasalıyken, Emil Michel Cioran’a göre ise egoizmin düş hali anlamına geliyor. Eugenio Borgna ise hayatın parçası olamamayı, melankolinin anahtarı olarak görüyor. Tüm bunlar melankoli üzerine yapılan onlarca tanımlamalardan sadece birkaçı… Biz de Başak Demir (Eusa) ile, “MELANCHOLIA” sergisi üzerine bu kavramı konuştuk. Gelin bu keyifli röportaja yakından bakalım!
Öncelikle röportaj yapmayı kabul ettiğin için çok teşekkür ederim. Klasik bir soruyla başlamak istiyorum… theMagger okuyucularına kısaca kendinden bahseder misin?
Ben teşekkür ederim. Meslek hayatımda iki farklı yolda ilerlediğim için açıkcası kendimden bahsederken biraz zorlanıyorum diyebilirim. Profesyonel hayatımda geçimimi 3D modelleme uzmanı olarak sağlıyorum, bir yandan da sanatımı icra ediyorum. Çok küçük yaşlardan beri sanatla iç içe olduğumdan dolayı liseyi Avni Akyol Güzel Sanatlar’da okudum. Mezun olduktan sonra da Marmara Üniversitesi’nde Grafik Tasarım Bölümü’ne girdim. Grafik tasarım okumanın getirisiyle çizimlerimi dijitalde yapmaya başladım. Şimdi de freelance iş hayatım ile sanatım arasında gidip geliyorum.
HOOD Base’te gerçekleşen “MELANCHOLIA” isimli ilk kişisel serginde kara kalem ve dijital eserlerin yer alıyor. Sosyal medya hesaplarına baktığımız zaman bu çalışmalara ek olarak illüstrasyon, çizgi roman ve slapart (sticker art) alanında da işler ortaya koyduğunu görmek mümkün. Peki sen sanatını nasıl tanımlıyorsun?
İlgilendiğim birçok alan olduğu için kendimi multidisipliner bir sanatçı olarak tanımlıyorum. Karakter tasarımları, mekan tasarımları, animasyon, kısa çizgi roman kareleri, 3D modelleme çalışmayı sevdiğim başlıca konular arasında. Dijitale geçmeden önce organik çalışmaya devam ettim. 2015 yılında tablet almaya karar vermiştim, o gün dijitale tutulduğum ilk gün oldu diyebilirim. Sonrasında eskiz defterine çizmeye devam ersem de vaktimin çoğunu dijital ortamda geçirir oldum. Fakat daha sonra dijitalden ve renklerden sıkıldığımı fark ettim, bu nedenle de kara kalem yapmaya geri döndüm. Hatta “MELANCHOLIA” sergisi de bu konuda kendimi keşfetmemi sağladı. Kendi kişisel hayatım daha çok siyah, gri ve beyazdı. Kurşun kalemi özlemiştim, “tekrar neden olmasın?” diye düşündüm. O kalemin hissi, kağıtla buluştuğu zaman çıkan seslerin hepsi birbirinden eşsizdi ve sanki bana eşlik ediyorlardı. Bu duyguların içinde kayboldum adeta ve “evet işte bu!” dedim. Bu süreçte lisedeyken de hep tercih ettiğim yöntem benim felsefem oldu. O dönemde bir figür ya da natürmort çizerken nesnenin, modelin kendisinden çok boşluklara bakardım. O şekilde nesnenin gerçeğiyle aynı oranları ortaya çıkarır ve tamamlardım. Şimdi o boşluklarım benim şekillerim oldu. Kurşun kalem çizimlerimdeki siyah beyazlar ve boşluklar asıl olguyu yaratanlar…
“MELANCHOLIA” isminden de anlaşılabileceği gibi sergi aklın ıstırabı olarak tanımladığın melankoli kavramı etrafında şekilleniyor. Melankoli kavramını sanatınla işlemeye iten motivasyonun neydi?
Motivasyonum melankolinin kendisiydi. Hayatımda kendimi yoğun bir şekilde melankolik hissettiğim bir dönem olmuştu ve bu dönem beni derin, çıkamayacağımı düşündüğüm yerlere sürüklemişti. O dönem içinde bulunduğum boğuk ve karanlık ruh hali ve peşimi bırakmayan baskı hissi 2 seneye yakın bir süre boyunca çizim yapma yetimi dahi benden almıştı. Yeni bir çizime başlamak benim için işkenceye dönüşmüştü. Belki de kendimi keşfetmek için önce kaybetmem gerekiyordu. Zaten beni tüm bunların ardından sanata döndüren de melankolinin kendisiydi. Bana söylemeye çalıştığı şey ise “Hayır sen bu değilsin.” idi. Ayrıca Robert Burton’ın kitabında okuduğum “Ne olduğunu göstermektense ne olmadığını göstermek” sözü de tüm bu farkındalıkları kazanmamda büyük rol oynadı. Kısacası tüm bu deneyimlerim ve yavaş yavaş o kara delikten çıkma sürecimdeki heyecan, hem beni tekrar çizmeye, hem de sanatımda melankoli kavramını işlemeye itti. Bu nedenle sanatı işleyiş biçimimde ani değişiklikler olduğunu gözlemleyebilirsiniz.
Heidegger’in “Farkında olsak da olmasak da, üstünde uzun uzadıya konuşsak da konuşmasak da bütün yaratıcı eylemler melankolik ruh haline aittir” sözünden de anlaşılabileceği gibi Heidegger melankoli ile yaratıcılık arasında birbirini besleyen bir ilişki öne sürüyor. Peki sence melankoli yaratıcılığı besleyen bir kavram mı?
Kesinlikle doğru bir açıklama olduğunu düşünüyorum. Benim için de aynı şey geçerli. Melankolinin sanatın üzerindeki etkisi çok büyük. Yoğun bir duygu kaynağı ve güzel yönlendirildiği zaman ortaya belki de en iyi işler çıkıyor. İzleyici kendi tecrübeleri üzerinden empati kurabiliyor. Herkesin ortak noktada buluştuğu bir duygu olduğunu söyleyebiliriz. Sergimin anlatım metninde dediğim üzere “bir gün herkesin kapısını çalacak o melankoli.”
Melankoli kavramının işleniş ve inceleniş şekli disiplinler arasında farklılık gösterebiliyor. Peki sen bu sergide melankoli kavramını nasıl işliyorsun?
Melankoli bu sergide 3 ana gövdeden oluşuyor. Aklın melankolisi, dini melankoli ve aşkın melankolisi. Bunların hepsinde farklı bağlamlarda etkiler var. Kendi tecrübelerimde aklın ve dinin melankolisini yaşadığımı gözlemledim. Aklın melankolisi bana insanın kendi zihniyle, düşünceleriyle savaşmasını ifade ediyor. Günlük hayatımızda deneyimlediğimiz çoğu şeyi kendi kafamızda kurduğumuzu anlatmak istiyorum. Bunun içerisinde mesela paranoyaklık, endişe, kaygı, yargılama, öngörüden yoksunluk, alınganlık gibi ifadeler var. Tam tersi hiçbir duygu hissedememe, duyarsızlık, ifadesizlik ve yükümsüzlük olarak da tecrübe edilebilir. Dini melankoli ise insanın tamamen tanrı inancından kopmasıyla beraber hissettiği boşluğun, sonsuz yalnızlığın ve her şeyin kendi sorumluluğuna kalması korkusu. Sığınacak tek bir köşesi olmaması düşüncesinin yavaş yavaş hayata olan inancını tüketmesi. Farklı şekilde tanrının ona inanmaması üzerine kişiyi cezalandırması… Aşkın melankolisinin daha yaygın olduğunu gözlemliyorum. Ayrılık acısı, kavuşamama acısı veya asla aşkı bulamayanların yalnızlığı gibi.
Melankoli kavramına ara verip biraz da sergiden konuşalım… İlk kişisel sergini gerçekleştirmek senin için nasıl bir deneyim oldu?
Benim için muazzam ve eşsiz bir tecrübe oldu. Öncelikle HOOD Base’e müteşekkir olduğumu buradan da iletmek istiyorum. Benim açımdan bu sergi kişisel konuları ele aldığımdan dolayı, kalbimde çok başka bir yere sahip. Gelen insanların kendilerinden bir parça bulması da beni çok mutlu etti, amacım kesinlikle buydu. Ziyaretçiler çoğu sergide bu karşılaşmanın zor olduğunu söylüyorlar. “MELANCHOLIA” ile bu duyguyu onlara yaşatabildiğim için harika hissediyorum.
Peki gelecekteki planların neler? İşlerini nerelerde görebiliriz?
Açıkçası geleceğimi düşünmeyi bıraktım, daha çok ana odaklanmaya çalışıyorum. Herkes gibi yurt dışı hayallerim var ama nasıl olacağına dair şu an kesin bir şey söyleyemem. NFT üzerine yoğunlaşmaya başladım. Yakın zamanda işlerimi paylaşacağım. Onun dışında 3D modelleme yaparak geçimimi sağlıyorum. Yine 3D modelleme üzerine çalışırken bir yandan sanatçı kimliğimle ilerlemeye devam edeceğim. Gelecekte beni başka sergilerde görebilirsiniz. Sergimin kataloğunu çıkarmayı planlıyorum. İsteyenler bana ulaşarak ya da Hood Base’den edinebilirler.
Kapak Fotoğrafı: Başak Demir (Eusa)
İlginizi çekebilir: Ezgi Cenk’ten Pelin Çağlar Röportajı
İlk yorumu siz yazın!