Geçtiğimiz hafta vizyona giren ve “Bergen”i hayata geçiren yönetmen ikilisi, Caner Alpay ve Mehmet Binay’ın merceğinden göreceğiniz “Bihter” pek çok eleştiriye maruz kaldı. Peki eleştiriler gerçekçi mi, yoksa toplumumuzun linç kültürünün bir eseri mi? Öncelikle söylemek gerekir ki Türkiye’nin yüzde sekseninin öyle ya da böyle bildiği Aşk-ı Memnu hikayesine sadık kalan yanları olsa da Bihter’den böyle bir hikaye beklemesi, izleyiciyi hayal kırıklığına uğratabilir. 1900’lerin en başında, kadınlar için evliliğin statü anlamına geldiği bir dönemde kendine bir kaçış arayan bir kadının öyküsü Bihter. Oysaki Aşk-ı Memnu, içinde bulunduğu şartlarda kendi travmalarında kavrulan bir ailenin trajedisini anlatıyor. Yeni çıkan film konuyu sadeleştirip sadece kadın baş role odaklanmaya çalışırken bana kalırsa hikayenin derinliğini kaçırıyor. 

amazon-prime
Bihter rolüyle Farah Zeynep Abdullah | Fotoğraf: Amazon Prime

Bir Bakışta “Bihter”

Bihter filmiyle ilgili beğendiğim bazı şeyler var. Bunlardan başlamak isterim. Öncelikle yapım tasarımı ve sanat yönetmenliği takdire şayan. Kükreyen 20’ler havasını veren altın rengi çerçeveler, parlak renkte boyanmış duvarlar ve abartılı oda dekorasyonları izleyiciyi ekrana nallamak için yapılmış âdeta. Bunun yanında kostümler de aynı amaca hizmet ediyor ve yönetmenin yarattığı dünyayı tamamlar nitelikte rol alıyor. 

Gelelim oyunculuklara… Osman Sonant gibi bir oyuncunun hakkının verilememesine üzüldüm. Burada biraz yönetmenlerin tercihlerinin de etkisi var. Film, Aşk-ı Memnu‘nun aksine sadece Bihter Ziyagil’in hikayesine odaklanma gayesinde. Merve Göntem‘in kaleminden çıkmış bu bireyci ve kendi içerisinde bir nevi feministlik taşıyan yaklaşımla da yönetmenler bence tam olarak ne yapmak istediğine karar verememiş. 

haberturk
Bihter Oyuncu Kadrosu | Fotoğraf: Habertürk

Kadın Karakteri Güçlendiren Bir Unsur Olarak: Dördüncü Duvarı Kırma İlkesi

Bu filmin yapmaya çalıştığı sübjektif bakış açısını başka örneklerde de görebiliyoruz. Son senelerde çıkan The Great dizisi de Rus Çariçesi Catherine‘i benzer bir ışıkta inceliyor. Dönemin ağırlığını alıp daha iyi bir seyir tecrübesi sunan bu alt tür, aynı zamanda döneme dair eleştirileri karakterlerin daha “modern” tutumlarıyla yansıtıyor. Benzer şekilde Bihter‘de Göntem’in dönemin kadınlara bakışına bir eleştiri getirmek istediği aşikâr, fakat hikâyenin uygulamasında spot ışığının sadece ama sadece Bihter’in üzerinde durması da diğer karakterlerin stok karakter gibi tek boyutlu kalmasına sebep olmuş. Bir adım daha ileri gidecek olursak, yasak aşkın diğer ana karakteri olan Behlül de dizide gördüğümüz komplike karakterden çok uzak bir şekilde sadece keyfince Bihter’i kullanan ve makul bir açıklama veya sorgulama göstermeden, sadece korkaklığından ötürü onu harcayan bir karakter olarak gösterilmiş. Burada yine Göntem’in göstermeye çalıştığı bir şey olduğunu düşünüyorum. Bu dönemin erkeklerinin kadınları bu kadar harcanabilir gördüğüne dair bir mesaj vermeye çalışıyor gibi. Ancak, pek çok alanda olduğu gibi içi boş bir karakter ortaya çıkıyor ve bu da seyirci ile karakter arasında bağ kurmanın önüne geçiyor. Yani filmi yaşamıyoruz, sadece seyrediyoruz. Bu da yine yukarıda bahsettiğim ve beğendiğimi söylediğim “dördüncü duvarı yıkma” ilkesiyle bütünleşiyor. Filmin başında çok eğlenceli bir unsur olarak hissedilse de, filmin sonuna doğru artık Bihter’in gözünden onun bir yakınıymış gibi hikayeyi izlemekten çok seyirci olduğumuzu hatırlatan ve dolayısıyla filmin büyüsünden bizi çıkaran bir unsura dönüşüyor. 

youtube
Farah Zeynep Abdullah ve Osman Sonant | Fotoğraf: Amazon Prime

Öte yandan, filmin temel bir kavram karmaşası var. Bihter, hayatta güç arayan bir kadın. Bunun sebebi de hep “birinin bir şeyi” olarak yaşamış olması. “Firdevs Hanım’ın Kızı” olarak başladığı serüveninde “Adnan Bey’in Karısı” olmak ona bir statü atlamak gibi geliyor. Adeta tanındığı sıfat onun karakterini değiştirecekmiş, hatta onu gerçek kimliğine taşımaya yardımcı olacakmış gibi bir ilüzyona inanıyor. Bu yüzden de aslında “Adnan Bey’in Karısı” olmasına rağmen gerçekten Adnan Bey’in karısı veya Ziyagil Yalısı’nın Hanımı gibi davranamıyor. Evde sürekli bir saygı beklentisi var ama kendisi bu saygıyı kazanmak için çalışmak istemiyor. Saygının statü ile beraber otomatik olarak gelmesini istiyor, hatta bunu küstahça talep ediyor. O hiç benzemek istemediği annesi ise bunu hep yumuşak güç aracılığıyla, manipülasyon yeteneğiyle sağladığı için de annesine haset duyuyor. Örneğin; evin hanımı olması için evdekilerle bambaşka bir iletişimi olması gerekiyor, yemek düzenine el atması gerekiyor, evin ihtiyaçlarını takip etmesi gerekiyor, davetler düzenlemesi gerekiyor. Fakat Bihter’in bu toplarda gözü yok. Bihter aslında bir kurtuluş arıyor ve kendiyle yüzleşemediği için onu çok yanlış bir yerde bulduğunu zannediyor. Aslında Bihter, filmin ilerleyen kısımlarında birkaç kez tekrarladığı gibi “Bihter, sadece Bihter” sıfatıyla anılmak istiyor. Maalesef ki, hem Göntem, hem de yönetmenler bunu seyirciye bu duygu ile veremiyor. Dördüncü duvarı kırarak seyirciye anlatmaya çalışıyorlar ama bu Bihter’in yaşadığı kişilik krizini anlatmaya yetmiyor. İşte tam olarak bundan dolayı da çok etkili olabilecek bir fikrin ekrana yansıması bir o kadar da eksik bir duygu bırakıyor. 

Finalde Alınan İnsiyatif

Fotoğraf: Amazon Prime

Hikâyenin sunduğu çözüm bir romantik komedi basitliğinde kaldığı için etkileyici bir mesaj vermekten uzak kalıyor.

Açıkçası belli bir noktadan sonra sadece renkli karelere bakarak sonundaki intihar sahnesini bekledim ve orada da bir sürprizle film beni iyice allak bullak etti. Film, hayatta taşıdığı sıfattan kaçmak için başka bir sıfata hapsolan bir kadının hikayesine odaklanıyor fakat bunu biraz sakarca yapıyor. Orjinal hikâye, aslında kaçtığı kişinin kendisi olduğunu fark etmediği için nereye gitse hapis gibi hissetmekten kaçamayan bir kadının en sonunda hayattan kaçmasıyla sonlanıyor. Bu versiyonda ise Göntem’in çizdiği yolda sadece kendisi olarak var olmak isteyen Bihter, kendisiyle yüzleşiyor ve olduğu haliyle boy göstermeye karar veriyor. Havaya bir el ateş edip, partideki misafirlerin ortasından, kan kırmızısı elbisesi ile kuğu gibi süzülerek geçiyor. Bu da aslında bunca zaman birisinin birisi olmak için sarf ettiği çabayı bıraktığı, siyah kuğu tarafını kabul ettiğini gösteriyor. 

Fikren güzel bir yere gidiyor olsa bile, bu sonun anlamı sonrasında olacakları düşündüğümüzde etkisini hemen yitiriveriyor. 1900’lü yılların başlarından bahsettiğimizi unutmamak gerekiyor. Bihter’in öz varlığı eğer ki Game of Thrones’daki Danaerys Targaryen gibi her yeri yakmak isteyen çıldırmış bir prenses ise o zaman Ziyagil soyadından çıkması ve Adnan’ın kendisini boşaması çok yüksek bir ihtimaldir. Öyle bir toplumda boşanmış veya dul bir kadının toparlanması da bir hayli zordur. Yani seçtiği yolun boşanmaya gitme olasılığı çok yüksek olmakla beraber, boşanmış bir kadın olması durumunda da aynı annesine dönüşmesi de bir o kadar muhtemeldir. Yani aslında hikayenin sunduğu çözüm bir romantik komedi basitliğinde kaldığı için etkileyici bir mesaj vermekten uzak kalıyor. 

Linç Kültürü mü, Eleştiri mi? 

Fotoğraf: Amazon Prime

Bunların bana düşündürdüğü nihai şey ise belki de yapımcı ve yazarların bu fikirlerin daha sığ bir halde üretilmesini istemesidir. Belki de genel izleyici kitlesine baktıklarında böyle bir içerik arayışındadırlar. Veya hikayeyi tam olarak geliştirecek zaman da olmamış olabilir. Tıkanma noktası her ne ise “Keşke biraz daha zaman ve para harcanarak çok daha iyi bir noktaya gelebilseymiş” demekten yorulduk sanırım. 

Yani diyeceğim odur ki filmin prodüksiyonel kalitesi oldukça iyi. Bu konuda artık tartışmıyoruz sanırım. Türk prodüksiyonları kaliteli gözüküyor ve bunu yaratma know-how’ı konusunda bir sorun yaşamıyoruz. Fakat hikâye konusunda bir tıkanmamız var ve bunun sebebinin kolaya kaçmak olarak düşünülmesi, seyircinin huzursuzlaşmasına sebep oluyor ve iki saatini bir filme verip sonunda böyle ayrıldığı için kızgınlığını bir şekilde aktarması gerekiyor. O yüzden sevgili okurum,  Bihter‘le ilgili sosyal medyada yazılıp çizilenlerin isyânını anlıyorum ve bir şey diyemiyorum. Sevgiyle…

Kapak Fotoğrafı: Habertürk

İlginizi çekebilir: Eralp Alper’den İstanbul İçin Son Çağrı