Bildiğimiz Dünyanın Sonu: Erlend Loe Üçlemesine Bir Bakış
İlk theMagger yazımda İskandinav yazar Erlend Loe’nun üçlemesinin ilk iki kitabını ele almak istedim. Aslında bahsedeceğim kitaplar bir üçlemenin ilk iki kitabı (Doppler ve Volvo Kamyonlar) olmasına rağmen yazının başlığı serinin okumadığım üçüncü kitabın adına ait. Çünkü bence 2022 yılından bir yazının başlığı Bildiğimiz Dünyanın Sonu‘ndan daha güzel olamazdı.
Modern insanın zaman zaman durup hayatı sorgulamalarına ve anlam arama arayışlarına pandemi yeni bir boyut getirmişti. Hayatı daha minimalist ve daha verimli yaşayacağımızı düşündüğümüz günlerdi. Bir anda hepimiz doğayı önemser, sağlığın en önemli şey olduğunu kavrar olduk. Ne var ki sosyal ve akıllanmaz insanoğlu, pandeminin acısını eski hayatına daha fazla dönerek çıkarmış oldu. Hem dünyadaki krizler hem ekonomik sıkıntılar derken imkanı olan ağustos böceği gibi yaşamaya başlar oldu. İmkanı olmayansa günün sonunu getirmekten başka bir şey düşünemez oldu. Ekonomik sistemin çarkları olan firmalar, insanlardan daha insanlaşıp “Birbirimizi yüz yüze görmeye çok ihtiyacımız var ne de olsa eskiye dönme zamanı geldi” dedi. –Ya da biraz daha yumuşatıp hibrit modelle işin ortasını buldu-
Şunu öğrendik ki bundan sonra dünyanın bize sundukları artık bir muamma. Herkes hele artık bir bitsin sonrasına bakarız diye zamanını bilmediği sonu bekler oldu. Birazdan bahsedeceğim kitap kahramanımız Doppler ise bizden daha şanslı olarak bu kararı pandemiyi yaşamadan alabilmiş olabilir ya da yaşadığı coğrafya onu zamanın akıl dışı şartlarından muaf tutmuş diyebiliriz. Her şey bittiğinde yepyeni temiz bir sayfa açarız sanarak geçirdiğimiz günlerden sonra eskisinden daha acımasız olan dünyamıza geri döndük. Fütüristik yeni dünya tahminlerinden fersah fersah uzakta bir post covid dünyasına geçtik.
Dönelim Doppler’e… Doppler, içimizde zaman zaman haykıran sesi temsil eden naif bir İskandinav. (Bu kadar isyankar bir karaktere neden naif dedim bilmiyorum. Şanslı bir coğrafyada doğduğu için seçme şansı daha fazla olan bir insana karşı hissettiğim kıskançlık mı yoksa her şeyin var daha neye isyan ediyorsun diyen bu coğrafyanın şükürcülük kültüründen mi?)
Roman, Doppler’in basit bir bisiklet kazasından sonra, ideal modern insan düzenini bırakıp bir ormana yerleşmesinin ve bir geyikle dost olmasının hikayesini anlatıyor. Doppler her gün kulaklarında çınlayan çocuk şarkılarından ve banyo fayansı gibi insanın hayatında gerçekte hiç bir önemi olmayan ama sürekli kafasını meşgul eden konulardan çok sıkılmıştır. Bu düzeni kendi için değiştirebileceğine inanmaz ve ormana gider. İnsan yaşamını kompleks halden çok daha basite indirgemek ister. İnsanın kendinden başka bir tüketici varlığı sevmediği gerçeğini o kendi içinde keşfeder. Kendine dost olarak sadece onu dinleyen bir hayvanı seçer ve rahatsız edilmek istemez. Karısı 3. çocuğunu doğurduktan sonra onu geri getirmek istediğinde onun kaçtığı düzenin ne olduğunu çok iyi anlasak da daha yapacak işlerim var derken ne istediğini tam anlayamıyoruz. Doğa bizim için hala bir kaçış noktası, bir yaşam merkezi olmaktan hala çok uzakta belki de.
Volvo Kamyonlar’ındaysa karakter Norveç’ten İsveç’e hiç farkında olmadan geçiyor. Sınırlar o kadar flu ve farklılıklar o kadar az ki, sınırlar sadece soyut bir kavram Norveç ve İsveç arasında. 1 senedir kurmaya çalıştığı düzenin aksine burada tekrardan insan teması kurmaya başlıyor ve bu yalnız insanlar adeta onu kontrol altına alıyor. Geçirdiği bu değişim yüzünden önce yanına kaçıp sığınan oğlu, daha sonra da dostu geyik onu terk ediyor. İlk kitaptaki asi, insandan kaçan adam yerini itaatkar bir adama bırakıyor. Romanda da ana karakter olarak silikleşiyor. (Baştaki naif yorumumu biraz da bu gelişmelere borçluyum çünkü insanoğlunun genlerine işlemiş ihtiyaçlardan/yaşama biçiminden tamamen kaçamayacağını tahmin etmeye başlıyoruz.) Bu sefer farklı davaları olan Maj Britt ve von Borring’le tanışıyoruz. İlk kitapta Doppler’i anladığımız kadar onların derdini de anlıyoruz.
Bu kitapları kafamda çevirirken nihayetinde bana kalan soru: Kaçmaya çalıştığımız düzeni biliyoruz, ama neden hiç birimizi bu nefret ettiğimiz hayatın getirdiği alışkanlıklardan kurtulmayı becerip yeni düzenimizi kendimiz kuramıyoruz?
Kitaplara dair küçük bir not: Doppler’de biraz daha edebi derinlik bulabilirken, Volvo Kamyonları’nda adeta yazarın iç sesini dinliyoruz. Yine farklı söyleyecekleri olan karakterler dışında yazım tarzında edebi bir zenginlik yok. Yazar tüm hikaye boyunca varlığını hissettirip okuyucu ile sohbet ediyor. Birince ve ikinci romanlar arasına koyduğum zaman gibi 3. kitabı daha sonra okumayı istiyorum çünkü Doppler’in geride bıraktığı hayata geri dönüşünü anlatıyor. Ben hala bu geri dönüşe hazır olmadığımı hissediyorum…
Kapak Fotoğrafı: Sirel Toma
İlginizi çekebilir: Cemre Akman’dan Momo
İlk yorumu siz yazın!