İlk yorumu siz yazın!
Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu: Zweig ile Aşkı Sorgulamak
Aşk, aynı milyonlarca kar tanesi gibi herkes için farklı, herkes için özel… Stefan Zweig‘ın Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu kitabını okurken tanıklık ettiğim duyguları ise platonik aşk diye değerlendirmek bile güç. Bu kısacık öykünün içeriğinden birçok detay vererek okuma deneyiminizden çalmak istemiyorum, onun yerine sizinle bu öykünün bana sorgulattıkları üzerine konuşmak istiyorum.
Stefan Zweig ile Aşkı Sorgulamak
Aşk, sevilen kişiye her şeyle teslim olmak mıdır? Ya da bir bireyin varoluşunun sevilen kişiyle değer bulması, bu da aşk sayılabilir mi? Kendisini görmeden, sadece eşyalarından yola çıkarak hayalini kurup ilgi duymaya başladığınız biriyle karşılaştığınızda ona aşık olduğunuzu düşünüyorsanız; hayalinizdeki kişiye mi yoksa karşılaştığınıza mı aşık olmuş olursunuz? Ya da bu hisleri aşk diye tanımlamak mümkün mü, yoksa her şey çocukken başlayıp kontrolden çıkmış bir saplantıdan mı ibaret?
Aşk, aynı milyonlarca kar tanesi gibi herkes için farklı, herkes için özel. Hatta çoğu zaman bir çift için bile farklı tanımlara sahip. Zweig’in bu satırlarını okurken tanıklık ettiğim duyguları ise platonik aşk diye değerlendirmek bile güç. Belki de, var olan hiçbir aşk tanımına uymuyor kitapta yer alan; bilinmeyen kadının hissettikleri. Yabancılık, acizlik, ve teslim olmuşlukla bezenmiş, içten içe sevilmeye duyulan ihtiyaçtan ortaya çıkmış bir nevi saplantı bu okuduklarımız. Hayatını ve kendini bir adama, hatta bu adamın hayaline teslim etmiş, tutkularının ve takıntısının esiri olmuş bir kadının mektubu bu.
Zweig, her satırda bilinmeyen bu kadının saplantı haline gelmiş ihtirasının neden olduğu acizliği adeta ilmek ilmek dokuyor ve yüreğinize işliyor. Karakterin ne hissettiğini anladığım birçok kitap okudum ama bunları hissetmek yeni bir deneyim oldu benim için.
“Ölmem sana acı verecek olsaydı eğer, o zaman ölemezdim.”
“Benim eksikliğimi duymayacaksın -bu beni teselli ediyor. O güzel, aydınlık hayatında hiçbir şey şimdiye kadarkinden farklı olmayacak… Ölümümle sana hiçbir üzüntü vermiyorum… Bu beni teselli ediyor sevgilim.”
Varoluşunun ve bireyselliğinin tüm değerinin karşıdakine ait olduğu bir hadise midir aşık olmak? Hisler karşılıklıyken mi daha güçlü yoksa bir taraf diğerinin varlığından bihaberken, seven tek taraf hislerinden perişanken mi?
Bir solukta okuduğum bu mektubun akıcılığı, adeta üzerimde bıraktığı etkiyle çatışır nitelikte… Baştan sona aşkın ne olduğunu, nasıl olduğunu ve neler hissettirdiğini düşündüğüm bu mektubu okumaya sizleri de davet ediyorum. Belki yorumlarda buluşur, aşkın tanımları üzerine sohbet ederiz.
Kapak Fotoğrafı: @biokuryazmaz
İlginizi Çekebilir: Biblio Magger’dan Stefan Zweig Kitapları
Evet hikayeyi okudum, zor gerçekleşecekler içerdiği için "stalker" filmini ilk izlediğim ki gibi saçma geldi, belkide bu yüzden çabuk unutulacak örnekler içermiyor. Ama dönemin olayları yada yazarın sorunlu olması ile çözümleme hak eden bir hikaye. Yazınız için Teşekkürler. Filmi de varmış.
https://www.imdb.com/title/tt0040536/
Bariz bir abartmayla yazılmış olmasına rağmen olaylar ya da belki de yazarın "aşk" diye adlandırdığı duygunun kadına yaşattıkları beni etkilediği için birkaç satır bir şey yazmak istedim ben de. Yorumunuz için ayrıca teşekkür ederim, filmine de mutlaka bakacağım.