Gülden Ataman, Rana Kelleci ve Ayşegül Yapar’ın altı aylık birlikte düşünme ve üretme deneyinin çıktılarından oluşan “Bilmesen Ne Olur?” adlı sergi Kasa Galeri’de açıldı. Bireysel ve toplumsal ölçekteki bilinmezliklerle baş etme yollarını araştıran video, yerleştirme, desen ve interaktif yerleştirme
mecralarındaki çalışmaları bir araya getiren sergi, üç sanatçının üretim sürecine ışık tutuyor.

5-163
Rana Kelleci, Başka hiç kimsenin yolu (2023) desen, 136×185 cm

Uçucu, geçici, elle tutulamaz, kavranması zor, tesadüfi unsurlarla bilinmezin yarattığı kaygı “Bilmesen Ne Olur?” adlı serginizin temelinde konumlanıyor. Bu soyut hisler sanatsal çalışmalarınıza nasıl yansıyor?

Ayşegül Yapar: Üretim süreçlerimde deneysel ve içgüdüsel hareket ediyorum. Çalıştığım konuyla bağlantılı olduğunu hissettiğim ve vakit geçirmek istediğim nesneleri ya da görselleri bulmak için kendime zaman veriyorum. Ardından elimde üretim sürecine dair somut olan her ne varsa yorucu olmayan bağlar kurarak devam ediyorum. Yorucu olmayan bağlardan kastım üretimimin görsel ve fiziksel dilinin çoğunlukla tekrar eden figürleri, materyalleri, el ve vücut hareketlerini barındırıyor olması. Bir nevi evde oturup bütün gün örgü örüyor, ya da bir fabrikada ürün paketliyor gibi hissediyorum. 🙂 Sergide yer verdiğim eserlerin çoğunda kendi içinde tekrar eden materyaller öne çıkıyor; süngerden zincirlerin örülerek 50 metreyi bulması, silikon yüzeylerin yırtıldıktan sonra boyum kadar bir sünger parçaya iğneler ile monte edilerek yeniden birleşmeleri ve çeşitli sabun yüzeylerinden çıkardığım üzerlerinde harflerin ya da kelimelerin seçildiği silikon kalıplarının bir metal plaka üzerine buluşması birkaç örnek olarak sıralanabilir. Eserlerin her birinin bilinmezlik durumu ile ayrı bir meselesi var, fakat serginin genelinde bilinmezliği yok saymadan daha çok baş edebilme üzerine işler ürettim diyebilirim.

Rana Kelleci: Benim işlerimde soyutluk malzeme ve renklerde kendini gösteriyor sanırım. Kağıt ve kurşun kalemle çalıştığım desenlerde bilinçsizce elimin hep ara tonlar boyadığını fark ediyorum, çizgilerin ardında kağıdın varlığını hatırlatan bir şekilde elle tutulamaz lekeler çıkıyor ortaya. Videolarda bile renkleri böyle hafif ayarlamışım. Mesela sergide son odaya girerken kapının içinde, ancak kafanızı yukarı kaldırırsanız göreceğiniz bir desen var. Bu siyahtan beyaza giden bir renk skalası; bir harita lejantını veya çizim derslerinde ilk öğrettikleri ton alıştırmalarını andıran bir renk spektrumu. Bilinmezliğin soyut doğasına uzak bir konumdan, zaman çizgisinde bir potansiyeller spektrumu olarak bakmak gibi düşünüyorum bunu.

Gülden Ataman: Ben bu sergide yer alan işlerimde bahsi geçen kavramları kelimeler üzerinden değerlendirdim. Mekâna yayılan, bazen kağıt üzerinde kaybolmaya, bazen de üzerinde yer aldığı kağıtla birlikte yok olmaya çalışan kelimeler kullandım. Sanırım beni buna yönlendiren bilinmezliğin doğasını algılama biçimim oldu. Belirsizlikle karşılaşma, yüzleşme ve onun içinde kendine bir rahat alan yaratma çabasını aktarmaya çalıştım. Son odada tüm bunları birleştirmeye çalıştığım bir yerleştirme yer alıyor. Bu aslında tersine işleyen bir ritüel alanı. Serginin tüm oluşum sürecinde alınan notlardan, dışarıdaki insanlardan topladığım belirsizlik kelimeleri ile içinde gezilebilecek bir alan oluşturdum. Ortaya bunun içinde kalmak için suyla hemhal olmayı öneren bir yerleştirme çıktı.

4-206
Ayşegül Yapar, Gerçekliğinden uzak (2023) plastik şişeler, silikon, 50x50x60 cm

Sergi altı aylık bir üretim sürecine yayılıyor. Sizin için nasıl bir hazırlık dönemiydi?

Sanırım hazırlık süreci diyemeyiz çünkü mutlaka bir sergi çıkaracağız gibi bir hedefimiz yoktu, çıkarsa ne âlâydı. Sadece en baştan, sürekliliği sağlamak için üç haftada bir toplanma kararı aldık. İlk buluşmamızı gerçekleştirdiğimizde İstanbul şartlarında görüşmelerimizin sürekliliğini sağlamak adına üç haftada bir toplanma kararı aldık. Süreç bir grup terapisi gibiydi, hayatlarımızdaki gelişmelerden, gündemden ne yönde etkilendiğimizden, o sırada yaptığımız işlerden konuşuyorduk. Birbirimizi yönlendirmiyorduk; herkes ne kadar neyden bahsetmek isterse ona alan tutuyorduk aslında. Ve tabii ki hayatı üreterek anlamaya çalışan başka insanlarla bir arada olmanın getirdiği bir zenginlik oluyor, birbirimizin yöntemlerinden çok şey öğrendik.

3-258
Gülden Ataman, Suya tutunur, beklerim. (2023) interaktif yerleştirme

Sergide sanatçı olarak bulunmanız dışında birlikte imza attığınız küratöryel bir anlayış da söz konusu sanıyorum. Bu dinamiği nasıl yakaladınız?

Beraber belli bir süre geçirmiş olmamızın bunda büyük etkisi var, çünkü bu sürede hem birbirimizi daha iyi tanıdık, ortak meselelerimizde derinleştik, hem de vakfettiğimiz zaman ve enerjiden sebep sürece bir sorumluluk geliştirdik. Ortaya bir sergi koymak için çalışmaya başladığımızda hepimizin en iyi sonucu yaratmak üzere çalıştığına güvenimiz tamdı, bu yüzden kimse kontrolcü davranmadı ve herkes tutabildiği yerden tuttu, iş bölümü çok doğal gelişti. Aynı zamanda üretimlerimiz ve sergideki eserlerin geleneksel mecralar olması ve yerleştirme mecrası ile yolumuzun kesişiyor olması küratöryel süreçte doğal olarak bize yardımcı oldu. İşleri yerleştirirken mekânda fikir teatisi ile yol almak güzel sonuç verdi. Deneyerek bakmak için zamanımız vardı, bu şansı da iyi değerlendirdik diye düşünüyoruz.

2-278
Bilmesen Ne Olur

”Bilmesen Ne Olur?” sergi adı da bilinmezliğin yarattığı boşluktan ilham alıyor ve izleyiciye gerçek anlamda bu soruyu soruyor. Sınırların belirsizleştiği, doğru ile yanlışın birbirine karıştığı günümüzde gerçek/doğru bilginin varlığı tartışılır hâle geldi. Bunu sanatsal üretiminizde nasıl ele alıyorsunuz?

Bahsettiğin bu post-truth/hakikat-sonrası çağda bilmemekle barışma çabamız bilme isteğimizin olmadığı anlamına gelmiyor, yani nasılsa gerçeklikler görünür değil deyip boş vermek veya aramaktan vazgeçmek değil önerimiz. Ama neyin doğru, fonksiyonel ve adaletli olduğu konusunda bireysel karar mekanizmalarımızı güçlendirmek için kargaşadan çıkıp bir sakinleşmek ve kendimize dönmek yararlı bir strateji gibi görünüyor. Galiba hepimizin pratiklerinin temelinde kendimizle hesaplaşmalar var, bu kendine dönüş tavrı işlerimizin plastiğinde -veya sanat eserinin aurasında- kendini gösteriyor olmalı. Şöyle bir şey yaşadık mesela bir ziyaretçimiz ağladı, ki sergiyi gördün, kimseyi ağlatacak bir sergi değil. 🙂 Fakat işler üzerinden kendi ile buluşabildi ve kendinde bulduklarından duygulandı, bu müthiş bir geri dönüştü bizim için.

1-343
Bilmesen Ne Olur

Gelecek planlarınız arasında neler yer alıyor?

Rana Kelleci: Sergi kapanır kapanmaz çok sevdiğim bir mekânda, Nişantaşı’nda Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde, küratörlüğünü Melike Bayık’ın yaptığı “Bir Şans Daha Var mı?” sergisine katılıyorum. Yine çok yakında katalog yazıları ile eşlik ettiğim sergiler olacak. Bunun dışında atölye ve iş rutinine devam.

Ayşegül Yapar: Bu soru ile karşılaşmam benim için manidar oldu çünkü geleceği pek planlayabildiğim bir noktada değilim. 🙂 Şu anda Bolonya’dayım ve bir süre daha burada olacağım gibi gözüküyor. Bilmediğim bir sürü durum ve duygu ile devamlı yüzleşiyorum ve bu süreçte yabancı olduğum bu yerde bilindik birkaç alan arıyorum kendime. Henüz tanışmadığım yeni sanat üretimlerim için ise materyalleri şehirde gözlerim ve kulaklarım arıyor. 

Gülden Ataman: Geçtiğimiz yıllarda çeşitli sebeplerle yarım kalmış olan birkaç projemi yeniden ele almaya çalışıyorum. Sanırım önümüzdeki yıl benim için onlarla geçecek. Pandemi sürecinde başlamış olduğum ve İstanbul’a taşınmamla yarım kalmış olan bir projemi tamamlayarak izleyiciyle buluşturmak istiyorum. Sonrası için ilk kişisel sergimin hazırlıklarına başlamayı planlıyorum.

Kapak Fotoğrafı: Kasa Galeri

İlginizi çekebilir: Artsy Magger’dan İstanbul Sergi Takvimi