Bir Amsterdam Hikayesi
Bittiğine inanmak istemediğimden olsa gerek, yaklaşık bir aydır beklettiğim ve bir türlü yazamadığım Amsterdam’ı anlatmak için oturdum bugün bilgisayarın başına. Kahvemi koydum, müziğimi açtım ve resimlere bakmaya başladım.
Amsterdam’da güne başlamak ne kadar da güzel!
Bagels&Beans Konum
Hele bir de o gün, kahvaltı yaparken bile Harikalar Diyarı’nda bir Alice gibi hissettiren Bagels & Beans‘te başlıyorsa…
Zincir restoranlara karşı olsam ve her zaman butik yerleri daha çok sevsem de Bagels & Beans Hollanda’nın -bence- en tatlı sevimli ve butik zincir kafelerinden.
Bir yerin hem zincir olup hem de butik kalabiliyor olması ne güzel bir tezat! Bu yüzden mi bilemem ama Bagels & Beans’in tüm kahve ve çay tabaklarında da her defasında farklı bir “tezat” karşımıza çıkıyor, işte white & black (beyaz & siyah) ve poor & rich (fakir ve zengin) kahvelerimiz:
Bu şirin ve keyifli kafenin oldukça zengin de bir menüsü var. Biz 6 gün kaldığımız Amsterdam’da aynı mekana iki kere gitmeme ve yeni yerler keşfetme sözü vermiş olmamıza rağmen, resmen canımız deli gibi bu bagellardan çektiği için son günümüzde de burada kahvaltı yaptık. Lezzetlerini de böyle özetlemiş olayım işte.
Aşağıda menüyü ve yediklerimizi paylaşıyor, burayla ilgili de son olarak “Mozarella ve pestolu bagel’nı yemeden dönmeyin!” diyorum. Hadi o zaman atlayın bisikletlere! Şimdi de ikinci favori kahvaltı mekanımıza gidiyoruz!
Pancake Corner Konum
Yine Amsterdam’n en çok sevdiğim meydanı Leidesplein’den bir başka kahvaltı mekanı da Pancake Corner.
İsmi her ne kadar pancake köşesi olsa da bence bu köşe asıl “İngiliz Kahvaltısı Köşesi” olmalı. İngiliz kahvaltılarının porsiyonları kocaman, doyurucu ve lezzeti de şahane! Benim gibi günün her öğünü tatlı, ama kahvaltıyı tuzlu sevenlerdenseniz omletlerini de tavsiye edebilirim.
Kahvaltımızı güzel yaptık, şimdi yağmuruyla bile çok güzel olan Amsterdam sokaklarında dolaşalım biraz, ellerimizde turuncu şemsiyelerimiz ve ayaklarımızda bavulumuzun olmazsa olmazı spor ayakkabılarımızla! (Biz hiç toplu taşıma kullanmadık. Her yere yürüyebilir ya da bisikletle kolaylıkla ulaşabilirsiniz.)
Coffeshop’lar:
Zincir restoran, kafe, hatta mağazalara olan önyargımı kıran bir mekan daha! Her yerde görebileceğiniz zincir coffeshoplardan Bulldog favorim oluverdi bir anda! Ardından da Smokey onu takip ediyor.
Saçma gelebilir ama bir önerim daha var. Gitmeden önce notlarınıza alın, ve Bulldog’un hamburgerini deneyin! 🙂 Tadi damağımda… Yummmm!
Smokey’de ise nane çayını öneriyorum. Bu arada Smokey de dahil olmak üzere hemen hemen her yerde çay ve kahvenin yanında minik paketlerde çok şirin bisküviler veriyorlar.
Amsterdam Müzeleri:
Müzeler arasından seçim yapmak lazım. Buraya kadar gelmişken Van Gogh Museum olmazsa olmaz, Heineken Experience tercihe bağlı (biz gitmedik), Madame Tussauds başka ülkelerde daha önce ziyaret ettiyseniz bu kadar güzel bir şehirde o kadar da vakit harcamaya değmez. Anne Frank’a kesinlikle gitmeye değer. Aslında çoğu sokakta görebileceğiniz minik turist danışmalarına gidip tüm broşürleri alın, sorularınızı sorun, gerekirse birkaç müze için indirim veren kartlardan edinin. Dönemsel sergi, galeri ve müzelerden de böylelikle haberdar olabilirsiniz. Şehir sanat ve tarih dolu… Her köşede minik bir atölye, galeri ve aynı zamanda kocaman müzeler var. Biraz kişisel ilgi alanlarınız belirleyici olacak karar vermenizde. Ben Heineken, Madame Tussauds gibi müzeleri biraz eğlencelik buluyorum. Yani sanki çok Amsterdam’a has değiller, o yüzden daha buraya özgü olduğu hissini yaşatan Stedlijk ve Leidseplein’in hemen arkasında kalan Rijks’e yönelebilirsiniz.
Bunu söylüyorum ama sıkı durun, biz hangi müzeye çok büyük bir heyecanla gittik? Uzun zaman İstanbul’da olmasına rağmen gidemediğimiz, gidemediğimiz için de çok üzüldüğümüz Body Worlds! Bu arada buraya yeniden geliyormuş ama olsun, orada keyifli zaman geçirdik 🙂 Konu “mutluluk”tu. Mutlu olmak, sağlıklı olmak, iyi beslenmek spor yapmak, aşık olmak, hayatta istediğin şeyi yapmak… Bir müzeden daha güzel ve “mutlu” duygularla ayrıldığımı hatırlamıyorum bugüne kadar…
Bu mutlu ve güzel duygular içindeyken keyfimize biraz daha keyif katalım ve Kanal kenarındaki minik publardan birine oturup Amsterdam’ın olmazsa olmazı Heineken’imizden bir yudum alalım.
Bagels and Beans ve Pancake Corner kahvaltıda birinci ve ikinciliği paylaşıyordu, kahvaltıdan sonra sizi epey bir dolaştırdım. Müzeler, coffeshoplar, yürüyüşler ve kanal kenarında bir biradan sonra biraz daha yemek zamanı geldi gibi sanki!
Amsterdam’ın Sokak Lezzetleri
Amsterdam’ı hakkıyla yaşamak istiyorsanız kaçırmamanız gereken lezzetler işte burada:
1. Febo:
-Canım, ATM’ye gitmem lazım, karnım çok acıktı. / -??????? / -Hamburger ATM’si!
Bozuk paranızı attığınızda seçtiğiniz ürünün kapağı açılacak. Arkada sürekli ürünleri yenileyen gerçek bir insan olduğu için de yemekler hep sıcak. Zaten özellikle gece geç saatlerde rağbet o kadar çok ki, içeride beklemeye şansları bile olmuyor bu minik burgerlerin.
2. Hot Dog
Madem Amsterdam’a geldin, o zaman sokaktan hot dog da yiyeceksin, arkadaş! 🙂
3. Yiyebildiğin kadar kaburga!
Atelite All Sports Cafe‘de ye yiyebildiğin kadar kaburga – 10,95 euro.
Ben yedim mi? Kırmızı etle aramdaki seviyeli ilişkiyi bilenler hemen doğru cevabı verdi, ama bizimkiler yedi, tadını da sevdi. Ben de sizin için resmini çektim.
Şimdi biraz eğlence! Amsterdam’da Gece Hayatı
Kaldığımız süre boyunca bize eğlenceli görünen minik publar ve barların hiçbiri bizi pişman etmedi. Bence önünden geçerken “Buraya girelim!” diye içinizden geçirdiğiniz her yere gidip oturabilirsiniz. Tatilin güzel yanı biraz da bu değil mi? Her şeyi planlayıp elinizde bir listeyle dolaşırsanız bunun zevki neresinde? Bu yüzden size birinci önerim ” yüreğinizin götürdüğü yere” gitmek olsa da yüreğinizin gözünden kaçarsa diye sadece iki minik not eklemek istiyorum.
1. Coco’s Outback Pub Konum
Burada kokteyl içmeden dönseydim bir yanım hep eksik kalacakmış da haberim yokmuş! 🙂
Beraber gittiğimiz arkadaşlarımızdan birinin yıllar önce Hollanda’da Erasmus yapmış olmasından yararlanarak Coco’ya gittik. Gördüğüm en eğlenceli kokteyl menüsüne sahipler. Ben sadece sarhoş ayıcıklar ile beraber servis edildiğini okuduğum için Gummy Bear Martini’sini içtim. Sarhoş ayıcıklar öyle tatlılar ki, kokteyli içerken onları da istemeden yiyiverdim!
2. Paradiso Konum
Amsterdam’ın en iyi gece kulübü olduğuna dair aldığımız duyumlar doğruymuş.
Bir zamanlar kilise olarak kullanılan tarihi ve görkemli binası ile henüz girmeden çok etkilendiğimiz Paradiso’nun kapısında bir hayli sıra bekledik ama adımımızı ilk attığımız an anladık ki beklediğimize fazlasıyla değdi!
Şansımıza bize “geçmişten günümüze” efsane olmuş çok eğlenceli şarkılar çalan bir DJ’in partisi vardı. Hani bir 10 yaş küçük olsam neredeyse her şarkıda “yaay en sevdiğim şarkı!” diye çığlık atabilirdim.
Şimdi artık biraz keşif ve ardından da kanal kenarında sessiz sakin keyif yapalım.
Amsterdam Keşifleri:
1. Flower Market (Çiçek Pazarı)
2. Hollanda peynirleri:
Mutlaka alın, evinize de götürün!
3. Kanalın kenarında uzanın, gelip geçen tekneleri izleyin (izlemekle kalmayın kanal turuna çıkın.) Orada sakin sakin oturduğunuz bir an ne kadar huzurlu olduğunuzu düşünür ve mutluluktan karnınızda kelebekler uçmaya başlarsa fotoğraf çekmeyi bırakın, video çekin.
Benim öyle bir videom var mesela… Geçen teknelerin, yarattıkları dalganın, arada bir insan kahkahalarının, bazen hafif rüzgarın sesinin olduğu, o an orada otururken çevremde olup biten her şeyi çektiğim yaklaşık iki dakikalık bir video. Şimdi o huzuru hatırlamak, gözümü kapayınca oraya yeniden dönebilmek istediğimde görsel hafızamı çok zorlamak zorunda kalmıyorum böylece 🙂
Daha yazacak çok yer, çok anı, çok mekan ve çok hikaye var. Bana kalsa bu yazı hiç bitmez, bitmesin de… Hep turist olalım, hep turist kalalım.
İlk yorumu siz yazın!