Ömer Fırat Köker ile: “BİR mor ve ötesi MÜZİKALİ: ARAF” Üzerine
mor ve ötesi… Onları anlatmaya kelimelerimin kolay kolay yeteceğini hiç sanmıyorum. Kurulduğu yıldan bu yana dinleyicisinin gönlünde hep özel bir yeri olan, şarkılarındaki sözlerle duygularımıza tercüman olan, yaptıkları müzikle geçmiş kadar bugünü de anlamamızı sağlayan bir grup mor ve ötesi. Belki de bundan çok daha fazlası. Çünkü grubun şarkılarının canlı bir orkestrayla sahneye taşındığı BİR mor ve ötesi MÜZİKALİ: ARAF, yeni tiyatro sezonunun en heyecan veren işlerinden birini buluşturdu bizlerle. Shakespeare’in ölümsüz oyunu Hamlet’in, mor ve ötesi’nin şarkılarıyla birleştiği ARAF, aynı zamanda Türkiye’de sahnelenen müzikal örneklerine yeni bir soluk ve bakış açısı getirerek ortaya “jukebox musical” türünün dilimizdeki ilk gerçek örneğini de ortaya koydu. Baran Bölükbaşı, Şifanur Gül, Reha Özcan, Canan Ergüder, Beyti Engin’in başrolü paylaştığı müzikalde Cem Güler, Yunus Emre Terzioğlu, Ece Yaşar, Ayşe Buse Özgel, Ayşegül Aslan Öcal, Bahar Elden, Bartu Ayaz, Beril Korkmaz, Ezgi Acıoğlu, İlteriş Berat Bakırhan, Yağmur Elif Seber ve Zeynep Çötelioğlu sahnedeki yerini alıyor. Ben de bu kapsamda bir süre önce izlediğim müzikali proje tasarımını ve yönetmenliğini üstlenen Ömer Fırat Köker ile tüm yönleriyle konuşma fırsatı buldum. Keyifli okumalar dilerim.
Takvim yaprakları 31 Mayıs 2024’ü gösterdiği zaman, gerek mor ve ötesi sevdalıları gerekse tiyatroseverler için harika bir haberin müjdelendiği gün oldu. “Hamlet’in Hikayesi, mor ve ötesi’nin Müzikali…” şeklinde kısa bir teaser ile duyurulan müzikalin hikayesi hiç kuşku yok ki çok daha önceye dayanıyor. Özellikle bu projenin ilk nasıl filizlendiğini ve sizin dahil olma sürecinizi konuşalım dilerseniz.
2019 yılına gitmemiz lazım… Kulağımda kulaklık “Oyunbozan” dinleyerek yürüyorum bir gün, şarkıyı Ophelia söylüyor sanki. İçinde bulunduğu durumu ve Hamlet ile olan ilişkisini, herkesin gördüğü ama kimsenin ona yardımcı olmadığını anlatıyormuş gibi hissettim. İlk aklıma düşmesi bu andır. Birkaç gün içinde “Araf” şarkısı sanki Hamlet’teki tüm karakterlerin birer cümlesini söylediği bir teaser’a dönüştü aklımda. Gerçekten bu kadar uyum var mı diye Hamlet’i tekrar okudum. Zaman içinde okudukça, dinledikçe bu uyuma daha da inandım. Sonrasında sırasıyla yaratım ekibimiz, mor ve ötesi, BKM ve kadromuz ikna olup dahil oldular projeye.
William Shakespeare dediğimizde uçsuz bucaksız bir evrenin içine dalıyoruz. Peki bu evren içinde müzikalin temelini oluşturan eser olarak neden Hamlet seçildi? Bu seçimde hangi faktör(ler) etkili oldu? Ve neden bir Macbeth, Othelle veya Romeo ve Juliet olmadı seçilen eser?
Shakespeare uçsuz bucaksız bir evren evet ama mor ve ötesi de benim için öyle. Yukarıda bahsettiğim uyum, zaman içinde zihnimde bir aynılık haline geldikçe başka bir eser düşünmedim hiç. İki farklı ozan, insanlığın ebedi sorularına farklı zamanlardan cevap arıyorlardı sadece. Bu arayışı zaman ve mekandan bağımsız anlatma fikri de ilk bu sebeple geldi aklıma.
Shakespeare’in ölümsüz metninin mor ve ötesi’nin klasikleşen şarkılarının yeni yorumlarıyla birleştiği ARAF’ta, ortaya “jukebox musical” türünün dilimizdeki ilk gerçek örneği çıktı. Bu türe aşina olmayanlar için jukebox musical’i biraz daha açabilir misiniz? Klasik müzikallerden hangi yönleriyle ayırılıyor? Ve bu türün ülkemizde gerçek anlamda ilk kez sahneye konacak olması üzerinizde bir baskıya yol açtı mı?
Jukebox sadece bir sanatçı ya da grubun şarkılarından oluşan bir müzikal türü. Benzer işler ülkemizde de dünyada da yapıldı. Bizim ilk gerçek örneği olarak anılmamızın nedeni, grubun tüm diskografisinden hiçbir albümü atlamadan seçtiğimiz 27 şarkıyı; Hamlet metnine yeniden yazım yapmadan ya da şarkıları anlatan yeni bir metin yazmadan gerçekleştirmiş olmamız. Baskıya yol açtı diyemem. İlk kez yapılıyor olmasının önüne çıkan tüm zorlukları da; yeni ve özgün bir şey yapmanın heyecanına tutunarak aştığımızı düşünüyorum.
Hamlet’in yüzyıllardır sorduğu soruların mor ve ötesi’nin şarkılarıyla cevabını bulduğu müzikalin proje sürecini de oldukça merak ediyorum. Hamlet’in orijinal metninin mor ve ötesi’nin şarkılarının sözleriyle olan adaptasyonunu nasıl gerçekleştirdiniz? Bu süreçte sizin yanı sıra Ayça Seymen ve Seda Güney de uyarlama noktasında yer alan isimler. Üç kişi bu süreci nasıl yürüttüğünüzü ayrıntılı şekilde öğrenebilir miyim? Ve tabii ki mor ve ötesi bu süreçte nasıl etkin bir rol aldı?
Ayça ve Seda’yla uzun yıllardır bir yol arkadaşlığımız vardı zaten. Proje yapımcımız Birnil Sarıkaş’la da aynı şekilde. Kafamda proje netleşmeye başladığında ilk bu üç kişiyle paylaştım fikrimi. Onlar da benimle aynı süreçleri şaşkınlıkla yaşayıp benimle aynı rüyayı görmeye başladılar hemen. Sonrasında yaklaşık bir yıllık bir sürede; yeniden bir yazım yapmadan, orijinal metinden dramaturjik kısaltmalar ve kurgular yaptık, şarkılar ve sahneleri aklımdaki rejiye uyan bir kurguyla birleştirdik. İlk versiyonu elimize aldığımızda grupla temasa geçtik. Fikrimizi dinlediler, sevdiler ve hiç karışmadan olgunlaşma sürecini takip ettiler iki sene kadar. 2023 yılında projeyi BKM’ye gönderdik. Bir hafta sonra toplantıdaydık ve birlikte yapıyoruz dedik. mor ve ötesi ile BKM’yi ikna ettikten sonra hazırlık sürecimiz başladı.
Ekip olarak “Projenin en zorlu yanı buydu” veya “Umduğumuzdan daha kolaydı” dediğiniz noktaları neler oldu?
Gruptan, yapıma, cast sürecine kadar olan ikna süreçleri diyebilirim en zorlu kısım için. Prova süreci, ne kadar yoğun ve kendi içinde yorucu olsa da ön hazırlığımız iyi olduğundan bizim için daha kolay kısmıydı.
Bugüne dek gerek ülkemizde gerekse dünyada Hamlet’in birçok versiyonu seyirciyle buluştu. Sadece tiyatro da değil tabii ki. Gerek dizi, gerekse sinemada da farklı birçok Hamlet ile karşılaştık. Zihninizdeki Hamlet repertuvarını da göz önüne aldığımızda sahneye konan bu yeni yorumda “Şunu özgün bir şekilde yansıtmayı başardık” dediğiniz noktalar neler mevcut?
Biz ilk çalışmalarımızdan itibaren hep öncelikle mor ve ötesi müzikali yapıyoruz, sonra Hamlet dedik. Bunu öncelediğimiz için Hamlet uyarlaması değil, Hamlet’in hikayesi dedik duyurularımızda. Bu düşünceyle kurduğumuz distopik Araf ülkesinde, iki ozandan birini diğerine kurban etmeden sözün müziğine ya da müziğin sözüne ulaşmamız da en büyük başarımız diyebilirim.
Hamlet’in hakikatle başa çıkma çabasının mor ve ötesi’nin sözleriyle; o günün karakterlerinin ise bugünün insanlarıyla buluştuğu müzikalde zaman geçişlerini kullanmakta dramaturjik olarak neyi hedeflediğinizi merak ediyorum. Bu tercih bir yönüyle seyircinin kendi alt metnini de oluşturmasına çok açık. Sizin alt metniniz neydi?
İçine sıkışıp kaldığımız sınırlar, cevaplarını aradığımız sorular bitmek bilmeyen tarihsel bir döngü. Bu döngü bazı zaman dilimlerinde olumlu/olumsuz kırılmalar yaşıyor. Biz de bu zamanları işaret ederek, kendi zamanımızda yaşayan insanlara çağlardan beri yalnız olmadıklarını, hakikati ararken geç kalmamamız gerektiğini söyleyerek umut vermek istedik. Bir kabus bitip diğeri başlayacak ama biz hep savaştık hep kazandık. Kendi gözlerimiz göremese bile kazandıklarımızı ya da kazanırken kaybetsek en değer verdiklerimizi; birileri gitmeyecek, anlatacak bizi ve her şeyi.
Benliği ele geçiren intikam arzusuyla iktidar ilişkisi, nefret, aşk, aile bağları ve daha pek çok olguyu insanoğlunun pek çok coşkun duygusuyla aktaran bir tragedyaya şahitlik ediyoruz müzikalde. Bunların her biri esasında sadece bugünün değil, insanoğlunun var olduğundan bu yana evrim geçirerek günümüze ulaşan kavramları. Shakespeare’in metinlerini kendimize tutulan bir ayna olarak görebilir miyiz?
Kesinlikle görebiliriz. Shakespeare’in oyunlarındaki her karakter kavramın o günkü temsiliyle savaşır gözükse de aslında kendisiyle savaşır. Bu sebeple günümüze ve geleceğe çok rahat adapte edilebilir Shakespeare’in her oyunu. Hamlet’te de karakterleri bir ülke gibi görebiliriz, tam da bu açıdan. Sınırları, ekonomileri, kültürleri olan ülkeler gibi. Bu ülkelerin bir araya geldiklerinde çatışmalarını, anlaşmalarını görürüz ama kimse sınırını bir diğerine tamamen açmaz. Küflenme nasıl merkezden başlarsa çürümüş bir krallık da merkezindeki yozlaşmış bireylerden oluşur Hamlet’te.
mor ve ötesi’nin şarkılarının sözlerini müziğin içinden çekerek incelediğimizde ne derece anlamlı olduğu ve gerçekten düşünülerek yazıldığı hepimizin malumu. Fakat bu sözlerin müzikal bir tiyatro oyununda daha da canlanarak bu eserle böylesine bir uyum sağlamasını ve adeta birbiri için yaratılmış olmasını açıkçası tahmin etmiyordum. Bu noktada Hamlet’in metnine bir puzzle gibi yerleştirilen oyunda bu sürecin üzerine ne denli uğraşıldığı açıkça görülüyor. Peki sizin projenin öncesinde ve sonrasında mor ve ötesi’nin şarkılarının sözlerine olan bakış açınız ne derece değişti?
Herkes aynı şaşkınlığı yaşıyor önce, sizi en çok ben anlarım bu konuda. Ben müziği ve sözleriyle çağımızın ozanlarından görürdüm grubu zaten. Dinleyicisiydim ama çok da hakim değildim açıkçası. Albümlerin her birini detaylı inceledikçe, şarkıları dinledikçe şiire ulaşan bir grup olduklarını fark ettim söz ve müzik olarak. Kendi coğrafyasının, dünyanın ve dönemin sorunlarına çıkardıkları ses, yaptıkları tespitler, verdikleri cevapları görünce aslında tragedyaya birebir uyan bir diskografiye sahip olduklarını fark ettim. Hamlet metniyle daha ne kadar benzeyebilirsiniz ki?
Metnin yaşamla ölüm arasında, iktidarla intikam arasında, düşüncesi ile eylemi arasında, insanın tüm zamanlara özgü çelişkilerini tartışan yapısı, tüm o yolları ARAF’a çıkarıyor. Araf’ın varlığı Oyunbozan’ın (Hamlet) kaderine nasıl etki ediyor? Ve bundan bağımsız olarak “Araf” sizin için neyi temsil ediyor?
Oyunbozan’ın ve diğer tüm karakterlerin çelişkileri kendi araflarından çıkamamalarına sebep olurken; hepsinin oluşturduğu ülke de hiçbir yere ait olamayan, “Sadece renkler vardı sonra kayboldu onlarda, biz nefes alamadan” diyebileceğimiz bir toprak parçasına dönüşüyor gitgide. Araf’ı ve içinde yaşayanları ayrı düşünemiyorum bu yüzden. Her şey herkesi etkiliyor, kendilerine dokunmadan farkına varamıyorlar sadece. Bu geç kalmışlık, eyleme geçememe hali yayıldıkça herkes mutsuz sona adım adım yaklaşıyor. Araf benim için bir oyun olarak kalmıyor saydığım bu sebeplerle; ilk göz ağrım, hayatımla ve yaşadığım dönemle en büyük yüzleşmem oluyor.
Oyunbozan için bulunduğu ülke, başından en derinlerine dek çürümüş ve yozlaşmış bir vaziyette. Bu durum istesin veya istemesin ahlaki bozulmayı düzeltmek için kendi varoluşunun da bir tekamülü olarak nitelendirilebilir. Ancak onun davasını yalnıza babasının öldürülmesi gerçeğine de indirgeyemeyiz kanaatimce. Karşısında karanlık bir şekilde duran bu cinayetin herkes tarafından kolaylıkla kabullenebilmesi, cezasız kalması, insani çıkarların yarattığı vurdumduymazlık ve güce duyulan körü körüne bağlılıkla yaşadığı toplumun tüm dokularına nüfus etmiş çürümenin de onun davasına olan inancını güçlendirdiğini söylememiz mümkün mü?
Oyunbozan’a malum olan sonrasında emin olduğu gerçek aslında tüm toplumun da malumu. Oyunbozan emin olduğunda bile harekete geçemiyor çünkü görünenle olan bir değil. Oyunbozan’ın içinde olduğu durum ne babasının hayaletinin gördüğü ne de annesinin görmek istediği. Kral ve halkın görmek istediği de olamıyor, kendini ararken. İnsanlar ona “Nasılsınız?” diye sordukça kötüleşiyor, normal kalmaya çalıştıkça deli olarak görülmeye başlıyor, intikam almak istedikçe onaylanma isteği artıyor. Güçlendirdiğini ya da zayıflattığını net olarak söyleyemeyiz belki ama kesinlikle ne isterse tam tersi olmasına sebep oluyor, dönemin ve toplumun durumu.
Psikoseksüel gelişim dönemlerinde, erkek çocuğun anneye duyduğu aşkı ve babasının yerine geçme arzusunu “Oedipus kompleksi” teorisiyle ortaya koyan Sigmund Freud, bunu inşa ederken Shakespeare’in Hamlet’inden de etkilenmiştir. Babasının katilini öldürmekte sürekli geciken, annesinin kocası olamadığı için prens olduğu halde kral olamayan Hamlet’in annesiyle bilinçaltı ilişkisinde de Oedipus karmaşasının izleri olduğuna dair pek çok yorum bulunuyor. Sizin bu konudaki yorumunuz nedir?
Doğru sözcük bu olabilir işte, karmaşa. Her çelişki bir karmaşaya dönüşüyor Hamlet’in karakterinde. Oedipus kompleksinden de kesinlikle izler taşıyor aralarındaki ilişki ama tamamen bunun üzerine kuramadığımız için zaten Hamlet. Hiçbir şekilde kategorize edilemiyor, onlardan izler taşıyor sadece. Canan ve Baran bu anları çok doğru ele aldılar bence ilişkilerinde, biz de reji yorumumuzda bu anları seyirci gözünde iz olarak kalacak ölçüde vurgulamaya çalıştık, ne eksik, ne fazla.
Shakespeare’in yazdığı Hamlet ile Freud’un psikanalitik yaklaşımı, Sartre’ın varoluşçuluk tanımı, Foucault’nun sosyal teoriden delilik kavramına bakışı, Baudrillard’ın “simülasyon” kuramı ve “post truth politics” (hakikat sonrası siyaset) kavramları gibi pek çok okuma yapmak mümkün. Esasında tüm bunlar Hamlet’in ne denli çok katmanlı bir karakter olduğunu da kanıtlıyor. Hamlet gibi bir karakterin varlığını dünya tiyatro tarihi açısından nasıl değerlendirirsiniz?
Shakespeare’in tüm oyunlarında gördüğümüz çok katmanlılık ve farklı okumalara mümkün olma durumu, Hamlet’te diğer oyunlarından bile daha fazla. Hamlet karakteri bu özelliğiyle sadece dünya tiyatro tarihinin değil, tüm insanlık tarihinin en önemli edebi karakterlerinden biri bence. İnsanın kendisiyle ilk yüzleşmelerinden biri.
Oyuna tekrar dönecek olursak tecrübeli isimlerin genç ve dinamik bir oyuncu topluluğuyla aynı sahneyi paylaştığına şahitlik ediyoruz. Tabii bu noktada Oyunbozan (Hamlet) rolündeki Baran Bölükbaşı için de ayrı bir parantez açmak gerekiyor çünkü bu oyun kendisinin de ilk tiyatro deneyimi. Başrol için bu seçim bir fırsat olduğu kadar aynı zamanda risk de içeriyor. Oyunbozan rolü için Baran’ın seçilmesinden de söz etmemiz gerek sanıyorum.
Müşfik Hoca “Hep çalışmak bizim mesleğimizin yüzde 95’i” derdi. Ben de böyle düşünüyorum. Baran aldığı riski fırsata, üzerindeki baskıyı avantaja çevirebilen çok çalışkan, potansiyeli çok yüksek bir oyuncu ve şarkıcı. Ayrıca yine hocamızın dediği gibi önce iyi insan. Tanıştığımız andan bu yana işi ve ekibi sahiplenen yüksek bir enerji kattı projeye. Sahne tecrübesi arttıkça çalışkanlığıyla potansiyelini gerçekleştireceğine olan inancım tam.
Hamlet’in ARAF haline getirilip mor ve ötesi’nin şarkılarıyla bir müzikale dönüştürülmesini bir başkaldırı olarak nitelendirebilir miyiz?
Ben güzel bir birliktelik derdim bunun yerine. Başkaldırdığımız esas, prodüksiyon tiyatrosunun da bir tiyatro olduğunu unutmadan bunu gerçekleştirmemiz.
Oyuncu kadrosunda yer alan Baran Bölükbaşı, Şifanur Gül, Reha Özcan, Canan Ergüder ve Beyti Engin’i de konuşmamız gerekiyor. Kendilerinin varlığı bu projeye neler kattı?
Hepsi çok değerli isimler, her birinin katkıları paha biçilemez. Karakterleri o kadar özgün bir biçimde ele aldılar ve birbirleriyle sahnede öyle bir denge kurdular ki, benim için onlardan öncesi ya da sonrası yok artık. O karakterler onlarla var. Cem Güler, Yunus Emre Terzioğlu ve Büyük Düşler’in her bir üyesiyle; sahne arkasıyla bir ailenin dinamiklerini sözden çıkarıp gerçek kıldık diyebilirim.
ARAF aynı zamanda ilk müzikal yönetmenliği tecrübeniz. Prodüksiyonun büyüklüğünü de göz önüne alırsak bu sizin için nasıl bir deneyim oldu?
Yeni olan her şey bana önce heyecan hissettirir. İçinde sevgi, kuşku, korku barındırmadan salt heyecan. Diğerleri zaman geçtikçe bulduğum duygular. Heyecanım her oyun devam ediyor nereye gidebileceğini düşündükçe. Zaman zaman seviniyorum, korkuyorum ama heyecan hep kalıyor. Öğrendiğim, öğrendiğimiz bir deneyim oldu ekipçe, bazen de öğrettiğimiz. Araf öncesi ve sonrası var artık benim için.
Barış Dinçel imzalı sahne tasarımı, Deniz Bilgili imzalı kostüm tasarımı ve sahne gerisindeki orkestra da müzikalin anlatısını güçlendiren bir diğer faktörler. Sahneye taşınan bu tip büyük prodüksiyonlarda ekibin de kendi içindeki uyumu ve ellerinden gelenin fazlasını katması, seyircinin beğenisiyle de doğrudan bağlantılı. Böylesine büyük bir projenin teknik olarak zorlukları neler oluyor peki?
Provaya her gün birlikte gidip gelen bir ekiptik mesela. Arabası olan herkes, arkadaşlarını toplayarak geliyordu. Servis diye grubumuz var, yönetmeninden asistanına, başrolünden ensemble kadrosuna hep böyle bir uyumla çalıştık. Kendini yanındakinden ayrı düşünmedi kimse. Bu denli birbirine bağlı bir ekip olarak karşımıza çıkan her türlü zorluğun üstesinden geldik. Zaman zaman tartıştık, konuştuk, çalıştık bolca ama sonunda hep birbirimize sarıldık. Finalinde dediğimiz gibi “Biz bir kabusu yendik!”
Röportajımızı BİR mor ve ötesi MÜZİKALİ: ARAF’ı izleyecek tiyatroseverlere mesajınızla bitirelim.
Dünyanın bu döneminde, yaşadığınız ne varsa, iyisiyle kötüsüyle bilin yalnız olmadığınızı. Bu duyguyu paylaşmak, yan yana olmak her oyundan daha önemli. İyi ki varsınız.
Kapak Fotoğrafı: Enes Küpçü
İlginizi çekebilir: Halil Şimşek’ten Bülent Gültekin ile: Aramızdaki Mesafe Oyunu Üzerine
İlk yorumu siz yazın!