Geçtiğimiz Eylül ayında kaybettiğimiz Birol Ünel’in ardından, hayatının manşetlere pek çıkarılmayan kesitlerine ulaştıkça, klasikleşmiş “Yetenekli aktör/Kendisine uygun yazılmış karakter” formülündeki yerini sorgulamıştım. Ünel’in, içinde bulunduğumuz teknik çağında, adeta makinalaşan öznenin ne kadar uzağında durduğunu düşünmüştüm. Hislerimi bu yazıyla aktarmaya çalıştım.

birolunel
Birol Ünel | Fotoğraf: Pinterest

Ateşe baktığımızda ne görürüz? Ne olarak görürüz, nasıl davranırız? Duyularımızla tanırız onu, kolaylıkla. Elimizi uzatırsak yanacağımız ama parmağımızı içinden hızlıca geçirebileceğimiz tecrübeyle sabittir. Mesafeli dururuz genellikle. Peki ya bir an dikkat kesilip ateşin salt kendi oluşunu, ahengini ve dansını görebilirsek? Tanışık gelen ezberleri bırakıp, duyuların ardına bakmak istersek? Esirmeye kadar vardırılabilecek bir şeyden, bir halden veya hallerden bahsediyorum. Dansı izlediğimiz sırada ne olup bittiğini tarif edemeyiz. Bu, ateşin ideasına dayandırdığı ve tükettiği yakıtta saklı olabilir. Eğer bu aşkınlığa dair cevaplar arıyorsak odağımızı yanmak veya yanmamak ikiliğinden kurtarıp cesur adımlar atmaya ihtiyacımız var.

“İnsan bu işe, oyunculuğa nasıl değer biçiyor? Sorun şu ki, oyunculuğa değer biçemezsin çünkü orada ruhunu satıyorsun, onu ortaya koyuyorsun. Bunun fiyatını kim söyleyebilir ki?”

Birol Ünel, Altyazı Dergisi, Yeşim Tabak Röportajı

“Duvara Karşı’ya hayatımdan birtakım deneyimleri kattım, bu doğru. Ama ben öyle değilim işte yani… Ayrıca ben kendimi oynayamam, çünkü kaybettim. Kaybettiğim yerde her zaman kendimden bir parça buluyorum ama.” diyordu Ünel, Cahit’i anlatırken. Metotların veya sınırların içinde hapsolmayan, saf, parıltısız ama hayatın beraberindeki hemen her şeyden güçlü izler taşıyan bir oyunculuğu vardı. Onu kerameti kendinden menkul yapan, ağdalı bazı sıfatlara yakıştıramadım hiç, izlemeye başladıktan beri.

Bu da aslında mazisi çok gerilere gitmeyen bir tanışıklık. Benim için ilk defa ailemle beraber TV’de seyrettiğim “tehlikeli” bir adamdı ve ötesinin berisinin farkında değildim. Yıllar içinde hayatına dair haberlere de rastladıkça, bendeki karşılığı biraz daha zenginleşti ama hala dikkatli bakmıyordum. Beyoğlu Sineması’nda özel gösterime giren Duvara Karşı’yı yeniden izlediğimde, karakteriyle nasıl ustaca yer değiştirdiğini fark ettim sanırım.

Ekseriyetle dijital dünya aracılığıyla bilinen taraflarını, sanki oynadığı tiplerin her birinde içkinmiş gibi gösterecek kadar aktörlüğe mahir, fakat; sinema dışındaki hayatıyla, yerleşen bu algı üzerine düşündüren, o karakterlerle sadece belli bir yolu yürüdüğüne ve bir daha pek arkasına bakmadığına inandığım, “beyazperde”deki imajından daha girift, daha geçişken bir özneydi, Birol Ünel.

Çünkü hayatın kendisinin, dimağımızın yettiği, algımıza sığdığı kadarıyla hayatın, ne kadar kusursuz görünürse görünsün simüle edilen gerçeklikten fazlası olduğuna inanırım. Birol Ünel’in özellikle Cahit Tomruk rolüyle birbirlerinin gri yüzeylerinde nasıl benzeştiğini düşünür, bunu olduğu gibi yansıttığı için aktörü övebiliriz. Burada aktör ve rolü arasında bir özdeşlik kurulamayacağının farkındayız ancak seyrederken yükselen duygularımızın hazırladığı kaygan zeminde iyi bir performansa tutulmaya da istekliyiz.

Ardından yazılanlara baktığımızda buram buram bir güzellemeye rastlamıyoruz. Girdiği rollerdeki edimi dışında, varlığıyla ilgili bilgi biraz sınırlı. Evet Mersinliydi, gurbetçiydi, henüz ortalıkta punk yokken punkçıydı, ruhu vardı, alkolikti, kaldırımda sızmıştı… Basit bir aramayla bu etiketlerin veya satırbaşlarının hepsine ulaşmak mümkün. Ancak benliğinden oyunculuğuna kattığı parçaların henüz hamken işlendiği, dönüştüğü anları birkaç anekdotun dışında ayrıntılarıyla bilemiyoruz.

O anekdotlardan birinden, bir röportajında oğlu ile ilgili söylediklerinde deneyimlediği dünyanın izlerini bulabiliyoruz: “Onunla kavga etmeyi seviyorum. Aynı kanı paylaşmak yetmez. O bağ için mücadele etmen, peşinden gitmen gerekir. Stanis’le kavga etmek zevkli çünkü o da benim gibi biraz kaçık.”  Elbette bu kavga bir Neo-Nazi’ye karşı takındığı tavırla aynı değildi… Çoğu zaman en yakınımızdakilere ezberlerimizin dışında bir tepki vermeyiz. Duygular söz konusu olduğunda konfor alanını hiç tercih etmemiş, kimliklere takılmamış, gerçek anlamın silikleştirildiği bir atmosferde niceliği değil niteliği önemsemiş; inandığı –her zaman yıkımla sonuçlanmayan– kavgalara tereddütsüz girmiş bir insan, Ünel.

youtube play youtube play

Yorumunu oyunculuğuna değil hayatına getirdiğini ve bu noktada, Hannover’deki tiyatro okuluna gittiği dönemlerde “Ateşe bakmayı” keşfettiğini hissediyorum: Transylvania’da Zingarina’yı sürüklerken, Duvara Karşı’da Sibel’in peşinden sürüklenirken de aşağı yukarı aynı hisleri aktarıyordu işte. Hayatını “performe” ettiği alanlar setlere kıyasla, görece sınırsızdı. Muhtemelen Berlin sokaklarında, barlarında işliyordu o “Kaybedip sonradan bulduğu” parçaları; geçtiği mekanların veya temas ettiği insanların ardından dönüştürüyordu. Tchangalo da Cahit de tastamam o değildi, orada bir yerdeydi bazen, bazen de değildi. Kendisiyle o karakterlerin, smokiniyle elindeki biranın arasında bir yerlerde salınıyordu. Özyıkımın yanında, sonrasını kurmakla da ilgileniyordu. Yanmak/yanmamak, ilerlemek/geri düşmek, bu meselenin merkezi olamazdı. Yoğunlaştığı yerler anlardı ve bizatihi olayların kendisiydi, onları yakaladığında hangi duygu ağır basıyorsa, “özne”yi kibirle kutsamadan, topuyla tüfeğiyle üzerine gidiyordu.

https://www.instagram.com/p/CEuRT99ni2p/

Böyle insanların kaybı, hiç karşılaşılmamış hatta üzerine evvelden hiç düşünülmemiş olsa dahi derin sızı bırakıyor. Sinemanın da yaşamın kendisi gibi tadının kaçtığı bir çağda, keşke diyoruz, keşke Birol Ünel bir yerlerde bir süre daha var olmaya devam edebilseydi.

Yazma fikri aklıma ilk düştüğünden bugüne, yani ölümünden bugüne aylar geçti. Biraz da aceleyle, sonunda o uzaklaşan Mersin otobüsüne atladım galiba. Yine umarım, her neredeyse bira içmeyi bırakmamıştır. Belki birlikte ateşin dansını izlerken birkaç yudum alabiliriz.

“Bitte Cahit, elini ayağını öpeyim bitte!”

Kapak Fotoğrafı: playtusu.com

İlginizi çekebilir: Sine Magger’dan Fatih Akın Filmleri