Muhafazakar Bir Freddie Mercury Filmi: Bohemian Rhapsody
Bir theMagger okuyucusuna Freddie Mercury ya da Queen’i anlatmaya gerek yok. Öyle ya da böyle müzikleri her birimizin hayatına temas etmiş ve hafızlarımızda kendine bir yer edinmiştir. Dolayısıyla Bohemian Rhapsody filmi sırf yarattığı nostaljik etkiyle bile insanı heyecanlandırmaya yetiyor. Peki film yarattığı etkinin hakkını tam anlamıyla verebiliyor mu?
Freddie Mercury’nin merkezde olduğu Bohemian Rhapsody Queen’in doğuşundan efsanevi Live Aid konserine kadarki süreyi anlatıyor. Yönetmen koltuğunda The Usual Suspects, Valkyrie, X-Men (2003, 2014 ve 2016) filmlerinden Bryan Singer’ın bulunduğu filmin senaryosu Anthony McCarten (Darkest Hour, The Theory of Everything) imzalı, hikayesine ise Peter Morgan (The King of Scotland, The Queen, Frost/Nixon, Rush) katkıda bulunmuş.
Freddie Mercury’i Rami Malek’in canlandırdığı film kendi kimliğini kendi seçen Mercury’nin müzik kariyerinin ve Queen’in doğumuyla başlıyor. Freddie Mercury, Brian May (Gwilym Lee), John Deacon (Joseph Mazzello) ve Roger Taylor’lı (Ben Hardy) Queen’in fenomen parçaları nasıl yazdığını anlatan film genel olaraksa Mercury’nin özel hayatına odaklanıyor. Eski eşi, aynı zamanda da en yakın arkadaşı Mary Austin’le (Lucy Boynton) olan ilişkisine, Mercury’nin cinsel kimliğini nasıl keşfettiği ve aldığı (yanlış) kararların hayatını nasıl etkilediğine odaklanıyor. Filmin finalini ise Queen’in meşhur Live Aid konseri yapıyor.
“Bohemian Rhapsody nasıl bir film?” sorusuna verilebilecek en iyi cevap “Tam bir Anthony McCarten filmi” olur sanırım. Darkest Hour ve The Theory of Everything gibi, ilk bakışta etkileyici, insanın tüylerini diken diken eden bir film, ama maalesef en az onlar gibi sıradan… Winston Churchill ve Stephen Hawking’i Wikipedia’dan aldığı bilgilerle anlatan bir adama Freddie Mercury’i gibi sıra dışı bir insanın biyografisini nasıl emanet etmişler aklım almıyor doğrusu. Haliyle bu “muhafazakar” kalem Mercury’nin hayatını da kırpıyor, kesiyor ve yalnızca görünmesini istediği parçaları birleştirerek sıradanlaştırıyor. Ne demek istediğimi şöyle açıklayayım, Freddie Mercury ile A Star is Born’un Jack Maine’i arasında bir fark olmalı, öyle değil mi?!
Bohemian Rhapsody (maalesef) çerezlik diyebileceğimiz filmlerden biri. Keşke “Bu akşam ne izlesem?” sorunun cevabı olmaktan öteye geçebilse. Keşke yoğun geçen yorucu bir günün sonunda değil tüm günümüzü ona ayırmamız gereken bir film olsa. Ama işte Hollywood, arada sırada bizleri şaşırtsa da her zaman quantity over quality mantığıyla iş yapmayı sürdürecek… Bütün bunları bir kenara bırakacak olursak Bohemian Rhapsody güzel mi, evet güzel. Sırf dönemin ruhunu yeniden yaşamak, müzikleri ait olduğu dönemde keyifle dinlemek için bile gidilir. Kısacası beklentiniz iyi, detaylı, “cesur” bir Freddie Mercury biyografisi değilse çok çok seveceksiniz.
Not: Emre’nin yazısına da bir göz atın derim. Ben öfkeme yenik düştüm, beni sinirlendiren “eksiklere” değinip daha da sinirlenmek yerine yakınmayı seçtim. Emre ise yaşadığı hayal kırıklığına rağmen sakinliğini korumayı başarmış, çok da güzel bir yazı yazmış. Ben de onunla aynı fikirdeyim, Bohemian Rhapsody”i bir jobs sayıp Steve Jobs‘u beklemeye koyulalım.
IMDb Puanı: (şimdilik) 8.4/10
İlk yorumu siz yazın!