Bol Cümbüşlü Bir Müzikal: Şark Dişçisi
Bir tiyatro sezonunun daha sonuna gelmek üzereyiz. Listemizde hala görmediğimiz, görüp de doyamadığımız, tekrar gidip de daha çok zevk alacağımız oyunlar var ve sanırım bu liste hiç bitmeyecek gibi. Özel tiyatrolarda bana göre bu yılın yıldızı Dot idi. Gerek oyunları, gerek oyuncuları ile alkışı sonuna kadar hak ettiler. Devlet ve Şehir Tiyatroları’nın da hakkını yemeyeceğim. Geçen sezon bir türlü sıra gelmediği için ancak yeni izleme fırsatı yakaladığım Şark Dişçisi de listemde yanına yıldızlar koyarak bir daha gidilecek notuyla en başta yerini aldı.
Şark Dişçisi, aslında ilk olarak 2011-12 sezonunda sergilenmeye başlandı. Kısa sürede adından söz ettirdi ve bu başarının sonucunu da birçok dalda aday gösterildiği çeşitli tiyatro ödülleriyle almış oldu. Bu oyuna gitmek istememin nedenlerinden biri sadece bu kadar konuşulması ve ödül alması değildi. Şark Dişçisi’ni, “Tarla Kuşuydu Jülyet” ve “İstanbul Efendisi”nden sonra yine bir Engin Alkan klasiği olarak görmek istedim ve oyunu izledikten sonra ‘yine yapmış yapacağını’ dedim. Ancak bu kadar başarılı bir yönetmen, ancak bu kadar başarılı müzikaller gerçekleştirebilir.
Oyun, 1865 yılının Osmanlı’sında geçiyor ve 19. yüzyıl Ermeni mizah edebiyatının en büyük temsilcilerinden Hagop Baronyan’ın kaleminden çıkıyor. Günümüzden yaklaşık iki yüzyıl önce yazılmış olmasına rağmen, işlediği konu ile geçerliliğini hala koruyor ve hala üstüne konuşulacak sözler, yapılacak yorumlar bırakıyor. Yüzyıllardır hep tartışılan konular olan evlilik, sadakat ve aldatma bir müzikal formatında sanki dün yaşanmış veya hala yaşanıyormuş gibi aynı güncellikle ve çok güzel işlenmiş. Tiyatronun hangi dönemde olursa olsun hayatın aynası olduğu gerçeğinin bu oyunda bir kez daha altı çiziliyor.
Şark Dişçisi, benim için en güzel müzikallerinden biriydi. Daha salona girer girmez renkli ve bol cümbüşlü bir oyun olacağını anlamıştım. Nitekim Selçuk Borak‘ın sahneye çıkıp seyirciyi selamlamasıyla birlikte eğlence de başladı. Geçenlerde Demet Akbağ, yaptığı açıklamada “sahneye kim ilk çıkarsa ve nasıl başlatırsa tüm oyun da o tempoda devam eder” diye belirtmişti. Zaten Selçuk Borak’ın çıkması da oyunun yoğun ve hızlı bir tempoda geçeceğinin ve bizim de koltuklarımıza yaslanıp sonuna kadar tüm duyu organlarımızla bu tempoya eşlik edeceğimizin habercisiydi. Oyundaki bütün koreografiler de kendisine aitmiş. Bu yaşında olmasına rağmen tüm yeni nesil oyunculara taş çıkartacak nitelikteki hızına ve enerjisine hayran kaldım.
Giriş bölümü bittikten sonra Sevil Akı sahnede belirdi ve sonrasında planlar ve entrikalar aldı başını yürüdü. Çağlar Çorumlu, Şark Dişçisi rolündeydi ve dizi veya filmlerden görmeye alıştığımızdan çok farklı bir karakterle karşımızdaydı. Bugüne kadar rollerinde oldukça silik ya da ezik karakterler oynarken burada bir başrolde hem de baskın ve tüm bu olaylara sebep olan, yalancılık ve sahtekârlıkta usta çapkın bir kocayı canlandırıyordu. Oyunda zaten kim sahneye çıktıysa hayranlığım katlanarak arttı ve hangisini nasıl alkışlayacağımı bilemedim. Oldukça kalabalık bir kadroya sahip oyundaki tüm oyuncular, oynadıkları karakterlere o kadar güzel bürünmüşler ve onlarla özdeşleşmişlerdi ki sanki 1865 yılından direkt sahneye ışınlanmışlar, biz de onları sahnede misafir etmişiz ve seyrediyormuşuz gibi geldi.
Aslında uzun bir oyundu, yaklaşık 2,5 saat boyunca tempoda en ufak bir düşme, en küçük bir dil sürçmesi vs. olmadı ya da olsa bile bunu bize hissettirmeyecek derecede profesyoneldiler. İşte bu nedenle sanırım birçok ödülü de hak etmişler. 2012 Afife Jale Tiyatro Ödüllerinde, Çağlar Çorumlu, Yılın En Başarılı Müzikal ya da Komedi Erkek Oyuncusu; Selçuk Borak Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Müzikal ya da Komedi Erkek Oyuncusu; Sevinç Erbulak Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Müzikal ya da Komedi Erkek Oyuncusu ödülüne değer görülmüş. Şark Dişçisi ayrıca 10. Tiyatro Ödüllerinde de dört dalda ödül kazanmış.
Oyuncuların yanı sıra sahne tasarımı, ışık, kostüm ve makyajın da bu başarıda rolü büyük. Cıvıl cıvıl kostümler, bol aksesuar, rengarenk makyajlar, oyundaki karakterlerin rolünü daha etkin kılmış ve performanslarının en büyük destekçileri olmuş. Bir müzikal ancak bu kadar renkli ve cümbüşlü olabilirdi. Oyunda bir yandan esprilere ve ince mizah öğelerine kahkahalarla gülüyor, gülerken düşünüyor bir yandan da danslara ve müziklere alkışlarla yetişmeye çalışıyordum. Diyaloglar, danslar ve şarkılar tam bir denge içindeydi; biri diğerinden ne eksik ne fazla. Oyun sonunda ise “bana bak arkadaşım”, “Hay hay, Aksaray” ve “Öptüm seni canım” replikleri hepimizin diline dolandı, aklımızın bir köşesinde kaldı. Oyun bittiğinde bile hala bazı esprilere gülmeye devam ediyordum ve o hafta aklıma geldikçe de metroda, otobüste ya da nerede olduğumu unutarak çok güldüm.
Şehir Tiyatroları, sezonu bitirmek üzere. Mayıs ayı için henüz bir hazırlıkları bulunmuyor ama Mayıs sonunda başlayacak yaz sezonu programı belirlenmiş durumda. Oyun henüz programa dahil edilmemekle birlikte Temmuz veya Eylülde devam edecekleri açık hava tiyatro gösterimlerinde yerini alacağı kesin. Tüm bu eğlenceyi açık havada da seyretmek bence çok güzel olacak. Merak edenler için biraz daha sabretmekte yarar var. Bu başarı ve ilginin karşılıksız kalmayacağını düşünerek yaz sezonunda olmasa bile bence yeni tiyatro sezonunda da farklı salonlarda göreceğimize inanıyorum. Tabii daha önceki Şehir Tiyatroları’ndan bilet alma deneyimime dayanarak söylüyorum, bu oyunun biletleri de satışa çıkar çıkmaz tükeniyor. İlk günden acele etmek gerek yoksa birkaç saat içinde en arka sıralar için bile şansınızı zorluyor olabilirsiniz. Eğer seçme imkanınız olursa oyunu mutlaka Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde izleyin. Böylece, sahne ve akustik açısından oyuna tam hakim olabiliyorsunuz. Biletinizi aldığınızda oyunu görmeyi ve eğlenmeyi sabırsızlıkla bekleyeceğinize eminim.
Sezonu bitirirken sadece Şehir Tiyatroları değil tüm özel tiyatrolar için hepimize düşen en önemli görev sanırım hızlı davranmak olacak zira bu sezon izlenecekler listemizde hala yanına tik atmamız gereken oyunlar var.
İlk yorumu siz yazın!