

Borderline: Ambalajın Albenisi
Jimmy Warden’ın ilk yönetmenlik denemesi olan Borderline, korku, gerilim ve komediyi harmanlamaya çalışıyor. Daha önce The Babysitter: Killer Queen ve Cocaine Bear filmlerinin senaristliğini yapan Warden, bu kez kamera arkasında. Film, 90’lar Los Angeles’ında yaşayan ünlü pop yıldızı olduğuna ikna olmamız gereken Sofia’nın hikayesine odaklanıyor. ‘Takıntılı’ bir hayran olan Duerson(Jack Nicholson’ın biricik oğlu oynuyor), Sofia’nın evini basıp özel güvenliğini son derece absürd bir şekilde yaralıyor. Akıl hastanesine kapatılan Duerson, kısa sürede yanına bir suç ortağı bulup hastaneden kaçıyor. Ardından Sofia’nın peşine düşerek saplantısını gerçeğe dönüştürmeye çalışıyor. Çıkış noktası ve paket ambalajı çok iyi ama işleyişte neler eksik, şöyle bir bakalım…

Bıcır bıcır renk paleti, etkileyici açılış sekansı ve şovmen işi bir sinematografi beklentiyi yükseltiyor. Ancak bu görsel cazibenin altını dolduracak bir bir hikaye ve akış söz konusu değil. İkna olmamız gereken hiçbir şeye ikna olamıyoruz. Çok kalın bir camın arkasından izliyoruz sanki olan biteni. Sinematografideki özenin aksine senaryo zayıf, karakterlerse derinliksiz. Hikaye ilerledikçe sahneler müzik klibine veya günümüz editlerine dönüşmekten öteye geçemiyor. Senaristlikten yönetmenliğe adım atan birinin ilk filminde böyle bir ters köşe yaşamak biraz sürpriz sayılabilir.
Başroldeki Duerson karakteri, borderline kişilik bozukluğunu temsil ediyor gibi sunulsa da bunu destekleyecek doğru dürüst bir sahne yok. Geçmişine dair de bir done yok. Öyle düz “al sana borderline” diyor film. Korku unsuru birkaç sahne dışında havada kalıyor. B filmi olduğunun farkında olan film kendi parodisine dönüşme başarısını gösteriyor. Karakterler yüzeysel, motivasyonları flu. İki oyuncuyu da normal şartlarda beğenmeme rağmen film ne korkutabiliyor ne güldürebiliyor.

Başrollerde Ray Nicholson ve Samara Weaving var. Nicholson, babadan yadigar mimiklerle dikkat çekiyor ama karakteri inandırıcı olmaktan uzak, bu noktada sorun kendisinde değil. Weaving ise scream queen imajına rağmen vasat bir performans veriyor, burada da sorun oyuncuda değil. Özellikle Weaving’in son dönemde çeşitli korku filmlerinde karşımıza çıkması, Jenna Ortega ve Maika Monroe’nun da tercih ettiği kendine has kariyer inşası açısından bende heyecan yaratıyor. Yan rollerdeki isimler de filmin vasat yapısı içinde kayboluyor. Oyunculuklar iyi olabilecekken kötü yazım yüzünden harcanıyor. Euphoria’daki babanın Sakar Şakir seviyesindeki güvenlik yetenekleri izleyiciyi şaşkınlıklara sürüklüyor…
Kurgu sorunlu, tempoyu hiç tutturamıyor. Duerson’ın saplantısına dair hiçbir derinlik yok. Ne korkutan, ne de akılda kalan bir yapım olabiliyor. Borderline, uçarı olmayı hedefleyen ama bunu beceremeyen bir film. Görsel olarak şatafatlı olsa da içi maalesef kof. Türün gereklerini yerine getiremeyen, atmosfer kuramayan bir iş. Hem oyuncuların kariyerlerine zarar veriyor hem izleyicinin sabrını test ediyor…
Sinema dünyasına ve filmlere dair paylaşımlarıma Instagram üzerindeki film blogumdan (@atıptutuyorum) ulaşabilirsiniz.
Kapak Fotoğrafı: Variety
İlginizi çekebilir: Eralp Alper’den Severance
İlk yorumu siz yazın!