Bozcaada Ensemble ile: Bozcaada Caz Festivali Üzerine
Kendi jenarasyonunun en heyecan veren trompetçilerinden Itamar Borochov, Avrupa müzik sahnesini özgün tarzı ile ele geçiren Derya Yıldırım, darbukası ile dünyayı gezen İsmail Altunbaş ve müziğin her aşamasında üreten takım oyuncusu Elif Dikeç… Kendilerine özgü müzikal tarzları ile Türkiye’de ve dünyada çokça dikkat çeken dört isim, Bozcaada Caz Festivali için 10 Eylül’de ilk defa bir araya geliyorlar! Anadolu ezgilerinin özgün ve kolektif bir şekilde yükseleceği bu performansı izlemeden önce müzisyelerin kulislerine giriyor; bu heyecanlı iş birliğinin detaylarını öğreniyoruz!
Sayfiye ruhundan şehrin hızına dönmeden önce müziğin ruhunu kolektif bir şekilde solumak adına yedi senedir mutlaka uğradığımız Bozcaada Caz Festivali, bu yıl 8 ile 10 Eylül tarihleri arasında gerçekleşiyor. Ayazma Manastırı’nın tarihini müziğin ruhu ile canlandıran ve kolektif ruhu ile geçmiş ve bugün arasında geleceğe doğru bir köprü kuran Bozcaada Caz Festivali, oyun teması üzerine şekillendirdiği programında bağ bozumu çoşkusunu devam ettiriyor. Bu yıl festivale dahil olan müzisyenler Ferit Odman’dan Nubya Garcia’ya doğru uzanırken biz de çok değerli bir iş birliğini radarımıza alıyoruz. Çünkü dünyanın farklı yerlerinde müziğini üreten dört sanatçı Bozcaada Ensemble ismi ile ilk defa birlikte sahneye çıkıyor! O zaman Derya Yıldırım, Itamar Borochov, Elif Dikeç ve İsmal Altunbaş’ı daha yakından tanımak için sorularımıza geçelim.
Herkese merhaba! Sizi Bozcaada Caz Festivali’nde dinlemek için çok heyecanlıyız. Bu festival için ilk kez sahnede bir araya geliyorsunuz. Konser için aranızda müzikal uyumu bulma süreci nasıl gelişti?
D.Y: Sanırım benim için çok özel ve yoğun bir deneyim olacak. Çünkü Türkiye’de pek sık çalmadım ve Türk sanatçılarla iş birliği yapmadım. Birlikte müzik yapmak için bir ansamblın parçası olmak, performans ve yaratma dünyalarına girmem için başıma gelebilecek en iyi senaryo aslında.
E.D: Sanırım hepimiz için çok yoğun bir turne yazında kişisel olarak birbirimizi tanımamak, dosyaları ileri geri göndermek ilginç bir süreç ortaya koydu. Ayrıca Derya ve Itamar genellikle dünyanın dört bir yanında oluyorlar. İsmail ile farklı ortamlarda çalıyorum, bu yüzden onu daha az ‘bilinmeyen’ olarak görüyorum. Bu süreç aynı zamanda çok da eğlenceli bir deneyim. Derya’nın referans kayıtlarını çalışmak zor oldu çünkü her dinlediğimde hipnotize oldum ve ne yaptığımı unuttum.
I.B: Bozcaada’yı ilk kez ziyaret etmek ve bu harika müzisyen grubuyla festivalde çalmak beni çok heyecanlandırıyor. Gösteriye hazırlık sürecinde herkesin müziğini dinledim ve çok keyif aldım, bu gruba katılmaktan gurur duyuyorum. Gösterinin gününde ilk kez yüz yüze buluşacağımızı bilerek, video görüşmeleri yaparak, grup mesajları göndererek, çalacağımız besteleri, düzenleme fikirlerini ve genel kavramları tartışarak, birbirimizi tanımaya başladık ve ardından müziğin kayıtlarını birbirimize gönderdik. Bu şimdiye kadar çok keyifli bir süreç oldu. Birlikte canlı çalmayı ve bu güzel müziği izleyiciyle paylaşmayı sabırsızlıkla bekliyorum.
İ.A: Biz de güzel bir heyecan içindeyiz. Öncesinde çevrimiçi olarak tanışıp “ne yapabiliriz” diye konuştuk elbette ve bir temel oluşturduk ama konserden bir gün önce yüz yüze tanışıp ertesi günü çalmak tatlı kaygılı bir deneyim olacak gerçekten.
İş birliğinizin en heyecan verici yanlarından biri, her birinizin dünyanın farklı yerlerinde müziğini üretiyor olması. Derya, Almanya’da yaşıyorsun; Itamar, New York’ta yaşıyorsun, ancak İsrail’den geliyorsun; Elif, İstanbul ve Köln arasında gidip gelerek sürdürdüğün bir yaşamın var; İsmail, sen ise şu an Türkiye’de bulunuyorsun fakat son albümünü dünyanın farklı yerlerinden gelen arkadaşlarınla Paris’te kaydetmişsin. Geçmişiniz, şu anınız ve hatta gelecekteki olasılıklarınız sizce müziğinizi nasıl etkiliyor?
D.Y: Köklerimi coğrafi mekân ile ürettiğim müziğin arasında sürekli devam eden bir oyun gibi tanımlardım. Ve bu oyunun şefi benim. Kendimi bu senaryonun içinde dalgalandırmaya ve senaryonun bir parçası olmaya çalışıyorum. Üretimimi kendimin bir parçası olarak görüyorum. Özellikle çaldığım müzik asla sadece temel bir geçmişle bağlantılı olmadı. Tüm resme baktığınızda, bu sadece basit bir çizimden daha fazlası. Bu müziği küçükken taşıyordum, bu müzik bana verildi ve onu devam ettirmeyi misyonum olarak görüyorum. Almanya’da büyüyüp Annadolu kökenli müziği çalmaya devam etmek, değerli bir hediye. İlişkilendirdiğim kökler içimden geliyor, bu yüzden nereye gidersem gideyim, içimde ne olduğuna atıfta bulunuyorum; inandığım şeye. Geçmişime ve hatta şu anıma. İnancım beni geleceğe götürüyor. Bu nedenle Türkiye’de çalmaktan da çok heyecanlıyım; nihayet müziğimin kökenlerinin coğrafyasında müzik yapacağım.
E.D: Son zamanlarda İstanbul ve Köln arasında zamanımı bölemiyorum, çünkü şu anda Türkiye’de oldukça yoğun bir dönem geçiriyorum. Ancak soruna geri dönersek, göçün müziğim üzerinde bir etkisi olduğunu söyleyebilirim. Oldukça katı bir klasik müzik geçmişinden geliyorum ve yüksek lisans eğitimimi çok yetenekli müzisyenler arasında yaptım, bazıları D notasının bir C notasından sonra geldiğini bilmiyordu. Onlardan ses ve algı hakkında birçok şey öğrendim.
I.B: Müzik, sanatçının bir yansıması ve benim durumumda büyüdüğüm müzik her yönümü etkiledi. Aynı şekilde yaşamımdaki her deneyim de müziğimi etkiledi. Kişisel felsefem, yaşayan bir geleneğin felsefesi. Müziğin geleneğini yaşarken ve her zaman yanımda taşırken sürekli öğrenmeyi, müziğin geleneklerine daha derinlemesine inmeyi kapsıyor. Başka bir deyişle, sadece geçmişi kopyalamak ve geleneği bir müze eseri gibi muamele etmek yerine, onun özünü ve temel prensiplerini içselleştirmek ve organik bir şekilde bugünün dünyasına taşımak diyebilirim.
İ.A: Benim için yeni insanlarla tanışıp hiç bilmediğim yerlere gidip hiç bilmediğim kültürleri keşfetmek/yaşamak, önce enstürmanımı sonrasında kariyerimi etkileyen en önemli iki etken oldu, oluyor olmaya da devam edecek elbette. Aslında başlangıçta evet kendi köklerimi taşıyorum ama gittiğim her yerde gördüğüm, öğrendiğim, yaşadığım her an köklerime yeni yeni dallar eklemiş oluyor ve de vizyonumun temelini daha da genişleterek yeni ufuklar açmama sebep oluyor.
Itamar, jenerasyonunun en özgün trompetçilerinden biri olarak tanınıyorsun. Şu anda New York’ta yaşıyor olsan da Güneybatı Asya ve Kuzey Afrika kültürlerinin etkileri müziğinde belirgin bir şekilde görülüyor. Doğu ve Batı etkilerini harika bir şekilde harmanlaman Türk hayranlarının da ilgisini çekiyor. Bu Türkiye’deki ilk konserin olmasa da Bozcaada Caz Festivali için Türkiye’ye dönmek nasıl bir his?
I.B: Bu güzel övgü için kalpten teşekkür ederim. Gerçekten de müzikal kimliğim, müzik eğitimim ve çalışmalarımın ‘iki dilli’ doğasının bir sonucu. Türkiye’de sahne alırken en sevdiğim şeylerden biri, izleyiciyle hissettiğim derin bağlantı. Maqamat çaldığımda, insanlar duygusal olarak benimle bağlantı kuruyorlar ve temelde aynı müzik dilini konuştuğumuz için beni benzersiz bir şekilde anlıyorlar. Türk izleyicileriyle güzel bir ilişkim oldu ve Bozcaada Caz Festivali ile Türkiye’ye dönüş, yeni bir deneyimin ötesinde tatlı bir buluşma gibi hissettiriyor.
Derya, son yıllarda Anadolu Psychedelic türü küresel bir fenomen haline geldi. Dünya genelinde düzenlenen çağdaş sanat etkinliklerinden müzik festivallerine kadar Anadolu Psychedelic şarkılarını çeşitli platformlarda duymaya başladık. Son dönemlerde Avrupa sahnelerini ele geçirdiğiniz ve “Queternational psych folk müziği” olarak tanımladığınız müzik grubunuz Grup Şimşek’te de Türkiye müzik kültürünün derin izleri görülüyor. Sence dünyada bu müzik türüne ilginin kaymasının ardındaki sebepler neler? Ve müziğinle ne ifade etmeyi amaçlıyorsun?
D.Y: Oluşturduğum müziğin nedeni, kökeninin etkisi ve genel olarak beni nasıl etkilediği ve dinleyicileri nasıl etkilediğiyle ilgili. Müziğimi sadece ‘Anadolu psychedelic’ olarak görmüyorum çünkü inandığım müziğin temelini oluştururken geçtiğimiz diğer birçok kanalı da düşünüyorum. Grubum ‘Derya Yıldırım & Grup Şimşek’ de grup üyelerinin kendi müzikal geçmişlerine ve yönlerine dayalı olarak kendi müzik şekillerini oluşturmaya çalışmalarının bir kombinasyonu. Kesinlikle 60’lar ve 70’ler müziğine büyük bir ilgi var. Dışarıdan bakıldığında belirli bir türün belirli bir yöne atıfta bulunması kolay gibi görünebilir, ancak daha fazlası var. Müzik yapma eyleminin arkasındaki değişiklik, sevdiğim müzisyenlerle müzik yapma sürecini takip etmek ve iş birliği yaratma içinde bizim ruhumuzu ifade etmek gibi. Amacım, kendimle iletişim kurabileceğim yeni bir dil yaratmak – bu, halk müziğinin kökenlerini korumak ve bu dünyanın ruhunun büyük bir resminde kendinizi görmek anlamına da geliyor. Belirli bir bölgenin sadece melodilerini iletmekle kalmıyorum, içimizdeki tümü ve diaspora’da yaşayan bir nesli de paylaşıyorum.
İsmail, Üstad Mısırlı Ahmet’in öğrencisiydin. Kendisinden eğitim alıp yetiştikten sonra darbukanla dünyayı dolaştın. İspanya, Yunanistan, Tel Aviv gibi yerlere gittin ve son olarak “Cairo Jazz Station” adlı albümünün kaydı için Paris’e gittin. Mısırlı, Portekizli ve İtalyan genç müzisyenlerin yer aldığı son albümün her şarkısıyla bizi değişen zamanların ve mekânların seyyahı gibi hissettiriyor. Çok kültürlü müzikal anlayışınla ilgili detayları merak ediyoruz! Kendinle ve iş birliği yaptığın müzisyenler arasında deneyimlediğin kültürler ve gittiğin yerler arasındaki bağlantıları nasıl kuruyorsun?
İ.A: Her ne kadar darbuka dışında Hint tablası ve afro Küban çalgısı olan konga çalışıyor olsam da kendimi perküsyon değil de darbuka sanatçısı olarak tanımlıyorum. Diğer etüd ettiğim çalgılar tamamen hem çalım tekniği hem de ritimsel algı olarak ilham almak için uğraş verdiğim enstürmanlar. Bu durum müzik tarzımın temelini oluşturuyor. İş birliği yaptığım ya da deneyimlediğim kültürler arasında da heybemde var olanları ortaya koyup ama karşımdakinden geleceklere de kapılarımı kapatmadan köprü kurmaya çalışıyorum.
Elif, Türkiye’de adını ilk Ceylan Ertem ile sahnede duyduk. Daha sonra Yaktım Işıkları ve İtmeden gibi tekliler yayımlamaya başladın. Nisan ayında Özge Ürer’in “Urbanist” albümünün bir parçası oldun. Ayrıca “Tired Eyes Kingdom” adlı Almanya merkezli bir müzik grubunun üyesisin. Gelecek projelerinle ilgili bizimle paylaşabileceğ herhangi bir haber var mı?
E.D: Prodüksiyonunu yaptığım bazı işler çıkmak üzere ama kendi müziğimle ilgili aynı şeyleri şu an malesef söyleyemiyorum. Çıkmayı bekleyen şarkılarımdan bazıları neredeyse hazır bir şekilde çekmecede bekliyorlar. Şu an müzikal enerjimin büyük kısmını Melike Şahin’le çalmak, turnelemek ve orada orkestrayı yönetmekle harcıyorum ve bu her açıdan yapmaktan çok keyif aldığım bir şey. Çok sevdiğim insanlarla çok sevdiğim bir müziğe kafa yoruyoruz. Ama saydığınız tüm deneyimleri düşündüğümde kendimi çok pozisyonda oynayabilen bir takım oyuncusu gibi hissediyorum, bu beni müzikal ve kişisel olarak epey besleyen bir şey. Yine başka pozisyonlara geçeceğim bir faz gelecektir.
Son olarak hepiniz farklı müzikal ve kültürel geçmişlerden geliyorsunuz. Bozcaada Caz Festivali’ndeki ilk defa bir araya geleceğiniz performansınızda neye ulaşmayı amaçlıyorsunuz? Her biriniz kendinize özgü müzikal yanlarınızı ve kültürel tarzınızı ortaya koyarken sanıyoruz ki bizi çok özel bir performans bekliyor!
D.Y: Ben çok özgün bir deneyimi arşivlemeye inanıyorum. Şu ana kadar gerçek hayatta tanışmasak da müziğimizin bir şekilde ortak bir vizyona sahip olduğunu hissedebiliyorum. İş birliği şimdiye kadar harika geçti. Birlikte üreteceğimiz müzik; kendimizi ifade edebilmemiz ve harika müzisyenlerden oluşan bir topluluğun içerisinde kendi pozisyonumuzu bulabilmemiz için bize özgür bir alan sağlarken sahnede anlaştığımız şarkılar dışında neler olacağını merak ediyorum.
I.B: Hepimizin benzersiz kişilikleri ve müzikal geçmişleri olsa da müzik evrensel olan ruhun dili ve bizi birleştiren bir güç. Amacımız bir grup olarak birbirimize, izleyiciye ve tüm evrene bağlanmak!
İ.A: Performansımızla, bizden bile önce var olan, çalına gelmiş geleneksel bir müziğe kendi yorumlarımızı katarak, biraz olsun her birimizin ne hissettiğini anlatmaya çalışacağız.
Kapak Fotoğrafı: Bozcaada Caz Festivali
İlk yorumu siz yazın!