Bridge of Spies: Soğuk Savaş'ın Casuslar Köprüsü
Soğuk Savaş adına çekilen birçok film, anlatılan bir çok hikayeden biri olmanın biraz daha ötesine geçmeyi başarıyor Bridge of Spies. Tabii bunda Doğu Almanya’nın da payı olduğunu söylemek gerekli.
Tom Hanks ve Steven Spielberg’i yeniden bir araya getiren Bridge Of Spies (Casuslar Köprüsü) Soğuk Savaş döneminde yaşanan gerçek bir hikayeyi konu alıyor. Başrolde James B. Donovan isimli bir avukatın yer aldığı hikaye, savaşı üç farklı yönden aynı anda görme imkanı sunuyor oluşuyla dikkat çekiyor.
Tom Hanks’in hayat verdiği James B. Donovan, yakalanan ve casuslukla suçlanan İngiliz kökenli bir Rus’un avukatlığını yapmak üzere seçiliyor. Tüm Amerikan halkının, hatta adaletin bile yargılamaya gerek görmeden kararını verdiği bu dava sürecinin gerekçesi ise savaş haline rağmen Amerika’nın herkese “adil” yaklaşacak kadar erdemli bir yapıya sahip olduğunu göstermek. Bu uğurda “adalet” kavramını fazlasıyla içselleştirmiş gerçek bir Amerikalı olan Donovan da müvekkili için en doğrusunun yapılması mücadelesini veriyor. Müvekkilini deyim yerindeyse ipten alan Donovan, Ruslarca yakalanan Amerikalı casus pilot Francis Gary Powers’ı müvekkili Rudolf Abel ile takas etmek üzere hükümet tarafından görevlendiriliyor. Fakat iki ülkenin ve düşman sistemin birbirini tanımaktan duyduğu çekince Donovan’ı yetkisi olmayan bir sivil konumuna getiriyor. Her ne kadar yetkililerle bağlantısı da olsa onun görevi tarafsız bir isim olarak takası tamamlamak ve sırlarla dolu Powers’ı Ruslarca çözülmeden geri almak.
Bütün bu sürecin içine iki ülkenin birbirinden uzak duruyor oluşu sebebiyle Doğu Almanya da dahil oluyor. Bir taraftan Batı’ya geçmeye çalışanları engellemek amacıyla Berlin Duvar’ı örülürken diğer bir yandan da kontrolü Ruslardan alma mücadelesine girişiyor Doğu Almanya’da iktidarda olan askeri kuvvetler. Bu takas sürecinde de kendi meşrutiyetlerini ilan etmek ve ABD tarafından tanınmayı sağlamak adına ellerine geçen fırsatı değerlendirmeye çalışıyor.
Bridge of Spies‘ın geçtiği dönem Soğuk Savaş, yani Amerika’nın gücünü en çok gösterdiği süreç olunca yönetmenin Spielberg, başrolün ise Hanks olmaması düşünülemez bile. Zira bu iki isim ister istemez giriştikleri ortak çalışmalarda misyonerliğe varan bir dil kullandı hep. Spielberg’i geçtim, Hanks’in Amerikan ruhuna katkısını düşünmek bile yeterli. Her filminde gerçek Amerikalıyı, Amerikan ruhunun temsilcisi rolünü üstleniyor. Söylemleriyle, tavır ve davranışlarıyla herkesin onayladığı aklı selim ve sıradan insan izlenimi yaratmayı başarıyor. Ve bu başarısını da yönetmenler Amerikan halkını bir arada tutan asıl ortak değere, anayasaya bağlamakta kullanmaktan kendilerini alıkoymuyor. Spielberg de bu sistemin, bu düzenin en kaşarlanmış isimlerinden olarak neyi nasıl yapması gerektiğini biliyor ve insanların zihnindeki Amerika düşüncesini destekleyen, bugünden ve gerçeklerden uzak kalan resmin bütünlüğünü koruyan bir “sunum” yapıyor. Öyle ki onun yarattığı bu image (ki ben mirage demeyi tercih ediyorum) sinemayı bilen birçok ismi bile yanıltmayı başarıyor; kimlerin bu yalan dünyaya aldanıp filmin taraflılığını görmezden geldiğine şahsen tanık da oldum.
Bridge of Spies kendi içinden bakıldığında keyifli. Seyir zevki yüksek, yer yer gerilimli, atmosferi şahane. Fakat Spielberg ne yapıp edip bu akıcı dile klişeler yerleştirmiş. Başka bir isim olsa belki bu kadar göze batmaz yaptıkları, ancak tecrübesi ve ustalığı düşünüldüğünde klişelere başvurmuş olması rahatsız ediyor insanı. Onun dışında izlenir bir yapım. Hele ki Hanks’in propagandasına kapılmadan ülkeler arasındaki ilişkilere, bürokratik riyakarlıklara odaklanıldığında hayli hayli izlenir.
Not: Düşürülen Amerikan casus uçağına ilişkin haberler dönemki gazetelerde de yer bulmuş. Yaşı yetenler konuya ilişkin haberleri hatırlayacaktır.
IMDb Puanı: 7.6/10
İlginizi çekebilir: 2000’ler ve Steven Spielberg Sineması
İlk yorumu siz yazın!