Bridget Jones'tan Mad About the Boy: Modern Bir Jane Austen
Bridget Jones’un Günlüğü filminde Daniel Cleaver, Mark Darcy’e soruyor: “Darcy hangi yüzyılda yaşadığının farkında mısın?”. Sanırım soru eksik, o halde ben tamamlayayım: “Sevgili Bridget, sen hangi yüzyılda yaşadığının farkında mısın? Çünkü uzaktan bakınca bir Jane Austen karekterinden farkın yok gibi görünüyor.”
Bridget Jones: Mad About the Boy
Jane Austen romanları gibi mutlu sonla biten Bridget Jones serisinin devamı olan Bridget Jones: Mad About the Boy’un vizyona gireceğini öğrendiğim sene güzel bir tesadüftür ki Bridget’ın koşturduğu Londra sokaklarını gezme fırsatı yakaladım. 2025 yılında vizyona girecek filmde; diğer serilerin aksine Colin Firth’in hayat verdiği Mark Dacy karakteri yer almıyor. Bu filmde Bridget’in Darcy’i kaybettikten sonraki hayatını Renée Zellweger ve Hugh Grant’ın oyunculuğu ile izleyeceğiz.
Başrolümüzü ellili yaşlarında göreceğimiz Helen Fielding’in aynı adlı romanından uyarlanan bu filmde; Mark Darcy’nin ölümünden sonra iki çocuğuyla hayatına devam eden Bridget’i izleyeceğiz. Filmin 14 Şubat 2025’te vizyona gireceğini bilsek de henüz eserin uyarlandığı kitaba ne kadar benzerlik göstereceğini net bir şekilde bilmiyoruz. Ancak bazı haber sitelerinde gördüğümüz bilgiler; Bridget’in Mark Darcy’nin ölümünden sonra sosyal medya ve flört uygulamalarıyla dolu yeni dünyaya ayak uydurmasını izleyeceğimizin sinyalleri veriliyor. Filmde diğer oyuncular arasında adını gördüğümüz Leo Woodall’ın hayat vereceği karakterle, önceki filmlerden tanıdığımız Bridget’in eski aşkı Daniel Cleaver (Hugh Grant)’ın yer aldığı bir aşk üçgeniyle karşılacakmışız gibi görünüyor.
Her ne kadar bu seride Mark Darcy olmazsa olmaz diye düşünsem de filmi sabırsızlıkla beklediğimin altını da çizmekte fayda var. Ne de olsa Bridget sempatikliği diye bir gerçek var, değil mi?
Bridget Jones’un Günlüğü ile Gurur ve Önyargı Karşılaştırması
Bridget Jones’un Günlüğü, 2001 yılında Jane Austen’ın en çok bilinen romanı Gurur ve Önyargı’dan etkilenerek hatta kitabın 21. yüzyıldaki bir uyarlaması olarak karşımıza çıktı. Bridget sayesinde eğer Gurur ve Önyargı günümüz yüzyılında geçseydi neler olurdu gördük. Toplum baskısı, kadının bedeni ve medeni hali üzerinden yapılan yorumlar… Kısmen şekil değiştirse de temelde kadını çevreleyen duvarların aradan geçen yüzyıllara rağmen karşımızda örülü şekilde durmakta olduğunu göstermişti. Sadece sureti değişmiş modern kadının yaşadığı zorlukları, sevimli Bridget karakteri üzerinden hem bu ilk filmde hem de devam filmlerinde izlemiştik.
Bridget’e göre nasıl göründüğü, hayattaki rolünü temsil etmekteydi mesela. Ona göre şişman, alkole ve sigaraya düşkün, kariyerinde çok da istediği başarıları elde edememiş bir kadın, başkaları tarafından arzu edilemez, kıskanılmaz ve asla bu şekilde mutlu olamazdı. O nedenle Bridget’i çoğumuz elinde bir kutu dondurma eşliğinde battaniyenin altındaki o depresif halde hatırlıyoruz. Çünkü filmdeki karakterin hissettiği tüm bu duvarları biz de kendi hayatımızda yaşıyoruz. O nedenle olsa ki ne zaman insanlardan uzaklaşmak istesek ve keyfimiz kaçık olsa hep içimizdeki o Bridget devreye giriyor ve en sevdiğimiz dondurmayı kaşıklamak için koltuğa kuruluyoruz. Ama tüm bu duvarlara inat; her şeye rağmen de içimizdeki o hayalperest Bridget’i çok seviyoruz.
“Kadınların başarısı ve mutluluğu finansal güvenceye mi yoksa iyi ilişkilere sahip olmaya mı bağlı?”
Bu cümle serinin ilk filminde duyduğumuz bir replik olmasına rağmen benzer bir sözü Gurur ve Önyargı’da da görüyoruz. Bu sorudaki iki film arasındaki bağlamı düşündüğümde; bunun cevabının zamanla değiştiğini ancak aradan geçen yüzyıllara rağmen bazı toplumsal normların aynı devam ettiğini fark etmek acı.
Bu yazıya birkaç ay önce Londra’ya olan ilk seyahatimde başlamıştım. İngiliz aksanıyla haşır neşir olduğum bir haftalık süre boyunca, aklımdan hiç çıkmayan Jane Austen eserlerinden uyarlanan filmler gözümün önündeydi sürekli. Ve döner dönmez, olması gereken şeyi yaptım ve Pride & Prejudice’ı bilmem kaçıncı kez tekrar izledim.
Darcy’nin gururuna, Elizabeth’in ise ön yargısına bir süre tutulduktan sonra, o dönemi anlatan en güzel filmin Jane Austen kitaplarından uyarlanan filmler değil; aslında Austen’ın kendi hayatı olduğunu tekrar anladım ve yönümü Austen’ın hikâyesini anlatan; Anne Hathaway’in başrolünde yer aldığı Becoming Jane’e çevirdim. Biraz daldan dala atlamak oldu ama konu Jane Austen’a geldiğinde bu filmden bahsetmemek haksızlık olurdu.
İlk izlediğimden bugüne fikrimin hiç değişmediği, bence en güzel aşk hikâyelerinden biri olan Becoming Jane’i neden bu kadar çok sevdiğimi düşündüğümde aklıma gelen ilk şey hikâyenin güçlü bir gerçeklikten beslendiği oluyor. Birçok edebi eser yaratmış olan Austen’ın zor, tutkulu ve imkânsız bir aşk hikâyesi yaşamış olduğunu düşünmek, her seferinde heyecanlandırıyor beni. Belki de klişeler doğrudur. Aşk kavuşamadığında ilham veren bir efsaneye dönüşür, kim bilir?
Lisede Jane Austen ile tanışmamın üstünden yaklaşık 20 yıl geçti, kitaplığımda Türkçe’ye çevrilmiş tüm kitapları ve farklı dillerde birkaç Gurur ve Önyargı baskısı var. Jane Austen’ın kendi hayat hikâyesinden uyarlanan bu filmin en sevilenler listemde yer almasının sebebi belki de bu hayranlığım, bilmiyorum.
Yakın zamanda okuduğum bir kitapta şöyle bir söz vardı: “Kitaplarıylayken kendimi babama, babamla birlikteyken olduğumdan çok daha yakın hissediyordum”. Bu sözü okuduğumdan beri düşünüyorum. Birini gerçekten tanımak için o kişinin kitaplığına bakmak, muhteşem bir yol. Bir kitabın bir kişiliği resmetmesi için illa o kitapları kaleme alan kişi olman gerekmiyor. O kitapları seçmek de bir o kadar o portreyi oluşturan etkenlerden biri. Bu da sanırım kitaplığı Austen kaleminden çıkma kitaplarla dolu olan benim iflah olmaz bir romantik olduğumu ele veriyor. Olsun.
Bridget’tan ilham alarak başladığım bu yola, edebiyatı sevmeme sebep olan kadın yazarlardan biri olan Jane Austen ile noktalıyorum.
“-Hikâyeleriniz hep mutlu sonla mı bitecek?”
-Sorun yaşayacaklar ama benim karakterlerim hep arzuladıkları her şeye nail olacaklar”
Sıcak havalarda battaniyenin altına girip dondurma kaşıklamak biraz zor olsa da bu filmleri izlemenin mevsimi hiç geçmez unutmayalım.
Kapak Fotoğrafı: Literary Hub by Brittany Allen
İlginizi çekebilir: Ecem Şimşek’ten Merkezinde Kadın Karakterler Olan Filmler
İlk yorumu siz yazın!