Brugge: Belçika'nın Şövalyeler Şehrinde Gezilecek Yerler
Tarih 2 Ocak’ı gösteriyordu ve biz -3 derecede diplomasi kenti Brüksel’den masallar kenti Brugge’e tren bileti alıyorduk. Brugge, Belçika’nın kuzeyinde, başkente yaklaşık 1.5 saatlik mesafede bulunan hayli eski bir şehir. Brüksel’den kente en kolay ve en yaygın ulaşım yolu treni tercih ediyoruz biz de ancak Belçika’daki trenlerin çok rahat olduğunu söylemeden geçemeyeceğim maalesef. Yine de, yolun size sunduğu görüntüler öylesine güzel ki bunun keyfini kaçıracağı bir insan dahi düşünemiyorum. Yan yana dizilmiş minicik taştan sivri çatılı evleri, o evlere uzanan sapsarı bisiklet yolları ve sisli havasıyla çocukken bakarak hayallere daldığım tabloları yol kenarlarına döşemişler gibi hissettiğim bir yolculuktan sonra bambaşka bir hayal diyarına ayak basıyoruz.
Dantelleri, çikolatası, elbette çeşit çeşit aromalı biralarıyla ünlü Brugge‘e ben kısaca şövalyeler diyarı diyorum çünkü burada Orta Çağ mimarisini korumayı başarmışlar. Zamanın içinde donup kalmış gibi bir havası var, sanki orada gezerken sizi de zihninizde günlük hayatınızdan kalan her ne varsa geride bırakmaya zorluyor şehrin havası. Ayrıca hangi köşede karşınıza çıkacağını bilemediğiniz mini köprüleri ve kanalları bulunuyor. Kanallar dolayısıyla buraya “Kuzeyin Venedik’i” diyenler de oldukça fazla.
Bir süre başıboş dolaştıktan sonra ilk durağımız şehir meydanı oluyor. Kendi dillerinde burası Grote Markt olarak geçiyor. 958 yılından itibaren şehir merkezi pazar alanı olarak kullanılmaya başlanmış ve haftanın belli günlerinde bu pazarlarda taze balık, sebze ve meyve satışı yapılıyor. Ayrıca meydandaki Belfry Kulesi geçmişte hazineye ve devlet arşivlerine ev sahipliği yapmış, aynı zamanda yangınları tespit etmek için gözetleme kulesi olarak kullanılmış. Bu kulenin tepesine bir giriş ücreti ödeyip çıkabilir ve siz de şehri tepeden izleyebilirsiniz. Buna ücretsiz bir opsiyon olarak da yine meydandaki Historium Brugge Müzesi‘nin balkonuna çıkabilirsiniz. Meydanın tam ortasındaysa bugünkü Belediye Sarayı‘nı görebilirsiniz.
Bir markete girip satıcının önerisiyle kendimize çikolatalı ve mangolu bira alıyoruz. Kendisine dışarıda alkol tüketiminin yasal olup olmadığını soruyoruz çünkü Hollanda gibi bazı Avrupa ülkelerinde topluma açık alanlarda alkol tüketimi yasak. Bize Belçika için böyle bir yasak olmadığını söylüyor ve gülerek ekliyor; Hollanda’da esrar tüketebilirsiniz, polisle kavga edebilirsiniz, kendinizi kaybederek eğlenebilirsiniz ancak alkol içemezsiniz ne mantıklı değil mi? Böyle sarkastik bir sohbetten sonra bir merdivene oturup bu değişik tatların keyfini çıkarıyoruz. Ayrıca burada halkla iletişim kurmanın hiç de zor olmadığını belirtmeden geçmeyeyim. Flemenkçe, Fransızca ve Almanca olmak üzere üç resmi dili olan Brugge’da hepsini birden duymak mümkün. Ancak fazlasıyla turistik bir şehir olduğu için restoranlada, barlarda, hatta toplu taşıma araçlarında yerli halkın çoğunluğunun ortalama bir İngilizcesi olduğunu söyleyebilirim. Yol tarifi alırken ya da sipariş verirken her anlamda size yardımcı olan, olabilen insanlar yani…
Eğer bir bira severseniz burada çok mutlu olacağınızı kesinlikle garanti ederim. Sıradan, ufak bir markette en az on farklı çeşit bira bulmak mümkün. Bizim denediklerimiz gibi çok hafif olanlardan tutun üretilen en yüksek alkol oranlı biralara kadar… Buradaki bira duvarını da görmeden geçmemenizi tavsiye ederim zira kendilerinin bu üretimi ne kadar ciddiye aldıklarının çok eğlenceli bir kanıtını sunuyorlar size. Burada isterseniz musluklardan kendi içkinizi doldurup kanal kenarında masalarda biralarınızı yudumlayabilirsiniz ancak bunun için biraz şanslı olmak gerek; çünkü her daim turistlerle dolup taşan bir mekan elbette…
Yalnızca bira severler için değil sanat severler için de bir hayli doyurucu bir sanat koleksiyonuna ev sahipliği yapıyor Brugge. Envai çeşit minyatür süs eşyalarından, ahşap saatlere kadar birçok ilginç eşyalarla dolu dükkanları gezerken saatlerinizi geçirebilirsiniz. Bunun yanında bu küçücük şehir kuzey sanatının öyle güzel eserlerini bünyesinde toplamış ki, şaşırmamak ve hayran kalmamak mümkün değil. Groeninge Museum şehrin olmazsa olmazlarında biri. Jan van Eyck, Hans Memling, Hugo van der Goes ve Gerard David gibi önemli gibi Flemenk sanatçıların tablolarını görebileceğiniz bir müze burası. Tabii bir de The Church of Our Lady’de Michelangelo’ya ait Madonna ve Çocuk heykeli burada sergileniyor.
Size her köşeden demir zırhıyla, elinde kılıcında asil bir şövalye çıkıverecekmiş gibi hissettiren bu şehri böylesine yaşayan bir masal kentine dönüştüren mimarinin en güzel iki örneği; Sint-Janshospitaal ve Church of Our Lady.
Saint John’s Hastanesi, yolcular, fakirler ve hastalar için inşa edilmiş ve sekiz yüzyıl boyunca da aktif kalmış. Bugünse hastane artık müze olarak kullanıyor. Eğer Orta Çağ’da koğuşları ve tedavileri merak ederseniz hastaneyi ziyaret edebilirsiniz.
Ve gelelim beni hayatımda gördüğüm en güzel yapılardan biriyle tanıştıran anlara. Burugge meydanında bulunan Kutsal Kan Bazilikası…
Hz. İsa’nın kanının Flandre Kontu Alsace Thierry tarafından bazilikaya getirildiğine inanılıyor ve belli günlerde bağış karşılığında bunu görebiliyorsunuz. Onun dışındaki ziyaretlerse ücretsiz. Katolik inancının gösterişini ve ihtişamını yansıtan altın rengi heykeller ve otoritenin buz gibi gri mermerleri ile romanesk gotik mimarinin muhteşem bir örneği. Sanırım bu gezim boyunca en çok zaman geçirdiğim yer burası oldu çünkü tam anlamıyla nefes kesiciydi ve arkamı dönüp gitmek benim için bir hayli zor oldu.
Herkesin tatil anlayışı ve bir geziden beklentileri farklıdır; kimisi eğlenceli zaman geçirmek, kimisi kültürel bilgiler almak, kimisi manzaraya doymak, kimisi de farklı yaşam biçimleri görmek ister. Bence, hemen her düşünceyle yola çıkana hitap edebilecek bir varış noktası Brugge. Dünyaya uyum sağlar ve bugünden izole bir hale dönüşmezken aynı zamanda kendi geleneklerini ve tarihini öyle iyi koruyor ki o Orta Çağ’ın gizemli havasını hiç kaybetmiyor. Benim için, kendi hayatımın geride kalan parçalarını sahiden de geride bırakabildiğim ve bunu yaparken güçsüz düşmediğim bir yer sundu bana. Aksine bunca savaş ve güç isteği içerisindeki insanlığın sanata emek harcadığını görmenin mutluluğunu yaşattı. Krallıklarını ölüler üzerinden yükselten bir ırkın evini güzelleştirebilecek ruha sahip olduğunu bir kez daha hatırlattı. Brugge, mutlaka gidilip görülmesi, havası solunması gereken bir yer.
Kapak fotoğrafı: Unsplash / Eugeniya Belova
İlginizi çekebilir: Eda Geven’den Belçika’ya Gitmek Bahane, Midye, Bira ve Çikolata Şahane!
İlk yorumu siz yazın!