Bruno Ganz'ın Ardından: Modern Sinemanın Büyük Yalnızı
Bruno Ganz ile uluslararası büyük bir aktör olmasını sağlayan bir Wenders başyapıtı olan Der Himmel Über Berlin (Arzunun Kanatları) aracılığıyla tanıştım. Bruno Ganz’ı bir aktör olarak sevmemin en önemli nedeni, büyük oyunculuk yeteneği yanında, Time Out Dergisi’nin onu tanımladığı üzere, büyük bir ‘yalnız’ olmasıdır. Özel hayatınında da filmlerde olduğu gibi yalnızdır Ganz. Kalabalıklar arasında da onun hep yalnız olduğunu hissederiz. Sinema tarihinde çok az aktör bu derece yalnızlığını seyirciye hissettirmiştir. Bu yalnızlık aynı zamanda içten içe bir utangaçlığın bir sonucudur. Kendisi bir röportajında ‘tiyatroculuğunun ilk yıllarında utangaçlık ile çok mücadele ettiğini’ söyler. Bu benim Ganz ile beyazperde üzerinden kurabildiğim oldukça kişisel bir bağdır. Bir aktör ile beyazperde sayesinde bir kişisel bağ kurabilmek o aktörün oyun yeteneğinin sahiciliği ile doğrudan ilişkilidir. Dünya sinema tarihinde çok az aktör bu derece sahicidir.
Bana en sevdiğim aktörler sorulsa vereceğim ilk isimde hiç zorlanmam: İtalyan stilinin beyaz perdedeki en büyük temsilcisi Marcello Mastrioanni… Onun dışında Marlon Brando ve Michael Caine ilk aklıma gelen isimler olur. George Sanders, Paul Newman, Robert Redford, Jack Nicholson, Jean Gabin, Sean Connery, Philip Noiret, Robert de Niro da oyunculuklarını hayranlıkla izlediğim diğer efsanevi aktörler arasında yer alır. Son yıllarda, filmlerini seyrettikçe hayranlığımı kazanan bir başka büyük aktör, Bruno Ganz da bu listedeki yerini aldı ama kendisini maalesef başka bir filmde seyredemeyeceğiz. Ganz, 15 Şubat 2019 günü 77 yaşında yaşamını kaybetti.
Bruna Ganz 1941’de Zürih’te İsviçreli bir işçi baba ve Kuzey İtalyan bir anneden doğar. İsviçre kırsalına özgü, sakin ve sorunsuz bir çocukluk geçirir. Kısa bir süre Paris’te yaşadıktan sonra Zürih Drama Okulu’na girip tiyatro eğitimi almaya başlar. Der Man Mit Schwarz Melone filmi ile ilk sinema deneyimini yaşar ama filmin ilgi görmemesinden dolayı tiyatroya geri döner ve Batı Almanya’da tiyatro çalışmalarına ağırlık verir. Dönemin Avrupa’daki en önemli tiyatro yönetmenlerinden Peter Stein ile beraber çalışır ve onunla birlikte Berlin Schaubühne grubunu kurar. Grup kısa zamanda Alman tiyatrosunun en etkili tiyatro kumpanyası haline gelir. Ganz 1975 tarihli Sommergaste (Yaz Misafirleri) filmi ile sinemaya yeniden dönüş yapar. Yeni Dalga’nın büyük ustalarından Eric Rohmer’in The Marquise of O filmi ile sinema alanında da uluslararası bilinirliliği artar.
Ganz’ı bir büyük oyuncu olarak sinema tarihine tanıtan ilk film ise Wim Wenders’in 1977 tarihli Der Amerikaniche Freund (Amerikalı Dost) olur. Film, ünlü gerilim ve polisiye yazarı Patricia Highsmith’in ünlü karakteri Ripley hakkında yazdığı romanlardan biri olan ‘Ripley’s Games’ romanının bir uyarlamasıdır. 1987 tarihli bir başka Wenders filmi ile adının efsaneler arasına yazılmasına neden olan rollerinden birini üstlenir: Der Hummel Über Berlin (Wings of Desire – Arzunun Kanatları) filminde melek Damien. 1993’de filmin devamı olarak Wenders In Weiter Ferne, So Nah (Çok Uzak, Çok Yakın) çeker ancak film başarılı olamaz. Ganz da film hakkında ‘senaryoyu sevemediğini, karışık bulduğunu’ söyler.
1998’de bir başka efsanevi rol ile çıkar karşımıza: Angelopoulos’un Eternity and A Day filminde ölmek üzere olan şair. Tam da bu dönemde sanat yaşamındaki başarılara rağmen özel hayatında sorunlar yaşar. Alkol ve depresyon pençesinde kıvranır. Alkolün neden olduğu büyük bir kaza geçirir ve ağır yaralanır. Bu olay sonrasında ise alkolü tamamen bırakır. Doğduğu yere, Zürih’e yerleşir. Arada bazı iyi filmlerde oynasa da bir aktör olarak yeniden parlayışı ve özellikle de genç kuşaklar tarafından da tanınması Oliver Hirscbiegel’in 2004 tarihli Der Untergang filmi ile olur. Filmde o kadar ki büyük bir ilgi toplar ki Ganz’ın Hitler rolü sinema tarihinin en iyi Hitler canlandırması olarak kabul edilir pek çokları tarafından.
Bu film sonrasında da Bruno Ganz, irili ufaklı rolleri ile önemli, ses getiren yapıtlarda oynamaya devam eder. Son filmlerinden birinde, Der Trafikant’da Freud’u canlandırır. Kendi kuşağından veya birkaç kuşak genç büyük oyuncularla bir araya geldiği The Party (2017) yine son dönemde görüldüğü önemli filmler arasında yer alır. En son Lars Von Trier’in yine tartışmalı, sarsıcı son filmi The House that Jack Built’da Verge rolünü üstlenir.
Bruno Ganz, başrolde olduğu ve sinema tarihine damgasını vurduğu 4 film ile sinema tarihinde efsaneleşir:
Der Amerikanische Freund (Wim Wenders, 1977)
Patricia Highsmith’in ‘Tom Ripley’ romanları arasında yer alan ‘Ripley’s Games’’den uyarlanan film Ganz’ın uluslararası sinema dünyasında tanınmasını sağlayan görece az bilinen ama çok başarılı bir bir yapıttır. Bir diğer büyük aktör, Dennis Hopper ile birlikte Ganz müthiş bir oyunculuk gösterir.
Der Himmel Über Berlin (Wim Wenders, 1987)
Bruno Ganz görüntüsüyle beraber Peter Handke’nin şiirini okuduğu muhteşem ve karizmatik sesiyle de kendini gösterir: Als das kind, kind war (Çocuk çocukken)… Der Untergang öncesinde Ganz ile en özdeşleşmiş rol bu filmde canlandırdığı melek Damiel’dir. Ölümsüz bir melekken ölümlü bir insana aşık olup normal bir insan gibi yaşamak isteyen Damiel karakteri Ganz’ın sayesinde sinema dünyasının da en bilinen film karakterlerinden biri haline gelmiştir.
Mia aioniotita kai mia mera – Eternity and a Day (Theodoros Angelopoulos, 1998)
Ölmek üzere olan şair Alexander, sokakta Arnavut bir göçmen çocukla tanışır ve onu evine götürmek üzere çıktığı yol onu yaşamının son günlerinde varoluşsal bir yolculuğa götürür. Alexander rolünü aslında Marcello Mastroianni tarafından üstlenecekmiş; ancak hastalığı yüzünden rolü kabul edemez ve rol Bruno Ganz’a gider. Ganz sinematografisinde Damiel ve Hitler ile birlilkte en bilinen ve takdir edilen rol olur Alexander.
Der Untergang (Oliver Hirschbiegel, 2004)
Ve Untergang (Çöküş)… Ganz’ın efsaneleşmesini, özellikle de genç kuşaklar tarafından tanınmasını ve popülerleşmesini sağlayan film. Bu filmde büyük tartışmalar yaratan Hitler rolü ile sadece seyirci değil pek çok eleştirmen nezdinde de sinema tarihin en başarılı Hitler’i olarak kabul edildi. Bruno Ganz, filmde öyle bir performans ortaya koyar ki seyirci karşısında ‘insan bir Hitler’ görür ve hatta kimi anlarda içinde bir acıma hisseder. Ganz’ın bu muhteşem oyunculuğu filmin tartışılmasına, ‘sinematografik’ ve ‘sanatsal’ boyutunun dışında ‘ahlaki’ duruşunun da sorgulanmasına neden olmuştur.
Bunların yanında Ganz’ın oyunculuğuyla parladığı ve önemli bir sinema yapıtı olmasına katkı sağladığı Nosferatu: Phantom der Nacht (Werner Herzog, 1979), Der Baader Meinhof Komplex (Uli Edel, 2008), Trilogia II: I skoni tou hronou (Theodoros Angelopoulos, 2008), Unknown (Jaume Collet-Serra, 2011) gibi filmler de onun nasıl büyük bir aktör olduğunu kanıtlar. Özellikle Unknown’da yer aldığı kısa süreye rağmen canlandırdığı eski casusun 40 yıllık Stassi tecrübesinden süzülen bilgelik dolu sözler ve analizler yaparak filme damgasını vurur.
Bruno Ganz, oyunculuk söz olduğunda büyük ödüllerin her zaman hakedenlere gitmediğinin en iyi örneklerinden biridir. Yaşamı boyunca 27 ödül almasına rağmen Oscar, Bafta, Cannes, Berlin vb. gibi en önemli festival veya ödüllerde aday bile gösterilmemiştir. Buna rağmen büyük bir oyunculuk efsanesi olarak sinema tarihindeki yerini almıştır.
Unknown filminde Bruno Ganz’ın büyük bir iz bırakan karakteri eski Stassi ajanı, yeni özel dedektif Ernst Jürgen, bir başka efsanevi aktör, Frank Langella’nın canlandırdığı gizli suikast örgütü Bölüm 15’in yöneticisi Rodney Cole tarafından öldürüleceğini anladığında sakladığı siyanürü kahvesine katıp içerek intihar eder. Cole şöyle sorar: ‘’Seni aradığımda zamanın vardı niye kaçmadın?’’
Ölmek üzereyken şöyle cevap verir:
‘’Bölüm 15’den nereye kaçabilirim Mr. Cole? Zorlukla yürüyorum. Chesterfields’e erişemeden önce günde 60 adet Machorkas içtim. Berbat Sovyet malı. Stalin’den daha fazla Rus öldürmüştür. Doktorlarım kısa zamana onların zayiat listesine katılacağım konusunda garanti veriyorlar.’’
Ölmek üzereyken Cole’un kucağına düşer ve şöyle der:
‘’Hiçbir zaman onu kullanacak kadar cesaretin kalacağını düşünmezsin.’’
Cole ise profesyonelliğini ve kişiliğini takdir ettiği Jurgen’e şu cevabı verir:
‘(…) fakat sen yaptın. Bizim en iyilerimiz yapar’
Ganz da en iyiler arasındaydı ve o yüzden de en iyilerin cesaret edebileceği rolleri üstlendi; bir sinema efsanesi olarak tarihteki yerini aldı:
İlk yorumu siz yazın!