Müzik, Hayat ve Biz: Bu Bir Aşk Şarkısı Değil!
İşten, okuldan, marketten ya da günlük rutinimizde herhangi bir yerden çıkıp yolda eve gelirken taktığımız o kulaklıklardan çıkan seslerin hayatımızda ne kadar yeri vardır? Otobüste yanında oturan, senin gibi, mesela, takım elbise giyen bir adam, o takım elbiseler içinde iş çıkış saatinde orada bulunduğu için seninle aynı sıkıcı hayatı paylaşıyor gözükür. Onun kulaklığından deli gibi metal müzik sesleri, seninkinden klasik müzik geliyordur. Sizin kulaklıklardan gelen gürültülü müziklere içerleyen ön koltuktaki teyze ise eve gider gitmez televizyonda Türk halk müziği çalan kanalı açar. Çünkü müzik böyledir… Hem herkesin hayatında vardır, hem de hepimize farklı dünyaların kapısını açar.
Pop-art akımının prensi, 60’lara damgasını vurmuş, stüdyosu The Factory’de takılmak, orada takılan cool grubun parçası olmak isteyen, “it girl” ilan edilmek isteyen kızları peşinden sürükleyen Andy Warhol, o cool kültürü gençlere nasıl tanıttı dersiniz? The Velvet Underground için çektiği video klipler (Andy Warhol, Deneme Çekimleri) o dönemki popüler insanların nasıl takıldığını, nasıl “takılınması” gerektiğine dair büyük bir referans oluşturmuşlardı.
Dünyaya mal olmuş 7 yıldızın tek heceli tekrarlarını tekrarlarını gösteren Candice Breitz’in Babil Serisi
Bir şey düşünmeden deli gibi zıpladığımız, kollarımızı bacaklarımızı salladığımız, anlamsız hareketlerle zihnimizi boşalttığımız, deşarj olduğumuz dans müziğinin farklı kültürler yarattığını ya da farklı gruplarını birleştirdiğini kim düşünür acaba… 90’larda disko müziği, artık bir deşarj aracı, kaçış aracı olmaktan çıkar ve erkek eşcinsel kimliğinin özgürlük hareketinin ana unsurlarından biri hale gelir. (John Di Stefano, (Söyle Bana Neden) Disko Epistomolojisi) O dönemde ABD’de disko müziği AIDS protestoları ile ilişkilendirilir. Dans müziği, yeni kültürler doğmasına yol açarken farklı kültürleri de birleştirir. 70’lerin sonlarında siyahi topluluğun müziği olarak algılanan funk müziği eşliğinde yapılan, beyazların da katıldığı, insanların nerede olduklarını unutarak kendilerini müziğin ritmine bıraktıkları dersler (Adrian Piper, Funk Dersleri) toplumsal sınırların yok olmasına yardımcı olur.
Müzik birleştirirken, müziği kullanarak gaddarlığı sorgulamak ve izleyicilere o gaddarlığı hissettirerek tepki uyandırmak da mümkündür… 1988’de Teksas’ta kız arkadaşına laf attığı için cezalandırmak için bir kamyonun arkasında beyazlar tarafından sürüklenerek öldürülen Afrika kökenli Amerikalı James Byrd, Jr.’a ithafen, Byrd’ın sürüklenen vücudu ile aynı yollarda sürüklenen elektro gitar (Christian Marclay, Gitar Sürükleme), izleyenlerin olayın vahametini hissetmesini sağlar. (Maalesef bu vahamet, çok yakında zamanda Şırnak’ta meydana gelen bir olay sebebiyle, bitmeyen kötü tesadüflerimiz yüzünden 2015 Türkiye’sinde de hissedilmesi ve anlaşılması gereken bir duygudur.)
Iraklı sanatçı Adel Abidin’in izlemeye doyulamayan enstalasyonu Üç Aşk Şarkısı’nda Julie London, Nancy Sinatra ve Britney Spears gibi farklı dönemlerdeki şarkıcılara benzeyen üç kadın şarkıcıyı bir araya getirir. Irak lehçesindeki Arapça ve baygın bakışlarla söylenen romantik şarkılar aslında birer aşk şarkısı değil, Saddam Hüseyin’i öven şarkılardır. Abidin, işiyle pop müziğin ideolojik yönlendirmedeki yerini sorgular.
Bu uğultu içinde biz neredeyiz?
Yukarıda anlattığım bütün bu işler ve daha fazlası, 7 Şubat’a kadar Pera Müzesi’nin oldukça uzun bir zaman geçirebileceğiniz Bu Bir Aşk Şarkısı Değil: Video Sanatı ve Pop Müzik İlişkisi sergisinde yer alıyor. Küratörlüğünü Javier Panera’nın yaptığı ve video sanatının pop müzik ile ilişkisinin ele alındığı sergideki eserler, 1960’lardan günümüze pop müzik ile video sanatı arasındaki ilişkilerin izini sürüyor.
Woodstock’un en popüler zamanını yaşadığı “pop”un aslında (o dönem tüketilmek istenen müzik olduğu için) rock olduğu ’67 yazında Jimi Hendrix’in gitar yaktığında hissettiklerinin video sanatına dökülmesi, video sanatının ilk işlerini ortaya çıkaran Nam June Paik, Yayoi Kusama ve Vito Acconci gibi ünlü sanatçıların müziğe dokunan işleri, bu sergide her yaştan ve tarzdan müzik severi bekliyor.
Gezerken her video için kaliteli zaman için ayırmanız gereken bu kapsamlı sergide ben acaba nasıl bir kültürün etkisi altında kalıyorum diye düşünüyorsunuz. Tamam, kimse dinlemese de ortalığı kasıp kavuran Miley Cyrus felaketinin etkisi altında dolaylı yoldan bile olsa hiçbirimiz kalmak istemeyiz. Pera Müzesi’nin eğitim programında İrem Çetinor eğitmenliğinde katıldığım Klip… Klip… Klip atölyesi hem bu anlamda biraz da olsa kendimi dinlememi sağladı hem de bana çok keyifli bir 2 saat geçirtti.
Atölye kapsamında İrem’in rehberliğinde sergiyi gezmemizin ardından, boya kalemleri ve asetat kağıtlarının başına kendi video klibimizi yapmak için oturduk. Belli bir sürede değişen (sergide duyduğumuz) müzikler eşliğinde o an aklımıza ne geliyorsa kağıda dökerek hissettiklerimizi çizdik ve kağıtları değiştirerek birbirimizin çizimleri üstüne çizmeye devam ederek bir bütün oluşturduk.
Çocuklar gibi, güzel mi olacak kötü mü olacak diye düşünmeden özgürce çizmenin keyfinin yanı sıra, herkesin aynı müzikten ne kadar farklı şeyler algıladığını görmek de çok eğlenceli oldu. Bu atölyede hem herkesin kafasının çok farklı çalıştığını görüyorsunuz (Her şeyi perspektif ile yorumlayanlar, çöp adamcılar, sembolcüler, manzaracılar…) hem de bambaşka deneyimlerin komik ve eğlenceli yansımalarına tanık olarak eğleniyorsunuz. Örneğin; ben 60’ların eroin bağımlılığını anlatan bir müzik dinlerken aklıma Christiane F.’in Eroin kitabı geldiği için onun Almanya’da gettoda yaşadığı soğuk gri yüksek binaları çizerken, bir sonraki müzikte kağıdı verdiğim kişi kağıdı ters verdiğim için bir şekilde orada İstanbul’un güzel siluetini görüp onun üzerine çizmeye devam etmiş:)
Pera Müzesi, hem sergisi, hem de atölyeleriyle bu kış müziğin bambaşka yanlarını size tanıtmak, 60’lardan itibaren yakın tarihi bir de müzik gözüyle okutmak ve keyifli zaman geçirtmek için bu soğuk günlerde sıcak atmosferiyle ziyaretçilerini bekliyor…
Bu bir aşk şarkısı değil! Bu, bizim hayatımız!
İlk yorumu siz yazın!